Bir
anaokulu veya kreşte öğretmen, eğitici veya uzman olarak çalışıyorsunuz.
İşinizi çok seviyor ve onu çok ciddiye alıyorsunuz. Çocukları seviyor ve
onların sizden talepleri noktasında çok hassassınız. Çocuklarda sizi seviyor,
sizinle oyun onuyor, hatta öyle ki çocuklarda biri hayal dünyasında sizinle
ilgili farklı düşlerin peşinde. Çocuk hayal dünyasında besleyip büyüttüğü
kurguyu bir oyun esnasında bir şeklide sizinle yaşamak istiyor fakat siz uzak
duruyor ve bunun yanlış bir şey olduğunu söylüyorsunuz. Çocuk bu duruma çok kızıyor,
içleniyor ve size bir tepki olarak yetkililere hayal dünyasının elverdiğince
olmadık şeyler anlatıyor. Hakkınızda taciz davası açılıyor. İşinizden
uzaklaştırılıyorsunuz, insanların size bakışı değişiyor, hakkınızda olmadık
dedikodular yayılıyor. Oldukça çirkin ve ağır bir damgalama ve yaftalama ile
karşı karşıya kalıyorsunuz. Öyle ki bir alışveriş merkezinde marketin sahibi diğer
müşterilerin talepleri doğrultusunda artık oradan alışveriş yapamayacağınızı
söylüyor, ısrarınız sonucunda birkaç kişi tarafından hem hakarete uğruyor, hem
de tartaklanarak marketten kovuluyorsunuz.
Böyle
sıkıntılı ve ağır dönemlerde size destek olacak, size inanacak, ve hakkınızda
yayılan dedi koduların apaçık bir ,iftira olduğunu söyleyecek bir aile ve
dostunuzun olması ne kadar önemlidir.
Bu olaylar
örgüsü Thomas Vinterberg
2012 yılında çektiği Onur Savaşı adlı filmde yer alıyor. Öylesine söylenmiş
gerçek dışı bir sözün insanlar arasında nasıl hemen bütün hayatınızı alt üst
eden büyük bir gerçekliğe dönüştüğü; bir
tutkal gibi söz konusu söylentinin nasıl
hemen kişiliğinize, itibarınıza ve onurunuza yapıştırıldığı
;size yakın ve sizi tanıyan insanlarında bu kurguya veya iftiraya iyice araştırıp incelemeden hemen nasıl alet oldukları anlatılıyor.
;size yakın ve sizi tanıyan insanlarında bu kurguya veya iftiraya iyice araştırıp incelemeden hemen nasıl alet oldukları anlatılıyor.
İnsanların olayların iç yüzünü
bilmeden duyum ve söylentilerle ilgili bireyleri yaftalama ve damgalama
eğiliminde oldukları görülmektedir. Damga ile hedef kişi arasında ilişki
kurulmasından sonra bundan sıyrılmak ve bundan farklı olduğunu ispat etmek
oldukça zordur. Erving Goffman sosyolojisinde Stigma yani damga kavramı varır. Goffman’a
göre damga, tam toplumsal kabul görme engeli olan kişileri temsil eder: Engelliler,
azınlık grupları, her türden dolandırıcılar, çocuksuz çiftler vb. Goffman bu
konuda damgalanmış ve normal olanın kişiler değil bakış açıları olduğunu
vurgulamaktadır.[1] Yani
temelde damga veya yafta hedef kişiden bağımsız bir şekilde üretilmiş zihinsel
bir durumdan öteye gitmemektedir. Böyle
bir gerçek dışılığın ve kurgunun hayatın orta yerinde insanların inanıp
kabullendiği bir olguya dönüşmesi an meselesidir.
HAYRETTİN GÜL
[1]
Poloma, Margaret M. Çağdaş Sosyoloji Kuramları, (Çeviren:
Hayriye Erbaş), Gündoğan Yayınları, 2.
Basım, İstanbul 1996. S.213.
Yorumlar
Yorum Gönder