Ana içeriğe atla

PRENS SABAHATTİN’İN HAYATI ve ESERLERİ-Hayrettin Gül


  -HAYATI

-GİRİŞ 
Osmanlı devletinin gerilemesinin ve Avrupa’nın ilerlemesinin Osmanlı münevverlerindeki yansımaları farklı olmuştur. Özellikle 1850’li yıllardan sonra bir çöküşün eşiğinde bulunan devletin içinde bulunduğu olumsuz şartları tersyüz edebilmek ve yeniden eski görkemli günlerine döndürmek için düşünce ve eylemleriyle öne çıkan aydınlar olmuştur. Tanzimat döneminden sora özellikle artan yenilik ve değişim arayışları aydınların dünyasında biz neden geri kaldık sorusunu ön plana çıkarmıştır. Batı karşısında günden güne kan ve güç kaybeden Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu kötü ve olumsuz şartları tersyüz edip tekrar eski mehabet ve görkemli günlerine dönebilmesi için arayış içinde olup fikir sancısı çeken entelektüellerden biri Prens Sabahaddin’dir. Sabahattin, oldukça çalkantılı ve gerilimli bir hayat yaşamıştır. Daha küçük yaşlardan itibaren okumaya düşkünlüğü ve bilimsel merakı üst seviyede olduğu görülmektedir. Sabahattin hem fikir ve düşünceleriyle hem de eylem ve aksiyonuyla 19. yüzyılın sonlarından itibaren çevresini etkileyip öne çıkan bir aktör olmuştur. Prens Sabahattin yaşamı ve fikirleriyle içinde bulunduğu toplumda sadece teorik ilgilerle değil aksine teorik düşüncelerini pratiğe geçirebilmek için eylemlerde bulunmuş, bu uğurda sürgünler yaşamış, nerdeyse hayatının çoğunu vatanından ayrı coğrafyalarda geçirmiştir. Eserlerini masa başında yukarıda değinildiği gibi teorik bir ilgi olarak değil, aksine bizzat gerçekliği gözlemleyerek, neden-sonuç ilişkisi içerisinde realiteden kopmadan bizzat tecrübe ederek yazmıştır. Sabahattin gençlik yıllarında Avrupa ülkelerine gitmiş, oralarda yaşamış, eğitim görmüş, Avrupai yaşamı bizzat gözlemleme imkanına sahip olmuş, Batı toplumlarının teknolojik, ve refah açısından ait olduğu toplumdan neden ileri olduğunu ve kendi ülke ve toplumunun neden geri olduğunu sormuş, son tahlilde bu soruların cevabı ile meşgul olmuştur. Bütün bu süreçlerin sonunda tahayyül ettiği devlet, toplum ve bireyler ile bunların tasarım ve tasavvurunu yazılarının ve söyleşilerinin satır aralarına dercetmiştir. Sabahattin demokrasi, insan hakları, adalet, eğitim, kalkınma vb. olgular açısından çok sevdiği ülkesinin içinde bulunduğu olumsuz ve sıkıntılı atmosferden sıyrılıp ideal seviyeye gelebilmesi için hem teorik çalışmalar hem de sürekli eylem içinde olmuştur. 
1879 tarihinde İstanbul’da doğmuş olup asıl adı Mehmed Sabahattin’dir. Dedesi Bahriye Nazırı Gürcü Halil Rıfat Paşa;  Babası Mahmud Celaleddin Paşa ve annesi Abdülmecid’in kızı Seniha Sultan’dır(Ege,1977:3). Annesinin Osmanlı hanedanına mensup olması nedeniyle   yerli kaynaklarda ‘Sultanzade’ denilirken, batılı kaynaklarda ise ‘Prens’ unvanı verilmiştir.Normal olarak prens denilebilmesi için hanedanın erkek soyundan gelmesi gerekirken kız soyundan gelmesine rağmen  prens lakabı verilmiş ve bu şekilde ünlenmiştir. Osmanlı saray hiyerarşisinde soy konusunda baba tarafı belirleyici olduğundan dolayı prens değil, Sultanzade’dir(Durukan, 2004: 145). Bir iddiaya  göre  prens unvanını Avrupa'da bir itibar elde etmek için kullanmıştır.[1] (Berkes, 1978: 389).
Küçük yaştan itibaren konağında özel dersler almış olup, Kadınhanlı Emin ve Hoca Hayret Efendiler, İsmail Sefa, Sadık Beliğ, Muallim Fevzi ve Hüseyin Daniş Beyler hocaları arasındaydı. Ayrıca Fransızca ve resim muallimi geliyor ve piyano dersi de alıyordu. Arapça, farsça ve Fransızcayı küçük yaşta öğrenmişti. Daha erken yaşlarında Arapçasından İbn Haldun’un Mukaddime’sini Arapçasından kolaylıkla ve vukufiyetle okuduğu anlatılmaktadır. Tütengil’e göre Mukaddime’yi okuyan bir gencin Avrupa fikir hayatı ile yakından temasa geçince Le Play mektebine ilgi duyması tabii karşılanmalıdır.(Tütengil,1954:19; Kuran,1943:39)
20 yaşında iken Lamartine’den Joceyln’i Türkçeye çevirdiği, 1899’da radyografi denemeleri yaptığı laboratuvarının yanında özel araştırmaları için rasathane kurmakla uğraştığını biliniyor. Haeckel, Buchner, Fouillee, Le Play, E. Demolins kitaplarını okuduğu yazarlar arasında yer almaktadır. Özellikle E. Demolins’in ‘Anglo-Saksonların üstünlüğünün sebebi nedir’ adlı eseri Sabahattin üzerinde derin etkiler oluşturacaktır. Biyoloji ve tıp alanında da hayralık uyandıracak bir bilgi birikime sahiptir. Tütengil, Sabahattin’in H. Poincare’nin kitaplarını büyük bir dikkatle okumuş olduğunu, bu kitaplara aldığı notları görerek şahit olduğunu; ve onun pozitif ilimlere karşı ilgisinin onu natüralist ve pozitivst akımlara yaklaştırdığını vurgulamaktadır. (Tütengil,1954:20; Okan,2008:480)
Tütengil, babası Mahmut Celalettin Paşanın (1853-19003) oğlu üzerinde büyük tesiri olduğunu vurgular. Baba Mahmut Celalettin Paşa rahat içinde olmasına rağmen Abdulhamid yönetiminden memnun değildir. Tütengil’e göre o baskı yönetimiyle daha köklü mücadele edebilmek için Avrupa’ya gitmekten çekinmemiştir. Bu bağlamda 1899 yılının son demlerinde babası Damat Mahmud Celalettin Paşa 2. Abdülhamid yönetimine karşı yürüttüğü mücadele sonucu Sabahattin  ve kardeşi Lütfullah Bey’le birlikte Osmanlı ülkesini terk ederek Fransa’ya gitmek zorunda kalmıştır. Bu kaçış sarayda endişeye yol açmıştır ( Tütengil, 1954: 17;Kuran,1943:62-66)). Kuran Sabahattin ve kardeşi Lütfullah Bey’in işte bu dönemde siyasi olaylara ve memleket meselelerine karıştıklarını belirtiyor.(Kuran,1943:66)
II. meşrutiyetin ilanına kadar çeşitli yollarla istibdada karşı mücadele eden Sabahattin bir taraftan Jöntürk grupları arasında işbirliği kurmaya öte yandan Türk davasını batı dünyasına tanıtmaya çalıştı.1901 yılında kardeşi Lütfullah ile Sabahattin birlikte bir beyanname[2] yayınladılar.Bu beyanname 1902 yılında 4-9 şubat tarihleri arasında Paris’te toplanan birinci Jöntürk kongresi üyelerine sunulmuştur. Beyannamede kısaca memleketin içinde bulunduğu durum, Osmanlının tarihte adalet merkezli uygulamalarından hareketle memlekette yapılacak şeyin hürriyet ve adaleti tesis, metin ve ilmi terbiye olduğu vurgulanmış, çocukça nifak ve ayrılıkları artık sonlandırmak gerektiği, aksi takdirde dünyadaki mevkiimiz muhafaza edilemeyeceği ve artık varlık-yokluk arasında bir tercih durumunda olunduğu belirtilerek şöyle denmektedir: ‘işte pederimizle birlikte her türlü refah ve saadetimizi feda ederek ve her felaketi gözümüze alarak terki vatan eylemekliğimize sebep bu vazifeyi mukaddeseyi ifa arzusudur’.(Kuran,1943:86;Tütengil,1954:22-24) Kongre, Prens Sabahattin Bey'in konuşmasıyla  açılmış olup, müzakerelerde şu iki nokta üzerinde durulmuştur:
a) Sadece  propaganda ve yayınlarla inkılâp yapılamaz. Bu nedenle askeri kuvvetlerin de ihtilal harekâtına katılmalarını sağlamaya çalışmalı.
b) Yabancı hükümetlerin müdahalesini davet yoluyla memlekette ıslahat uygulamalarına başlanmalı. İkinci görüş Ermenilerden geliyordu.Sabahattin bu konuda yabancı müdahalaenin ülkemize yarar getirmyeceğine vurgu yapmı bununla birlikte içinde bulunulan şartlarında bunu gerektirdiği şeklinde konuşma yapmıştır. Müzakereler sonunda toplantıda müdahale yanlıları ve karşıtları olmak üzere iki grup meydana gelmiştir.(Kuran,1943:98-99)
 Kongrede başkan seçilmesine rağmen nihai hedef konusunda gruplar arasında anlaşma sağlanamamıştır (Okan, 2008: 480).
Osmanlı Devleti’ni ve halkını merkeze alan düşüncelerle Prens Sabahattin, kendisiyle birlikte aynı kanaati paylaşan arkadaşları Dr. Nihat Reşat ve Fazlı Beylerle Paris’te Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’ni kurmuştur ve bu şekilde o, İttihatçılardan ayrılmıştır. Bu ayrılığın temelinde yukarıda da anlatıldığı gibi baskı yönetiminin son bulması için yabancı bir ülkenin müdahalesini benimseyenler ve reddedenler şeklinde gruplaşma yatmaktadır. Sabahattin müdahaleciler tarafında olup beklenen dönüşümün yayınlarla başarılamayacağını askeri bir müdahalenin gerekli olduğunu düşünmekte; bu amaçla Malta ve Atina’ya giderek bir ihtilal projesi hazırladığı görülmektedir. Müdahale karşıtlarının başında ise Ahmet Rıza olup onlarda İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni kuracaklardır.(Tütengil,1954:25-26)
Söz konusu yeni kurulan  cemiyetin görüşlerini açıklamak üzere Paris’te  çeşitli gazetelerde yazılar yazmıştır sonra da kendisi bu maksatla 1908’e kadar Terakki gazetesini çıkarmıştır. Tütengil, bu derginin Teşebbüsü Şahsi ve Ademi Merkeziyet cemiyetinin fikirlerini yaydığını, sadece haberlerle yetinmediğini, E. Demolins’ten tercümeler de yayınlanmış olup Sabahattin’in daha sonra kitaplarında yer alan fikirlerin ilk şekillerinin Terakki’de bulmanın mümkün olduğunu söylüyor.(Tütengil,1954:27)
Sabahattin’e Ahmet Rıza’nın başkanlık ettiği ikinci Jöntürk kongresi 1907 yılında 27-29 aralık tarihleri arasında Paris’te toplanmış, yayınlanan beyannamede taleplerinin Abdulhamid’i tahtından feragate zorlama, şu andaki yönetimin temelden değişmesi Meşveret ve meşrutiyetin tesisi olduğunu belirtmişlerdir. Bütün bu faaliyet ve çabalar meyvesini vermiş, 1908 yılında meşrutiyet ilan edilmişir. Bu süreçle birlikte  Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti ile İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin birleştiği kamuoyuna ilan edilir. Bu şekilde  iki cemiyet  arasındaki anlaşmazlık geri planda kalmış olup şimdilik görünmez olmuştur.(Tütengil;29;Okan, 2008: 482).
II. Meşrutiyetin ilanıyla İstanbul’a dönerken büyük ümitler taşıyordu. Memleket meşrutiyete kavuşmuştu ama durum bu kadar basit değildi. İstibdat gerçekten yıkılmıştı ama şimdi de bir vakıa olarak ortaya çıkan İttihat ve Terakki despotizmi tezahür etmeye başlamıştı.(Tütengil,1954;30) 2.Meşrutiyetin ilanıyla birlikte 2 Eylül 1908’de ülkesine dönen Prens Sabahattin, bir dizi konferanslarla halkı aydınlatma çaba ve gayreti içine girmiştir. Görüşlerini benimseyen Ahrar Fırkası mensuplarının ısrarlarına rağmen aktif politikaya girmemesine rağmen fırka, Prens Sabahattin’e olan yakınlığı sebebiyle ona atfedilmiştir 1909’daki meşhur 31 Mart Vakası’ndan sonra iktidara gelen İttihat ve Terakki idaresine karşı açıkça muhalefete geçmiştir.31 Mart hadiselerine karıştığı ileri sürülerek bir süre hapsedildiyse de bilahare özür dilenerek serbest bırakılmıştır.  (Uçman, 2007: 341).
II. Meşrutiyetten sonraki süreçte İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin baskıcı politikalarına maruz kalan ve bu politikalara karşı çıkan Prens Sabahattin’e en ağır tenkit ve hücumlar cemiyetin basındaki sözcüsü Hüseyin Cahid Bey’in Tanin’de çıkan yazılarından gelmiştir Ahrar fırkasının onunla anılmasıyla birlikte İttihat ve Treakki’nin öne çıkan yazarlarında olan Hüseyin Cahit Yalçın İntihabat Entrikaları başlığıyla makale yayınlamış ve bizzat Sabahattin’i hedef almış ve gerçekliği şaibeli olan bir sürü ithamlarda bulunmuştur. Sbahattin ise bu ithamlara cevap vermiştir. (Ülken, 1966: 544).
Balkan Savaşı sırasında Sultan Reşat’a hitaben yazığı bir makalede gerçek  düşmanın dışarıda değil, sosyal yapımızda olduğunu ileri sürerek tembelliğin ve merkeziyetçi yönetimin Osmanlı Devleti’ni yokluğa mahkum edeceğini vurgulamıştır. Hem bu yazısı hem de  Mahmud Şevket Paşa suikastine adı karışması yüzünden bir kez daha tutuklanmıştır. 1913’te serbestbırakılınca  tekrar Paris’e gitmiştir.Bu dönemde İttihat ve Terakki Cemiyetinin ileri gelenleriyle olan anlaşmazlığı devam etmiştir. Gerek cemiyeti gerekse devlet idarecilerini uyarıcı ve yol gösteren mektup ve makaleler kaleme almıştır (Altuniş-Gürsoy, 2003: 168b).   
Bir yıl sonra birinci dünya savaşına katılır. Sabahattin Türkiye’nin savaşa girmesine ve Almanyanını anında yer almasına kesinlikle karşıdır. Barış anlaşması imzalanması için münferit olarak büyük caba göstermiştir. Dünya savaşında yenilgiye uğrayıpitihat ve terakki lid aralık erlerinden bir kısmı Türkiye’yi terk ettikten sonra Türkiye’ye dönebilmesi mümkün olmuştur.(8 aralık1919) Tütengil,46-47
1.Dünya Savaşı’nın ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin sona ermesi ile birlikte 1919 yılında İstanbul’a dönen Prens Sabahattin. 1920’de tekrar yurt dışına çıkmıştır. O tarihlerde devam etmekte olan Anadolu’daki Milli Mücadele hareketini desteklemesine rağmen  Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından Osmanlı hanedanı mensuplarını sınır dışı eden kanunun yürürlüğe girmesiyle Mart 1924’te ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır. Ölene kadar da ülkesine geri dönememiştir.Hayatının son senelerini İsviçre’de geçiren Prens Sabahattin,30 Haziran 1948’de Neuchatel’de vefat etmiştir. Naaşı İstanbul’a getirilerek babası ve dedesinin de olduğu Eyüpsultan’daki aile mezarlığına defnedilmiştir. (Uçman,2007,341)
Taha Toros, kendi özel arşivindeki belgelerde şöyle demektedir:
’Sabahattin Bey hayatını milletinin özgürlüğüne, yükselmesine adamış nazik, bilinçli bir siyaset adamıdır.Eğitimci ve sosyolog olan Sabahattin Bey, yaşadığı yılların politik fırtınaları arasında, aşırı partizanlarla tecrübesiz iktidarlar tarafından ezilmek istenmiş, insafsız bazı yazarlar tarafından hü­ cumların en ağırına, azılı komitecilerin çirkin oyunlarına hedef olmuştur.Oysa çökmekte olan imparatorluğun başı ile, demokrasi ruhu içerisinde, savaşa çıkmış ve Avrupa’da bu amaçla dalgalandırılan bayraklardan birini elinde taşımıştır…….70 yıllık ömrünün yarısmdan fazlasını sürgünlerde, gurbette geçiren fikir adamımız, hayatının baharından başlayarak, yurdundan dört kez mahrum edilmiş, sonunda vatansız bir adam ve âdeta bir suçlu gibi, ilgisiz, yardımsız, beş parasız kalmanın yürekleri sızlatan acılığı içerisinde. İsviçre’nin bir köyünde — hatta misafirliğine gittiği ünlü bir virtüözün evinde— bir gurbet şehidi olarak gözlerini kapamıştır.’ (Toros,(?))







-ESERLERİ
Sabahattin’in eserleri yukarıda zikredilmiş olup aşağıda sırasıyla yer almaktadır:

  -Teşebbüs-i Şahsi ve Tevsii Mezuniyet Hakkında Bir İzah,
- Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet hakkında ikinci bir izah,
-İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne Açık Mektuplar ve
-Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?
   Teşebbüs-i Şahsi ve Tevsii Mezuniyet Hakkında Bir İzah(s.43-65)
Sabahattin bu eserinde savunduğu adem-i merkeziyet anlayışı üzerinde duruyor ve yanlış anlaşılması ile ilgili noktalara değiniyor. Yazar, eserinde ademi merkeziyeti, vali ve diğer memurların yetkilerin artırılması, genel meclislerin bir an önce açılması, halkın verdiği verginin harcama yerini en uygun bir şekilde belirleyip kontrol etmeye alıştırmak olarak açıklıyor. Ademi merkeziyet düşüncesinin uygulanmasıyla ile bölgesel farklılıkların dikkate alınacağına vurgu yapıyor. Eser ayrıca özel teşebbüs, memurluk, eğitim konularında görüş ve eleştirileri içeriyor. Özel teşebbüsü bir toplumu meydana getiren fertlerden her birinin hangi toplumda olursa olsun yaşamak için ailesi, akrabası ve hükümete dayanmak yerine doğrudan doğruya kendine güvenmesi, başarısını kendi girişiminde araması olarak tanımlıyor. Gerçeklikte memurluğun ise özel teşebbüs fikrine aykırı olduğunu; gençlerin memurluk düşüncesiyle başarılarını kendilerinde değil, devlete dayanarak aradıklarını belirterek klasik memurluk  zihniyetini ve pratiğini eleştiriyor. Merkeziyet-eğitim ilişkisini irdeleyip yazar dünyanın çok hızlı bir değişim ve dönüşüm yaşadığını; bu minvalde yeni ihtiyaçların yeni donanımları gerektirdiğini öne sürüyor. Bu yeni donanımlarında özel teşebbüs, bilgi ve dürüstlük olduğunu belirtiyor. Yazar bütün ülkelerde olduğu gibi Türkiye’nin kurtuluşunun da milli eğitimin ıslahına bağlı olduğunu; eğitimin temel hedefinin ise beden, fikir ve ahlak yoluyla bireysel yeteneği geliştirmek  olduğunu ifade ediyor. Eğitim konusunda ayrıca teorik bilgiden ziyade pratik ve uygulamaya yönelik eğitimin gereklilikleri konu ediliyor.


Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet hakkında ikinci bir izah(s.65-99)
Ahrar fırkasının Sabahattin’e atfedilmesi sürecinde  ve gayri Müslimlerle ilişkisi bağlamında  Hüseyin Cahit Yalçın, İntihabat Entrikaları başlığıyla bir makale yayınlandı. Bu makale Yalçının Sabahattin’e karşı duyduğu kötü niyetin bir tazahürüydü. Bu yazıda milletvekili seçimleri etrafında çevrilen bir takım entrikalardan bahsediyor, Sabahattinin fırkası ile patrikhane arasında anlaşma olduğundan, ademi merkeziyetin ise midillinin sakızın ve diğer adaların hep birer Girit olması hep Yunan hakimiyetine terkedilmesi için birer hazırlık olduğundan dem vurulmaktadır. Sabahattin ise mebusluk, Rumlarla işbirliği, fırka-i Ahrara iltihak vb.ithamların asılsız olduğunu belirtiyor ve   ‘biz ne mebusluğa, ne memurluğa namzet olduk.Hiç bir kuvvei beşeriyeden hiçbir muavenet talep etmedik. Devletimizden şahsımız namına isteyeceğimiz tek bir lütuf varsa o da gölge etme başka ihsan istememden ibarettir’ şeklinde cevap veriyor.
Eserde ayrıca vergi, yargılanma ve maarif meselelerinde Hristiyanların ademi merkeziyetten ne kadar istifade ettiklerini, biçare Türklerin ise müthiş bir merkeziyetin pençesinde ezildiğini belirtiliyor.

İttihat Ve Terakki Cemiyeti’ne Açık Mektuplar(Mesleğimiz Hakkında Üçüncü ve Son Bir İzah)(s.99-225)
Sabahattin’in bu kitabı 1910-11 yıllarında Paris’te yazdığı mektuplarla makalelerden oluşmaktadır. İttihatçılar tarafından öne sürülen ithamları cevaplandırmakta ve özellikle eğitim meselesi üzerinde durmaktadır. Kitapta meşrutiyetten önceki ve sonraki eleştiri ve ithamlar ele alınmıştır. Sabahattin, Abdulhamit devrildikten sonrada istibdatın devam ettiğini belirtiyor ve bu durumun eğitim sistemimizden doğan acizliğin ürünü olarak ifade ediyor.
Sabahattin kitabında ilerleme ve üstünlüğün hangi toplumsal şartlar içerisinde ve hangi araçlarla meydana geliyor sorusuna cevap arıyor. Soruyu cevaplandırmada  İlm-i İctima’ın (Science Sociale)nin toplumsal sınıflandırmasından hareket ediyor: cemaatçi (toplumcu) yapı  ve bireysel yapı olarak iki farklı toplum tipolosini ele alıyor. Toplumu merkeze alan sisteme mensup topluluklar dayanak noktalarını kendilerinde bulamadıklarını, aksine aile, cemaat fırka ve hükûmetlerinde aradıklarını belirtiyor. Bireysel girişimi temel alan milletlerin ise dayanak noktalarını kendilerinde bulduğunu ve bu  memleketlerde kabiliyetleri yüksek, müteşebbis, bağımsız toplumlar meydana geliyor.
Yazar,  kurtuluşu tarımda görüyor, köylülerle ekonomik konumları gittikçe daralan şehirli gençler arasında toplumsal ilişkiler oluşturarak Anglo-saksonlarda centilmen sınıfının yerine getirdiği rolü gençlere yüklüyor.
 Yönetimde görülen bütün bozuklukların teşebbüs yokluğu ve merkeziyet yönetiminin bir sonucu olarak ele alınabileceğini ve ıslahata ademi merkeziyet yaklaşımıyla  başlanmasının gerekliliği üzerinde duruyor.
Ayrıca eserde  milletlerin siyasi araçlarla kurtulacaklarını sanmayı bir tehlike olarak değerlendiriliyor ve yaşanan sıkıntı ve sefaletlerin temel nedenlerini ortaya çıkarıp onları izale etmekdikçe siyasi yönetimlerin değişmesiyle çözüm bulunamayacağına vurgu yaparak şöyle diyor:  ‘Abdülhamid’in gitmesiyle bir şey değişmez: o gider başkaları gelir’.
Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?(s.225-289)
Sabahattin’e göre yapılacak ilk şey toplumsal  hastalıkların bilimsel bir teşhisi ve tahlilidir. Bunu başarı ile yapabilmek için ilm-i içtimaya dayanmak şarttır. Günümüz ilimleri gözlem ve  deneye dayanmakta olup ilm-i içtima da gözleme dayanır ve çözümlemeler yapar ve bunu sınıflandırma ile sentez takip eder.İlmi içtima biyolojiyi kendisine örmek alıyor denebilir. Doğuşunu Le Play, Henri Tourville, E. Demolins’e borçlu olan ilmi içtima basitten karmaşığa doğru giden bir metot kullanmaktadır. Bu ilim farklı toplumsal sınıflara ait oluşturduğu monografilerle kurulmuştur. İlmi içtima aracılığıyla bizzat görmediğimiz tanımadığımız bir memleketin toplumcu veya bireyci yapılardan hangisine mensup olduğu anlaşılınca hemen  temel çizgileri itibariyle belirli bir geçim tarzı, bir takım temel özellikler ortaya çıkıyor. Korkunç ve derin uçurumlarla dolu dehşet verici bir gece yolculuğunu güçlü bir projektörle nasıl tehlikesiz bir duruma getirmek mümkünse Science Sociale sayesinde toplumsal yaşamın en zor ve girift problemlerini aydınlatıp açıklayarak gelecek yolcuğunu bu şekilde güvenlik altına almak mümkün olur. Yazara göre çevreye Social Science perspektifiyle bakıldığında gerçeklik net bir şekilde ortaya çıkar: Örneğin İspanya’da da İngiltere’de de Kuzey ve güney Amerika’da da cumhuriyet var ve cumhuriyetle yönetilmektedirler. Oysa bu toplumlar arasında büyük farklılıklar söz konusudur. Bu büyük farklılık hükümet şekillerinin benzerliğinden değil, aksine sosyal yapılarının farklılığından ileri gelmektedir. Devleti bireyin önünde gören cemaatçi yapılarda yönetim şekli mutlakıyet, meşrutiyet ve cumhuriyet hangisi olursa olsun sonuç hep aynıdır: Siyasi zorbalık ve sosyal yoksulluklar… Bunlardan anlaşıldığı gibi yazar burada cemaatçi ve bireyci yapılar arasındaki farklılıklar ile bunları açık ve net bir şekilde görünmesini sağlayan Science Socialenin bilimsel bir yöntem olarak önemine işaret etmektedir. Ve bunlardan hareketle dünyada bunlara örnek verilecek toplumsal yapıları bu teori aracılığıyla karşılaştırıyor. Yazar son tahlilde sorular yöneltiyor ve cevap veriyor: Doğu’nun niçin bilgisiz, yoksul ve geri olduğunu; Batı’nın niçin aydın, zengin ve gelişmiş olduğunu sorarken cevabın Science socieale verdiğini öne sürüyor: Çünkü Doğu tamamen cemaatçi yapının, Batı ise bireyci yapının etkisi altındadır. Cemaatçi yapıda varlık problemi çalışma, mülk, aile, kabile, parti veya devlete dayanılarak çözülmek istenirken bireyci yapıda ise birey varlık problemini hayatın bütün zorluklarını kendi gücü ve özel teşebbüsüne dayanarak çözmeye çalışır.



Hayrettin GÜL




Kaynaklar

Altuniş-Gürsoy, Belkıs. Prens Sabahattin. Tarihi, Kültürü Ve Sanatıyla Vı. Eyüp Sultan Sempozyumu, Tebliğler, 23-27 Mayıs 2002, Eyüp Belediyesi, İstanbul, 2003.
Berkes, Niyazi (1978) Türkiye’de Çağdaşlaşma

Durukan, 2004: 145). Durukan, Kaan (2001), “Prens Sabahaddin Ve İlmi İçtima, Türk Liberalizminin Kökenleri, Modern Türkiye’ De Siyasi Düşünce Cilt 1”, İstanbul, İstanbul.

Ege, Nezahat Nurettin (1977), “Prens Sabahaddin Hayatı Ve İlmi Müdafaaları”. Güneş Neşriyat, İstanbul
İzgöer, Ahmet Zeki, (2013) İttihat Ve Terakki'ye Açık Mektuplar Türkiye Nasıl Kurtarılabilir? Ve İzahlar, Dby Yay.
 Kuran, Ahmet Bedevi,(1945) İnkılap Tarihimiz ve Jön Türkler, Tan Matbaası
Okan, Oya (2008), ‘Prens Sabahattin Literatürü Üzerine’, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, C.6

Toros, Taha, Özel Arşiv
Tütengil, Cavit, (1954) Prens Sabahattin, Geçit Yay. İstanbul Matbaası

Ülken, Hilmi Ziya (1966), “Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi”, Konya.

Uçman, Abdullah (2007), Prens Sabahaddin, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cilt:34










[1] Berkes’in iddiasının geçersizliği ile ilgili bkz.(Kuran,1943:39-42)
[2] Beyannamenin metni için bkz. Kuran,1943,86-89)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ANTONY FLEW'İN YANILMIŞIM TANRI VARMIŞ KİTABININ ÖZETİ-1-

                Flew, bu kitabında çocukluğundan itibaren inanç  bakımından yaşadığı tecrübelere yer vererek kısaca ateizmden teizme geçişini anlatıyor. İçinde doğduğu ailenin  Hıristiyanlığa bağlı olduğunu,  babasının vaizlik yaptığını, ayin ve toplantılara katıldıklarını bununla birlikte kendisinin dini bir feyz ve zevke almadığını ifade ediyor. Kitapta ilk önce ateizmi savunan kendi yazdığı eserlere ve onların  temel görüşleriyle bunlara verilen cevaplara  yer veriyor. Yazar, kısaca okumaları ve çalışmalarının kendisini bilimsel olarak benimsediği (öne sürülen iddianın götürdüğü yere gitmek) ilkeyle tutarlı bir biçimde yaşadığı değişimi samimiyetle anlatıyor. Kitap ayrıca ateizm konusundaki temel yaklaşımlara ana hatları ile yer veriyor. Çocukluk ve gençlik yıllarındaki Hıristiyan temelli inançlardan ateizme evirilişinin ilk adımını kötülük probleminin oluşturduğunu söylüyor. O zamanlar ailes...

Şerif Mardin’in ‘Din ve İdeoloji’ Eseri Üzerine

     Din ve İdeoloji kitabı, çapı küçük fakat içerik olarak oldukça geniş ve derin olduğu rahatlıkla söylenebilir. Efradını cami ağyarını mani bir ifade ile alanında tam bir başvuru kaynağıdır.      Yazar, ilk önce ideoloji kavramını  iki ayrı kategoride ele alıyor: Sert ideoloji ve yumuşak ideoloji. “Sert” ideolojiyle, sistematik bir şekilde işlenmiş, temel teorik eserlere dayanan, seçkinlerin kültürüyle sınırlandırılmış, muhtevası kuvvetli bir yapı kastedilirken,  “yumuşak” ideoloji ile de, kitlelerin, çok daha şekilsiz inanç ve bilişsel (cognitive) sistemleri ifade ediliyor. Yazar, ideolojiyi ise kitle toplumunun belirmesiyle beraber önem kazanan inançlar ve idare edilen”lerin arasında yaygın, yönlü, fakat sınırlı, belirsiz fikir kümeleri olarak tanımlıyor. İdeolojiler, siyasi fikir tarihi açısından  uzun zaman, insanların aklını çelen kuraldışı etkenler olarak tanımlanmıştır. [1] Yazar, bilimsellik niteliğinin üç ana...

MEHMET EVKURAN’IN SÜNNİ PARADİGMAYI ANLAMAK ADLI ESERİNDEN

     (Mehmet Evkuran,Sünni Paradigmayı Anlamak, Ankara Okulu Yayınları,2015,3.Baskı) Evkuran, Sünni paradigmayı anlamak adlı çalışmasında Ehli sünnetin siyaset düşüncesinin yapısı ve sorunlarını konu edinmektedir. Bu yazıda daha çok kitaptan alıntılara yer verilecektir. Eser, son yüz elli iki yüz yıl içinde geri kalışımız bağlamında yapılan tartışmaların merkezinde yer alan Sünni düşünceyi konu edinmektedir. Daha önceki yapılan çalışmalarda geleneksel din anlayışı, geleneksel dini düşünce şeklinde eleştirilerin hedefinde olduysa da bu çalışmada zihniyet ve dünya görüşü oluşturucu yanıyla Sünni gelenek, Türkiye’de bir bütün olarak ilk defa derli toplu, eleştirel olarak bir çalışmaya konu edilmiştir. Yazara göre kendini bir hakikat ve dinin en doğru yorumu olarak temellendiren Ehl-i Sünnet söylemi, varlığını tehdit ettiğini düşündüğü yaklaşımlara karşı koyduğu gibi, onu bilimsel/ideolojik bir okumanın nesnesi/konusu yapan yaklaşımlara karşı da kendini savunmaktadır...