-HAYATI
-GİRİŞ
Osmanlı devletinin gerilemesinin ve Avrupa’nın ilerlemesinin Osmanlı münevverlerindeki yansımaları farklı olmuştur. Özellikle 1850’li yıllardan sonra bir çöküşün eşiğinde bulunan devletin içinde bulunduğu olumsuz şartları tersyüz edebilmek ve yeniden eski görkemli günlerine döndürmek için düşünce ve eylemleriyle öne çıkan aydınlar olmuştur. Tanzimat döneminden sora özellikle artan yenilik ve değişim arayışları aydınların dünyasında biz neden geri kaldık sorusunu ön plana çıkarmıştır. Batı karşısında günden güne kan ve güç kaybeden Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu kötü ve olumsuz şartları tersyüz edip tekrar eski mehabet ve görkemli günlerine dönebilmesi için arayış içinde olup fikir sancısı çeken entelektüellerden biri Prens Sabahaddin’dir. Sabahattin, oldukça çalkantılı ve gerilimli bir hayat yaşamıştır. Daha küçük yaşlardan itibaren okumaya düşkünlüğü ve bilimsel merakı üst seviyede olduğu görülmektedir. Sabahattin hem fikir ve düşünceleriyle hem de eylem ve aksiyonuyla 19. yüzyılın sonlarından itibaren çevresini etkileyip öne çıkan bir aktör olmuştur. Prens Sabahattin yaşamı ve fikirleriyle içinde bulunduğu toplumda sadece teorik ilgilerle değil aksine teorik düşüncelerini pratiğe geçirebilmek için eylemlerde bulunmuş, bu uğurda sürgünler yaşamış, nerdeyse hayatının çoğunu vatanından ayrı coğrafyalarda geçirmiştir. Eserlerini masa başında yukarıda değinildiği gibi teorik bir ilgi olarak değil, aksine bizzat gerçekliği gözlemleyerek, neden-sonuç ilişkisi içerisinde realiteden kopmadan bizzat tecrübe ederek yazmıştır. Sabahattin gençlik yıllarında Avrupa ülkelerine gitmiş, oralarda yaşamış, eğitim görmüş, Avrupai yaşamı bizzat gözlemleme imkanına sahip olmuş, Batı toplumlarının teknolojik, ve refah açısından ait olduğu toplumdan neden ileri olduğunu ve kendi ülke ve toplumunun neden geri olduğunu sormuş, son tahlilde bu soruların cevabı ile meşgul olmuştur. Bütün bu süreçlerin sonunda tahayyül ettiği devlet, toplum ve bireyler ile bunların tasarım ve tasavvurunu yazılarının ve söyleşilerinin satır aralarına dercetmiştir. Sabahattin demokrasi, insan hakları, adalet, eğitim, kalkınma vb. olgular açısından çok sevdiği ülkesinin içinde bulunduğu olumsuz ve sıkıntılı atmosferden sıyrılıp ideal seviyeye gelebilmesi için hem teorik çalışmalar hem de sürekli eylem içinde olmuştur.
-GİRİŞ
Osmanlı devletinin gerilemesinin ve Avrupa’nın ilerlemesinin Osmanlı münevverlerindeki yansımaları farklı olmuştur. Özellikle 1850’li yıllardan sonra bir çöküşün eşiğinde bulunan devletin içinde bulunduğu olumsuz şartları tersyüz edebilmek ve yeniden eski görkemli günlerine döndürmek için düşünce ve eylemleriyle öne çıkan aydınlar olmuştur. Tanzimat döneminden sora özellikle artan yenilik ve değişim arayışları aydınların dünyasında biz neden geri kaldık sorusunu ön plana çıkarmıştır. Batı karşısında günden güne kan ve güç kaybeden Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu kötü ve olumsuz şartları tersyüz edip tekrar eski mehabet ve görkemli günlerine dönebilmesi için arayış içinde olup fikir sancısı çeken entelektüellerden biri Prens Sabahaddin’dir. Sabahattin, oldukça çalkantılı ve gerilimli bir hayat yaşamıştır. Daha küçük yaşlardan itibaren okumaya düşkünlüğü ve bilimsel merakı üst seviyede olduğu görülmektedir. Sabahattin hem fikir ve düşünceleriyle hem de eylem ve aksiyonuyla 19. yüzyılın sonlarından itibaren çevresini etkileyip öne çıkan bir aktör olmuştur. Prens Sabahattin yaşamı ve fikirleriyle içinde bulunduğu toplumda sadece teorik ilgilerle değil aksine teorik düşüncelerini pratiğe geçirebilmek için eylemlerde bulunmuş, bu uğurda sürgünler yaşamış, nerdeyse hayatının çoğunu vatanından ayrı coğrafyalarda geçirmiştir. Eserlerini masa başında yukarıda değinildiği gibi teorik bir ilgi olarak değil, aksine bizzat gerçekliği gözlemleyerek, neden-sonuç ilişkisi içerisinde realiteden kopmadan bizzat tecrübe ederek yazmıştır. Sabahattin gençlik yıllarında Avrupa ülkelerine gitmiş, oralarda yaşamış, eğitim görmüş, Avrupai yaşamı bizzat gözlemleme imkanına sahip olmuş, Batı toplumlarının teknolojik, ve refah açısından ait olduğu toplumdan neden ileri olduğunu ve kendi ülke ve toplumunun neden geri olduğunu sormuş, son tahlilde bu soruların cevabı ile meşgul olmuştur. Bütün bu süreçlerin sonunda tahayyül ettiği devlet, toplum ve bireyler ile bunların tasarım ve tasavvurunu yazılarının ve söyleşilerinin satır aralarına dercetmiştir. Sabahattin demokrasi, insan hakları, adalet, eğitim, kalkınma vb. olgular açısından çok sevdiği ülkesinin içinde bulunduğu olumsuz ve sıkıntılı atmosferden sıyrılıp ideal seviyeye gelebilmesi için hem teorik çalışmalar hem de sürekli eylem içinde olmuştur.
1879
tarihinde İstanbul’da doğmuş olup asıl adı Mehmed Sabahattin’dir. Dedesi
Bahriye Nazırı Gürcü Halil Rıfat Paşa;
Babası Mahmud Celaleddin Paşa ve annesi Abdülmecid’in kızı Seniha
Sultan’dır(Ege,1977:3). Annesinin Osmanlı hanedanına mensup olması
nedeniyle yerli kaynaklarda
‘Sultanzade’ denilirken, batılı kaynaklarda ise ‘Prens’ unvanı verilmiştir.Normal
olarak prens denilebilmesi için hanedanın erkek soyundan gelmesi gerekirken kız
soyundan gelmesine rağmen prens lakabı
verilmiş ve bu şekilde ünlenmiştir. Osmanlı saray hiyerarşisinde soy konusunda
baba tarafı belirleyici olduğundan dolayı prens değil, Sultanzade’dir(Durukan,
2004: 145). Bir iddiaya göre prens unvanını Avrupa'da bir itibar elde
etmek için kullanmıştır.[1]
(Berkes, 1978: 389).
Küçük
yaştan itibaren konağında özel dersler almış olup, Kadınhanlı Emin ve Hoca
Hayret Efendiler, İsmail Sefa, Sadık Beliğ, Muallim Fevzi ve Hüseyin Daniş
Beyler hocaları arasındaydı. Ayrıca Fransızca ve resim muallimi geliyor ve
piyano dersi de alıyordu. Arapça, farsça ve Fransızcayı küçük yaşta öğrenmişti.
Daha erken yaşlarında Arapçasından İbn Haldun’un Mukaddime’sini Arapçasından
kolaylıkla ve vukufiyetle okuduğu anlatılmaktadır. Tütengil’e göre Mukaddime’yi
okuyan bir gencin Avrupa fikir hayatı ile yakından temasa geçince Le Play
mektebine ilgi duyması tabii karşılanmalıdır.(Tütengil,1954:19; Kuran,1943:39)
20
yaşında iken Lamartine’den Joceyln’i Türkçeye çevirdiği, 1899’da radyografi
denemeleri yaptığı laboratuvarının yanında özel araştırmaları için rasathane
kurmakla uğraştığını biliniyor. Haeckel, Buchner, Fouillee, Le Play, E.
Demolins kitaplarını okuduğu yazarlar arasında yer almaktadır. Özellikle E.
Demolins’in ‘Anglo-Saksonların üstünlüğünün sebebi nedir’ adlı eseri Sabahattin
üzerinde derin etkiler oluşturacaktır. Biyoloji ve tıp alanında da hayralık
uyandıracak bir bilgi birikime sahiptir. Tütengil, Sabahattin’in H.
Poincare’nin kitaplarını büyük bir dikkatle okumuş olduğunu, bu kitaplara
aldığı notları görerek şahit olduğunu; ve onun pozitif ilimlere karşı ilgisinin
onu natüralist ve pozitivst akımlara yaklaştırdığını vurgulamaktadır.
(Tütengil,1954:20; Okan,2008:480)
Tütengil,
babası Mahmut Celalettin Paşanın (1853-19003) oğlu üzerinde büyük tesiri
olduğunu vurgular. Baba Mahmut Celalettin Paşa rahat içinde olmasına rağmen
Abdulhamid yönetiminden memnun değildir. Tütengil’e göre o baskı yönetimiyle
daha köklü mücadele edebilmek için Avrupa’ya gitmekten çekinmemiştir.
Bu
bağlamda 1899 yılının son demlerinde babası Damat Mahmud Celalettin Paşa 2.
Abdülhamid yönetimine karşı yürüttüğü mücadele sonucu Sabahattin ve kardeşi Lütfullah Bey’le birlikte Osmanlı
ülkesini terk ederek Fransa’ya gitmek zorunda kalmıştır. Bu kaçış sarayda
endişeye yol açmıştır ( Tütengil, 1954: 17;Kuran,1943:62-66)). Kuran Sabahattin
ve kardeşi Lütfullah Bey’in işte bu dönemde siyasi olaylara ve memleket
meselelerine karıştıklarını belirtiyor.(Kuran,1943:66)
II. meşrutiyetin ilanına kadar
çeşitli yollarla istibdada karşı mücadele eden Sabahattin bir taraftan Jöntürk
grupları arasında işbirliği kurmaya öte yandan Türk davasını batı dünyasına
tanıtmaya çalıştı.1901 yılında kardeşi Lütfullah ile Sabahattin birlikte bir
beyanname[2]
yayınladılar.Bu beyanname 1902 yılında 4-9 şubat tarihleri arasında Paris’te
toplanan birinci Jöntürk kongresi üyelerine sunulmuştur. Beyannamede kısaca
memleketin içinde bulunduğu durum, Osmanlının tarihte adalet merkezli
uygulamalarından hareketle memlekette yapılacak şeyin hürriyet ve adaleti
tesis, metin ve ilmi terbiye olduğu vurgulanmış, çocukça nifak ve ayrılıkları
artık sonlandırmak gerektiği, aksi takdirde dünyadaki mevkiimiz muhafaza
edilemeyeceği ve artık varlık-yokluk arasında bir tercih durumunda olunduğu
belirtilerek şöyle denmektedir: ‘işte pederimizle birlikte her türlü refah ve
saadetimizi feda ederek ve her felaketi gözümüze alarak terki vatan
eylemekliğimize sebep bu vazifeyi mukaddeseyi ifa
arzusudur’.(Kuran,1943:86;Tütengil,1954:22-24) Kongre, Prens Sabahattin Bey'in
konuşmasıyla açılmış olup, müzakerelerde
şu iki nokta üzerinde durulmuştur:
a) Sadece propaganda ve yayınlarla inkılâp yapılamaz.
Bu nedenle askeri kuvvetlerin de ihtilal harekâtına katılmalarını sağlamaya çalışmalı.
b) Yabancı hükümetlerin
müdahalesini davet yoluyla memlekette ıslahat uygulamalarına başlanmalı. İkinci
görüş Ermenilerden geliyordu.Sabahattin bu konuda yabancı müdahalaenin ülkemize
yarar getirmyeceğine vurgu yapmı bununla birlikte içinde bulunulan şartlarında
bunu gerektirdiği şeklinde konuşma yapmıştır. Müzakereler sonunda toplantıda
müdahale yanlıları ve karşıtları olmak üzere iki grup meydana
gelmiştir.(Kuran,1943:98-99)
Kongrede başkan seçilmesine rağmen nihai hedef
konusunda gruplar arasında anlaşma sağlanamamıştır (Okan, 2008: 480).
Osmanlı
Devleti’ni ve halkını merkeze alan düşüncelerle Prens Sabahattin, kendisiyle
birlikte aynı kanaati paylaşan arkadaşları Dr. Nihat Reşat ve Fazlı Beylerle
Paris’te Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’ni kurmuştur ve bu
şekilde o, İttihatçılardan ayrılmıştır. Bu ayrılığın temelinde yukarıda da
anlatıldığı gibi baskı yönetiminin son bulması için yabancı bir ülkenin
müdahalesini benimseyenler ve reddedenler şeklinde gruplaşma yatmaktadır. Sabahattin
müdahaleciler tarafında olup beklenen dönüşümün yayınlarla başarılamayacağını
askeri bir müdahalenin gerekli olduğunu düşünmekte; bu amaçla Malta ve Atina’ya
giderek bir ihtilal projesi hazırladığı görülmektedir. Müdahale karşıtlarının
başında ise Ahmet Rıza olup onlarda İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni
kuracaklardır.(Tütengil,1954:25-26)
Söz
konusu yeni kurulan cemiyetin
görüşlerini açıklamak üzere Paris’te
çeşitli gazetelerde yazılar yazmıştır sonra da kendisi bu maksatla
1908’e kadar Terakki gazetesini çıkarmıştır. Tütengil, bu derginin Teşebbüsü
Şahsi ve Ademi Merkeziyet cemiyetinin fikirlerini yaydığını, sadece haberlerle
yetinmediğini, E. Demolins’ten tercümeler de yayınlanmış olup Sabahattin’in
daha sonra kitaplarında yer alan fikirlerin ilk şekillerinin Terakki’de
bulmanın mümkün olduğunu söylüyor.(Tütengil,1954:27)
Sabahattin’e
Ahmet Rıza’nın başkanlık ettiği ikinci Jöntürk kongresi 1907 yılında 27-29
aralık tarihleri arasında Paris’te toplanmış, yayınlanan beyannamede
taleplerinin Abdulhamid’i tahtından feragate zorlama, şu andaki yönetimin
temelden değişmesi Meşveret ve meşrutiyetin tesisi olduğunu belirtmişlerdir.
Bütün bu faaliyet ve çabalar meyvesini vermiş, 1908 yılında meşrutiyet ilan
edilmişir. Bu süreçle birlikte
Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti ile İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin birleştiği kamuoyuna ilan edilir. Bu şekilde iki cemiyet
arasındaki anlaşmazlık geri planda kalmış olup şimdilik görünmez
olmuştur.(Tütengil;29;Okan, 2008: 482).
II.
Meşrutiyetin ilanıyla İstanbul’a dönerken büyük ümitler taşıyordu. Memleket
meşrutiyete kavuşmuştu ama durum bu kadar basit değildi. İstibdat gerçekten
yıkılmıştı ama şimdi de bir vakıa olarak ortaya çıkan İttihat ve Terakki
despotizmi tezahür etmeye başlamıştı.(Tütengil,1954;30) 2.Meşrutiyetin ilanıyla
birlikte 2 Eylül 1908’de ülkesine dönen Prens Sabahattin, bir dizi
konferanslarla halkı aydınlatma çaba ve gayreti içine girmiştir. Görüşlerini
benimseyen Ahrar Fırkası mensuplarının ısrarlarına rağmen aktif politikaya
girmemesine rağmen fırka, Prens Sabahattin’e olan yakınlığı sebebiyle ona
atfedilmiştir 1909’daki meşhur 31 Mart Vakası’ndan sonra iktidara gelen İttihat
ve Terakki idaresine karşı açıkça muhalefete geçmiştir.31 Mart hadiselerine
karıştığı ileri sürülerek bir süre hapsedildiyse de bilahare özür dilenerek
serbest bırakılmıştır. (Uçman, 2007:
341).
II.
Meşrutiyetten sonraki süreçte İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin baskıcı
politikalarına maruz kalan ve bu politikalara karşı çıkan Prens Sabahattin’e en
ağır tenkit ve hücumlar cemiyetin basındaki sözcüsü Hüseyin Cahid Bey’in
Tanin’de çıkan yazılarından gelmiştir Ahrar fırkasının onunla anılmasıyla
birlikte İttihat ve Treakki’nin öne çıkan yazarlarında olan Hüseyin Cahit
Yalçın İntihabat Entrikaları başlığıyla makale yayınlamış ve bizzat
Sabahattin’i hedef almış ve gerçekliği şaibeli olan bir sürü ithamlarda
bulunmuştur. Sbahattin ise bu ithamlara cevap vermiştir. (Ülken, 1966: 544).
Balkan
Savaşı sırasında Sultan Reşat’a hitaben yazığı bir makalede gerçek düşmanın dışarıda değil, sosyal yapımızda
olduğunu ileri sürerek tembelliğin ve merkeziyetçi yönetimin Osmanlı Devleti’ni
yokluğa mahkum edeceğini vurgulamıştır. Hem bu yazısı hem de Mahmud Şevket Paşa suikastine adı karışması
yüzünden bir kez daha tutuklanmıştır. 1913’te serbestbırakılınca tekrar Paris’e gitmiştir.Bu dönemde İttihat
ve Terakki Cemiyetinin ileri gelenleriyle olan anlaşmazlığı devam etmiştir.
Gerek cemiyeti gerekse devlet idarecilerini uyarıcı ve yol gösteren mektup ve
makaleler kaleme almıştır (Altuniş-Gürsoy, 2003: 168b).
Bir
yıl sonra birinci dünya savaşına katılır. Sabahattin Türkiye’nin savaşa
girmesine ve Almanyanını anında yer almasına kesinlikle karşıdır. Barış
anlaşması imzalanması için münferit olarak büyük caba göstermiştir. Dünya
savaşında yenilgiye uğrayıpitihat ve terakki lid aralık erlerinden bir kısmı
Türkiye’yi terk ettikten sonra Türkiye’ye dönebilmesi mümkün olmuştur.(8
aralık1919) Tütengil,46-47
1.Dünya
Savaşı’nın ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin sona ermesi ile birlikte 1919
yılında İstanbul’a dönen Prens Sabahattin. 1920’de tekrar yurt dışına
çıkmıştır. O tarihlerde devam etmekte olan Anadolu’daki Milli Mücadele
hareketini desteklemesine rağmen Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından Osmanlı hanedanı mensuplarını sınır dışı
eden kanunun yürürlüğe girmesiyle Mart 1924’te ülkesini terk etmek zorunda
kalmıştır. Ölene kadar da ülkesine geri dönememiştir.Hayatının son senelerini
İsviçre’de geçiren Prens Sabahattin,30 Haziran 1948’de Neuchatel’de vefat
etmiştir. Naaşı İstanbul’a getirilerek babası ve dedesinin de olduğu
Eyüpsultan’daki aile mezarlığına defnedilmiştir. (Uçman,2007,341)
Taha
Toros, kendi özel arşivindeki belgelerde şöyle demektedir:
’Sabahattin
Bey hayatını milletinin özgürlüğüne, yükselmesine adamış nazik, bilinçli bir
siyaset adamıdır.Eğitimci ve sosyolog olan Sabahattin Bey, yaşadığı yılların
politik fırtınaları arasında, aşırı partizanlarla tecrübesiz iktidarlar
tarafından ezilmek istenmiş, insafsız bazı yazarlar tarafından hü cumların en
ağırına, azılı komitecilerin çirkin oyunlarına hedef olmuştur.Oysa çökmekte
olan imparatorluğun başı ile, demokrasi ruhu içerisinde, savaşa çıkmış ve
Avrupa’da bu amaçla dalgalandırılan bayraklardan birini elinde taşımıştır…….70
yıllık ömrünün yarısmdan fazlasını sürgünlerde, gurbette geçiren fikir
adamımız, hayatının baharından başlayarak, yurdundan dört kez mahrum edilmiş,
sonunda vatansız bir adam ve âdeta bir suçlu gibi, ilgisiz, yardımsız, beş
parasız kalmanın yürekleri sızlatan acılığı içerisinde. İsviçre’nin bir köyünde
— hatta misafirliğine gittiği ünlü bir virtüözün evinde— bir gurbet şehidi
olarak gözlerini kapamıştır.’ (Toros,(?))
-ESERLERİ
Sabahattin’in
eserleri yukarıda zikredilmiş olup aşağıda sırasıyla yer almaktadır:
-Teşebbüs-i Şahsi ve Tevsii Mezuniyet
Hakkında Bir İzah,
-
Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet hakkında ikinci bir izah,
-İttihat
ve Terakki Cemiyeti’ne Açık Mektuplar ve
-Türkiye
Nasıl Kurtarılabilir?
Teşebbüs-i Şahsi ve Tevsii Mezuniyet Hakkında
Bir İzah(s.43-65)
Sabahattin
bu eserinde savunduğu adem-i merkeziyet anlayışı üzerinde duruyor ve yanlış
anlaşılması ile ilgili noktalara değiniyor. Yazar, eserinde ademi merkeziyeti,
vali ve diğer memurların yetkilerin artırılması, genel meclislerin bir an önce
açılması, halkın verdiği verginin harcama yerini en uygun bir şekilde
belirleyip kontrol etmeye alıştırmak olarak açıklıyor. Ademi merkeziyet
düşüncesinin uygulanmasıyla ile bölgesel farklılıkların dikkate alınacağına
vurgu yapıyor. Eser ayrıca özel teşebbüs, memurluk, eğitim konularında görüş ve
eleştirileri içeriyor. Özel teşebbüsü bir toplumu meydana getiren fertlerden
her birinin hangi toplumda olursa olsun yaşamak için ailesi, akrabası ve
hükümete dayanmak yerine doğrudan doğruya kendine güvenmesi, başarısını kendi
girişiminde araması olarak tanımlıyor. Gerçeklikte memurluğun ise özel teşebbüs
fikrine aykırı olduğunu; gençlerin memurluk düşüncesiyle başarılarını
kendilerinde değil, devlete dayanarak aradıklarını belirterek klasik memurluk zihniyetini ve pratiğini eleştiriyor.
Merkeziyet-eğitim ilişkisini irdeleyip yazar dünyanın çok hızlı bir değişim ve
dönüşüm yaşadığını; bu minvalde yeni ihtiyaçların yeni donanımları
gerektirdiğini öne sürüyor. Bu yeni donanımlarında özel teşebbüs, bilgi ve
dürüstlük olduğunu belirtiyor. Yazar bütün ülkelerde olduğu gibi Türkiye’nin
kurtuluşunun da milli eğitimin ıslahına bağlı olduğunu; eğitimin temel
hedefinin ise beden, fikir ve ahlak yoluyla bireysel yeteneği geliştirmek olduğunu ifade ediyor. Eğitim konusunda
ayrıca teorik bilgiden ziyade pratik ve uygulamaya yönelik eğitimin
gereklilikleri konu ediliyor.
Teşebbüs-i
Şahsi ve Adem-i Merkeziyet hakkında ikinci bir izah(s.65-99)
Ahrar
fırkasının Sabahattin’e atfedilmesi sürecinde
ve gayri Müslimlerle ilişkisi bağlamında
Hüseyin Cahit Yalçın, İntihabat Entrikaları başlığıyla bir makale
yayınlandı. Bu makale Yalçının Sabahattin’e karşı duyduğu kötü niyetin bir
tazahürüydü. Bu yazıda milletvekili seçimleri etrafında çevrilen bir takım
entrikalardan bahsediyor, Sabahattinin fırkası ile patrikhane arasında anlaşma
olduğundan, ademi merkeziyetin ise midillinin sakızın ve diğer adaların hep
birer Girit olması hep Yunan hakimiyetine terkedilmesi için birer hazırlık
olduğundan dem vurulmaktadır. Sabahattin ise mebusluk, Rumlarla işbirliği,
fırka-i Ahrara iltihak vb.ithamların asılsız olduğunu belirtiyor ve ‘biz ne mebusluğa, ne memurluğa namzet
olduk.Hiç bir kuvvei beşeriyeden hiçbir muavenet talep etmedik. Devletimizden
şahsımız namına isteyeceğimiz tek bir lütuf varsa o da gölge etme başka ihsan
istememden ibarettir’ şeklinde cevap veriyor.
Eserde
ayrıca vergi, yargılanma ve maarif meselelerinde Hristiyanların ademi
merkeziyetten ne kadar istifade ettiklerini, biçare Türklerin ise müthiş bir
merkeziyetin pençesinde ezildiğini belirtiliyor.
İttihat
Ve Terakki Cemiyeti’ne Açık Mektuplar(Mesleğimiz Hakkında Üçüncü ve Son Bir
İzah)(s.99-225)
Sabahattin’in
bu kitabı 1910-11 yıllarında Paris’te yazdığı mektuplarla makalelerden
oluşmaktadır. İttihatçılar tarafından öne sürülen ithamları cevaplandırmakta ve
özellikle eğitim meselesi üzerinde durmaktadır. Kitapta meşrutiyetten önceki ve
sonraki eleştiri ve ithamlar ele alınmıştır. Sabahattin, Abdulhamit
devrildikten sonrada istibdatın devam ettiğini belirtiyor ve bu durumun eğitim
sistemimizden doğan acizliğin ürünü olarak ifade ediyor.
Sabahattin
kitabında ilerleme ve üstünlüğün hangi toplumsal şartlar içerisinde ve hangi
araçlarla meydana geliyor sorusuna cevap arıyor. Soruyu cevaplandırmada İlm-i İctima’ın (Science Sociale)nin
toplumsal sınıflandırmasından hareket ediyor: cemaatçi (toplumcu) yapı ve bireysel yapı olarak iki farklı toplum
tipolosini ele alıyor. Toplumu merkeze alan sisteme mensup topluluklar dayanak
noktalarını kendilerinde bulamadıklarını, aksine aile, cemaat fırka ve
hükûmetlerinde aradıklarını belirtiyor. Bireysel girişimi temel alan
milletlerin ise dayanak noktalarını kendilerinde bulduğunu ve bu memleketlerde kabiliyetleri yüksek,
müteşebbis, bağımsız toplumlar meydana geliyor.
Yazar,
kurtuluşu tarımda görüyor, köylülerle
ekonomik konumları gittikçe daralan şehirli gençler arasında toplumsal
ilişkiler oluşturarak Anglo-saksonlarda centilmen sınıfının yerine getirdiği
rolü gençlere yüklüyor.
Yönetimde görülen bütün bozuklukların teşebbüs
yokluğu ve merkeziyet yönetiminin bir sonucu olarak ele alınabileceğini ve
ıslahata ademi merkeziyet yaklaşımıyla
başlanmasının gerekliliği üzerinde duruyor.
Ayrıca
eserde milletlerin siyasi araçlarla
kurtulacaklarını sanmayı bir tehlike olarak değerlendiriliyor ve yaşanan
sıkıntı ve sefaletlerin temel nedenlerini ortaya çıkarıp onları izale
etmekdikçe siyasi yönetimlerin değişmesiyle çözüm bulunamayacağına vurgu
yaparak şöyle diyor: ‘Abdülhamid’in
gitmesiyle bir şey değişmez: o gider başkaları gelir’.
Türkiye
Nasıl Kurtarılabilir?(s.225-289)
Sabahattin’e
göre yapılacak ilk şey toplumsal
hastalıkların bilimsel bir teşhisi ve tahlilidir. Bunu başarı ile
yapabilmek için ilm-i içtimaya dayanmak şarttır. Günümüz ilimleri gözlem ve deneye dayanmakta olup ilm-i içtima da
gözleme dayanır ve çözümlemeler yapar ve bunu sınıflandırma ile sentez takip
eder.İlmi içtima biyolojiyi kendisine örmek alıyor denebilir. Doğuşunu Le Play,
Henri Tourville, E. Demolins’e borçlu olan ilmi içtima basitten karmaşığa doğru
giden bir metot kullanmaktadır. Bu ilim farklı toplumsal sınıflara ait
oluşturduğu monografilerle kurulmuştur. İlmi içtima aracılığıyla bizzat
görmediğimiz tanımadığımız bir memleketin toplumcu veya bireyci yapılardan
hangisine mensup olduğu anlaşılınca hemen
temel çizgileri itibariyle belirli bir geçim tarzı, bir takım temel
özellikler ortaya çıkıyor. Korkunç ve derin uçurumlarla dolu dehşet verici bir
gece yolculuğunu güçlü bir projektörle nasıl tehlikesiz bir duruma getirmek
mümkünse Science Sociale sayesinde toplumsal yaşamın en zor ve girift
problemlerini aydınlatıp açıklayarak gelecek yolcuğunu bu şekilde güvenlik
altına almak mümkün olur. Yazara göre çevreye Social Science perspektifiyle
bakıldığında gerçeklik net bir şekilde ortaya çıkar: Örneğin İspanya’da da
İngiltere’de de Kuzey ve güney Amerika’da da cumhuriyet var ve cumhuriyetle
yönetilmektedirler. Oysa bu toplumlar arasında büyük farklılıklar söz
konusudur. Bu büyük farklılık hükümet şekillerinin benzerliğinden değil, aksine
sosyal yapılarının farklılığından ileri gelmektedir. Devleti bireyin önünde
gören cemaatçi yapılarda yönetim şekli mutlakıyet, meşrutiyet ve cumhuriyet
hangisi olursa olsun sonuç hep aynıdır: Siyasi zorbalık ve sosyal yoksulluklar…
Bunlardan anlaşıldığı gibi yazar burada cemaatçi ve bireyci yapılar arasındaki
farklılıklar ile bunları açık ve net bir şekilde görünmesini sağlayan Science
Socialenin bilimsel bir yöntem olarak önemine işaret etmektedir. Ve bunlardan
hareketle dünyada bunlara örnek verilecek toplumsal yapıları bu teori
aracılığıyla karşılaştırıyor. Yazar son tahlilde sorular yöneltiyor ve cevap
veriyor: Doğu’nun niçin bilgisiz, yoksul ve geri olduğunu; Batı’nın niçin
aydın, zengin ve gelişmiş olduğunu sorarken cevabın Science socieale verdiğini
öne sürüyor: Çünkü Doğu tamamen cemaatçi yapının, Batı ise bireyci yapının
etkisi altındadır. Cemaatçi yapıda varlık problemi çalışma, mülk, aile, kabile,
parti veya devlete dayanılarak çözülmek istenirken bireyci yapıda ise birey
varlık problemini hayatın bütün zorluklarını kendi gücü ve özel teşebbüsüne
dayanarak çözmeye çalışır.
Hayrettin GÜL
Kaynaklar
Altuniş-Gürsoy,
Belkıs. Prens Sabahattin. Tarihi, Kültürü Ve Sanatıyla Vı. Eyüp Sultan
Sempozyumu, Tebliğler, 23-27 Mayıs 2002, Eyüp Belediyesi, İstanbul, 2003.
Berkes, Niyazi (1978) Türkiye’de Çağdaşlaşma
Durukan,
2004: 145). Durukan, Kaan (2001), “Prens
Sabahaddin Ve İlmi İçtima, Türk Liberalizminin Kökenleri, Modern Türkiye’ De
Siyasi Düşünce Cilt 1”, İstanbul, İstanbul.
Ege, Nezahat Nurettin (1977), “Prens
Sabahaddin Hayatı Ve İlmi Müdafaaları”. Güneş Neşriyat, İstanbul
İzgöer, Ahmet Zeki, (2013) İttihat Ve Terakki'ye Açık
Mektuplar Türkiye Nasıl Kurtarılabilir? Ve İzahlar, Dby Yay.
Kuran, Ahmet Bedevi,(1945) İnkılap Tarihimiz ve Jön Türkler, Tan Matbaası
Okan, Oya
(2008), ‘Prens Sabahattin Literatürü Üzerine’, Türkiye Araştırmaları Literatür
Dergisi, C.6
Toros, Taha, Özel Arşiv
Tütengil,
Cavit, (1954) Prens Sabahattin, Geçit Yay. İstanbul Matbaası
Ülken, Hilmi Ziya (1966), “Türkiye’de Çağdaş
Düşünce Tarihi”, Konya.
Uçman, Abdullah (2007),
Prens Sabahaddin, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cilt:34
Yorumlar
Yorum Gönder