Bu bölümde ana hatları ile dinlerde var olan bölünmelerin (mezhep, sekt, cemaat vb….) sosyolojik bir vakıa ve adeta bir zorunluluk olduğuna yer verilecektir. Dinlerdeki parçalanma ve bölünmenin dinin temel öğretilerinden daha çok, dinin farklı bileşenlerle ilişkiye girmesiyle ve daha çok dünyevi motifli taleplerle gerçekleştiği konu edilecektir. Dinlerde ilk zamanlarda ortaya çıkan referans çerçevesi veya dini epistemik cemaatin ortaya koyduğu bilgi stoku ve bu bilgi stokunu referans alan takipçilerin yaklaşım ve ilavelerinin sonraki nesiller için ne kadar hayati öneme haiz olarak görüldüğüne yer verilecektir. Kısaca mezheplerin insanların yani dini bilgiyi her dönemde üreten ve onun sürekliliğini gelecek nesillere aktararak sağlayan dinsel uzman aktörlerin yani alimlerin ve onların takipçilerinin dini anlama ve uygulama biçimlerinin bir tezahürü olduğu üzerinde durulacaktır. Mezheplerin oluşması ve tarihsel akış içerisinde yaşadığı evrimde Söz konusu dini aktörlerin içinde yaşadıkları coğrafya, tarih, kültür, iktidar ilişkileri, bağlı oldukları gelenek ile zihinsel kodlar vb. unsurların oldukça önemli olduğu görülecektir. Bu bölüm ileride ele alacağımız haricilik, Şiilik ve özellikle Sünniliğin ortaya çıkmasında ve tarihten günümüze farklı formlara bürünerek ulaşmalarını anlamada adeta teorik bir zemini oluşturmaktadır. Sonraki bölümde sırasıyla Haricilik, Şiilik ve Sünniliğe yer verilecek olup tarihten günümüze Sünniliğin kısa tarihi ana hatları ve kırılma noktalarıyla anlatılacaktır.
Din, insanın düşünce ve ruh dünyasında bir takım manevi yansımaları olduğu gibi bir sosyokültürel, tarihsel ve toplumsal ortamda tezahür etmektedir. Dinin hem bireysel hem de toplumsal alanda bir takım yansımaları ve fonksiyonları vardır. Toplumsal sistemlerin üç temel unsuru olup bunların birincisi insanlar, ikincisi gruplar, üçüncüsü ise toplumsal ilişkilerdir. Toplumsal ilişki ise insanların toplum halinde örgütlenmelerini ifade eden önemli bir sosyal olgudur. (Akyüz ve Çapçıoğlu, 2012:507)
Din ve toplumun karşılıklı ilişki ve etkileşimi bağlamında tezahürleri en küçükten en büyüğe kadar grup ve topluluklarda görünür olur. Dinin, dini grup ve topluluklarda tezahür biçimine geçmeden önce sosyolojik anlamda grup ve sosyal grup kavramları üzerinde durmak gerekecektir. Grup, karşılıklı ilişkide bulunan insanlar olarak tanımlanmaktadır. Daha geniş anlamda grup, ortak sosyal amaçları takip eden, sosyal
normlar, ilgiler ve değerlere göre karşılıklı roller icra eden bireylerin tanınabilir, yapılaşmış sürekli birlikteliğidir.(Fichter, 2012:61-63.) Sosyal grup ise yoğunluğu, büyüklüğü ve sayısı çok farklı olabilen insan toplulukları olarak ifade edilmektedir. Grupta ona anlam veren belirli “norm”lar, onun varlığını meşrulaştırıcı bir “ideoloji” ve grup üyelerini birleştiren “moral ” öğeler bulunmaktadır.Sosyal gruplar, insanların bir araya toplanmaları sonucu ortaya çıkan topluluklardır. Ancak insanların her bir araya gelmeleri sosyal grubu oluşturmaz.(Günay,1998, :234-235). Bunun için sosyal grupların bir takım özellikleri vardır. Bu özellikler temel olarak sosyal grupların hem içeriden hem de dışardan tanınması, roller ve statülerin olduğu bir sosyal yapı, bu sosyal yapıda bir takım karşılıklı ilişkilerin, kendine özgü davranış normlarının varlığı, grup üyeleri arasında ortak ilgi ve değerlerin paylaşılması ve ortak hedeflerinin olması şeklinde ifade edilebilir.(Fichter, 2012:61-62).
Dini gruplar sosyal grupların özel bir türünü oluşturmaktadır. Toplumsal dünyada din sürekli bir toplulukta bir cemaat, ümmet, bir grup veya bir topluluk içinde tezahür etmektedir. Temelde din tabii dini gruplar ve sırf dini gruplar olmak üzere iki ana kategoride değerlendirilmektedir. Birincisi tabii dini gruplardır. Dinin, aile, klan, kabile, mahalli birlikler yani “köyler ve şehirler, millet ve yaş grupları gibi organik bir cemaat içinde hayat bulduğu gruplardır. Tabii dini grupların üyeleri kan veya evlilik, akrabalık ya da komşuluk bağı gibi organik cemaat bağlarıyla birbirlerine bağlı gruplardır. Wach, doğal dini grubun uyumunu artıran ek bağlardan birinin din olduğunu bununla birlikte o dinin içerdiği nitelikleriyle aynı zamanda güçlü bir bağ olduğunu da vurgulamaktadır (Wach, 1995:91).
Dini grupların ikincisi sırf dini gruplar olarak isimlendirilmektedir. Din bağı ile birbirine bağlanmış topluluklardır. Bu tür gruplarda manevi ve dini bağ tabii bağlardan daha güçlüdür. Bu gruplarda üyelerin birbirleri ile olan ilişkileri din kardeşliği temeline dayanır. Yeni bir dini inanç etrafında toplananlar ortak dini tören ve ritüellerle birbirleriyle bütünleşirler ve dış dünyaya karşı yeni bir tutum oluştururlar. Bu durum yeni dinin üyelerini geleneksel toplum içinde farklılaştırır ve hatta yalnızlığa sevk eder. Geleneksel toplumdan kopan bir sırf dini grubu öncekilerden ayıran başlıca özellikler orada yeni bir dünya görüşü, yeni bir toplum düzeni ve farklılaşan değer biçimleridir.
Gizli cemiyetler, sır cemiyetleri, ilkel ve milli dinler ve evrensel dinler olarak ifade edilen müesses dinler sırf dini gruplara örnek olarak gösterilebilir (Günay,1998:252-253).
Bu noktada çalışmamız ağırlıklı olarak sırf dini grup türlerinden olan ana dini grup, sekt, mezhep, tarikat vb. konular çerçevesinde olduğu için ağırlıklı olarak bu kavramların sosyolojik açıklamalarına yer verilecektir. Gizli cemiyetler nispeten tekâmül etmemiş kendine özgü bir teşkilatı olan, cemiyetin doğuşuna sebep olan temel motifin büyüsel ve dini niteliklerini kapsayan ve üyelikte kademe kademe çetin aşamaların olduğu yapılardır (Wach, 1995:159-161). Sır cemiyetleri ise geleneksel ve kurulu dine karşı bir tepki hareketi olarak başlar. Bu şekilde oluşan dinî grup sağlam bir tarzda yerleşerek varlığını uzun yıllar sürdürebilir veya t ersine çok kısa ömürlü olabilir. Sır kültü, grup üyeleri tarafından büyük bir gizlilikle saklanır. Antik Greko-romen dünyası sır kültlerinin klâsik örnekleriyle doludur. (Günay,2010:14) Sırf dini grup tiplerinden biri de evrensel dinlerdir. Evrensel dinleri karakterize eden önemli bir husus dini tesis eden bir şahsın (peygamber, din kurucusu) varlığıdır. Bu açıdan bu tipolojiye sahip dinlere kurumsal dinler denir. Buda, Konfüçyüs, Hz. İsa ve Hz. Muhammed birer din kurucusudurlar. Din kurucuları dini yaymaya başladıkları andan itibaren çevrelerinde küçük grubun oluşmaya başladığı görülür. Din kurucusunun etrafında birleşen ilk dini cemaat daha sonra bütün karmaşık yapısıyla teşekkül ederek ve kurumsallaşarak bir ümmet veya kilise görünümüne bürünecek ve dini cemaatin temelini oluşturacaktır. İlk dini cemaat içerisinde görülen yaş, cinsiyet, soy, mevki, statü ve fonksiyon farkları ileride oluşacak farklılaşmanın ilk habercileri olarak görülebilir (Günay, 1998:253-261).
Mezhep ve tarikatların ortaya çıkışını toplumsal değişim süreçleri (bedevi-hadari) bağlamında açıklayan İbn Haldun’a göre bedavet doğal, temel ve asıldır. Hadaret ise aslın fer’i, uzantısı ve suni bir görünümü durumundadır. Bu nedenle toplumsal değerler bedevilerde sağlam, hadarilerde ise bozulmuş şekildedir. (İbn Haldun, 2009:791) İbn Haldun’a göre bedevilikten hadariliğe geçen toplumlarda toplumsal ve zihinsel değişimle birlikte dinin anlayışta da bir takım değişimler ortaya çıkar. İbn Haldun hadarilikte bir dini bozulma vakasından bahseder. Hadari ortamda insanlar lüks ve konforun oluşturduğu adet ve geleneklere itaat etmesi sonucunda ruh kirlenir. Bu süreçte kişi dinin emir yasaklarına riayet konusunda gevşeklik gösterirken diğer
taraftan dini olduğu gibi anlama kabiliyetini de kaybeder. Artık din kâmil manada yaşanmadığı gibi içinde bulunulan şartlar çerçevesinde din bireyin telakkileri ekseninde yorumlanmaya başlar. İşte söz konusu "dini bozulma", iki farklı yaşam biçimine sahip birey ve toplumların bedevilikten hadariliğe geçtiklerinde meydana gelir. Bedevilik şartları içinde doğan dinin hadarilik şartlarına göre yorumlanması dindeki bozulmanın sebebi olarak ortaya çıkar. Din asli ve saf şekilde sadece bedevilerde bulunur. Hadarilerde ise dinin asli şekli değil, mezhep ve tarikat haline gelmiş şekli mevcuttur. Bu noktada mezhep ve tarikatlar esas itibariyle dini bozulmanın bir ifadesidir. Kısaca İbn Haldun’a göre din bedevilerin, mezhep ve tarikat ise hadarilerin iman şeklidir. (İbn Haldun,2009:676-678)
Weber, sosyal grupları geleneksel, kanuni ve karizmatik gruplar olmak üzere üçe ayırmış ve üçüncü grupla karizmatik bir çekiciliğe sahip bir önderin çevresinde toplanmış grupları ifade etmektedir. Karizma temelde dini olana işaret ederken karizmatik grup ise bir dini önderin veya kurucunun etrafında toplanıp bütünleşen dini cemaati anlatır. Bu yeni dini cemaatte karizmanın sahibi din kurucusunun ölmesi önemli bir değişimin başlangıcı anlamına gelmektedir. Grup kendisini oluşturan, belirli ilkeler çerçevesinde bütünleştiren merkezi şahsiyeti kaybetmiştir. Bu durum dini grubun yapısında temel değişimlerin yaşanmasına sebep olacaktır. Artık grup dağılma veya parçalanma durumuyla yüz yüzedir. Yeni süreçte dini grubu parçalanmadan bir arada tutan en etkili unsur ise kurucunun bıraktığı dini ilkeler, inançlar ve dini pratiklerdir. Bu süreçle birlikte grup bağı karizmatik niteliğini kaybeder ve yerini din kurucusunun oluşturduğu din teorisi, inançlar, ibadetler, ayin ve törenler, gelenek ve göreneklere ve kurumsallaşmaya bırakır. Bu aşamada dinin sözlü gelenekleri yazılı hale getirilir, yazılı kurallar ise kitaplaştırılır. Dini inanç ve pratikler temelden yeni tanım ve açıklamalarla ortaya konur. Bu açıdan artık açıklanıp belirlenen dinin temel inanç esasları ile ilgili olarak yapılacak her yeni açıklama ve düşünceler resmi ve Sünni (ana dini grup) dini yaklaşımdan bir sapma olarak değerlendirilecektir.(Wach, 1995:190; Günay, 1998:263)
Evrensel nitelikli her din oldukça farklı kitleleri aynı inanç etrafında bir araya getirme yeteneğine sahiptir. Oldukça heterojen bir görünüm arz eden bu kitleler dini durumları, ihtiyaç ve eğilimleri açısından aralarında büyük farklılıklar olacaktır. Söz konusu kitlelerin dini anlama, uygulama ve dindarlık biçimlerinde de çeşitli kurumsal
aidiyetleri gündeme gelecektir. Hemen her dinde tezahür eden mezhepler ve tarikatlar aracılığı ile ortaya çıkan farklı oluşum ve kurumsallaşmalar bu durumun karakteristik örneğidir. Hemen hemen tüm dini grup ve cemaatlerin ve evrensel büyük dinlerin oluşan ana eğilimlerine karşı birçok ikaz, itiraz ve protestolarla karşılaşmışlar ve netice de birçok alt gruplara bölünmüşlerdir. (Günay, 2010:25-27)Bu noktada dini grupların tipolojik sınıflandırmasında bir kısım temel kavramlara değinmek gerekecektir. Din sosyolojisinde kullanılan kilise, mezhep, sekt, kült, yeni dini hareketler, tarikat vb. sınıflandırmalar yapılmıştır. Kilise, ana dini bünye, büyük dini cemaat veya ümmet, birçok mezheplerin toplamından teşekkül eden büyük topluluğu ifade eder. H. R. Niebuhr, kiliseyi doğal sosyal gruplarla karşılaştırmakta bir kimsenin normal olarak bir milletin içinde olduğu gibi bir kilise cemaatinin içinde doğduğunu ifade eder (Günay,1998:281) Benton Johnson’a göre kilise içinde bulunduğu toplumsal çevreyi onaylayan bir dini grup iken mezhep ise içinde bulunduğu çevreyi reddeden bir gruptur (Dawson,2012:362). Wach ise kurum kavramının tam olarak kiliseye tekabül ettiğini ifade etmektedir. Bununla birlikte kiliseler yapısal noktalarda birbirlerine benzemelerine rağmen kendilerini açıklamalarında, teoloji, kurtuluş doktrini ve eskatoloji konuların da büyük farklılıklar gösterirler. Kilise kavramı sadece niteleyici bir terim değil, belli bir ideale dönük belirli bir doktrini içeren normatif bir yapıdır. Farklı şekillerde kiliseler ortaya çıksa da tek bir kiliseden bahsedilir, o da Hristiyan kilisesidir (Wach, 1995:191192). Kilisenin dışındaki dini grupları ifade etmek için kullanılan kavramlardan biri de sekttir. Sekt kavramı farklı inanç ve ritüelleri ile yerleşik ve kurumsallaşmış ana dinî yapıdan ayrılma sonucunda ortaya çıkmış bir dinî örgütlenme şeklidir. Genellikle kiliselere ve mezhepleri protesto etmek için ortaya çıkmış bir alt-grup anlamında kullanılmaktadır. Toplumun çoğunluğunun inanç, değer, doktrin ve geleneğini reddeden küçük ve içe dönük dinî grupları ifade etmektedir. Kendisinin dışındaki diğer dinî grupların ve sektlerin gerçek olmadığı iddiasına sahiptir. Kurumsallaşma ve entelektüel bağlılık eğiliminin zayıf olduğu, üyeliğin gönüllülük esasına dayandığı ve duygusal bağılığın ön planda olduğu, kutsal metinlerin literal yorumlarının temel alındığı görülür. (Kirman, 2004:196) Sekt, başlangıçta kilise dışındaki çeşitli dini organizasyon biçimlerini ifade ediyordu. Sonraki süreçte olumsuz anlamlar yüklenmiş ve böylece kilise veya ana dini gruba göre doktrinel, ritüel, kurumsallaşma vb. açılardan marjinal hale gelmiştir. Sekt Kilise ile aynı hakikate sahip olduğunu iddia eder, fakat kendine özgü bir anlayışa sahiptir. Kilisede dini karizma kişilere değil kurumun kendisine atfedilir.Kiliseye üyelik örneğin çocuk vaftizinde olduğu gibi
otomatik ve gevşek bir görünüm gösterirken, sektte üyelik ise yetişkin vaftizi ve bazen yaşanan özel dini tecrübelerle gerçekleşir. Din değiştirme tecrübesi gibi. Hiçbir sekt toplumda merkezi bir yer edinmemiştir. Niebuhr’a göre kilise ve sekt arasında bir ara form olan mezhep vardır. Mezhep büyüklük bakımından da iki unsur arasında yer alır. Mezhep bütün toplumu kapsamaz, ama küçük bir gruptan daha büyüktür. Mezhep müntesipleri itaat ve bağlılık açısından sekte nazaran daha esnektir.(Knoblauch,1999:76;Zükermann 2010:240-242)
Weber’in “kilise” ve “mezhep” arasında yaptığı ayrım, üç temel noktadadır: Üyelik, yönetim biçimi ve siyasal karakter. Bu ayrımlar kısaca kilisenin bütün toplumu kuşatan zorunlu bir kurum olması, hiyerarşik bir yapısının olması , “resmi karizmanın yöneticileri ve mensuplarından” oluşması, toplumla ileri derede iç içe olmasının ona ister istemez siyasi bir karakter kazandırması olarak ifade edilebilir. Buna karşılık mezhepte ise katılımın gönüllü olması, kişisel karizmaya sahip bireylerden oluşan bir cemaat olması ve apolitik olması özelliklere sahiptir.(Cook,1987:236). Bir mezhebi kilise yapısından ayıran en önemli farkın mezhebin daima devletten ayrı özel bir dini topluluk olması ve mezhebe mensubiyetin bireyin iradesine dayandığı ifade edilmektedir. Wach ise genellikle mezheplerin ahlaki seviyelerinin çok yüksek olduğunu ve üyeleri arasındaki dini samimiyetin onları kilise cemaatinden ayırt ettiğini ifade etmektedir. Mezhebi karakterize eden hususiyetlerin çoğu zaman görüntüde (giyim, terminoloji) ortaya çıktığını söylemektedir.
Gustav Mensching ise mezhep kelimesinin özünün dini cemaatin ve onun dogmatik temellerinin parçalı karakterinde yattığını söylemektedir. Mezhep ona göre daha büyük cemaatin kavram birliğinden kopmak; ayrı unsurları kısmen kendi merkezine yerleştirmektir. Bu şekildeki mezhep örneklerini bize büyük bir birlik ve organizasyondan ayrılan Hıristiyan mezhepleri vermektedir. Onlar bütünlüğü temsil eden kiliseden ayrılmışlar, İncil’in ve kilise iman esaslarının belirli unsurlarını değerlendirmeye tabi tutmuşlardır. Bu durum ise kilise tarafından kabul edilmemiş aksine reddedilmiştir. Bu unsurlar mezheplerin doktrinlerinin merkezini ve cemaatlerinin temelini oluşturmuştur. Mezhepler dogmatik ve dini pratikler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Dogmatik mezhepler, doktrinel farklılıklara veya ayrılıklara dayanan bütün dini cemaatler olarak tanımlanabilir. Bazı hallerde mezhep diye adlandırılan ekoller ise bu kategori içinde ancak sadece üyeler arasında teorik ilişkiler değerlendirilmediği zaman pratik dini cemaatler dini hakikatle oluşturulduğunda yer
alabilmektedirler. Dini pratikleri merkeze alan mezheplerde ise hareket noktası doktrinel farklılık değildir. Ancak dini uygulamanın özel ve sert bir formudur. Mensching, mezhebi oluşturan dinamikleri kısaca merkezi kurumsal dini yapıya karşı eleştirel, dünyadan yüz çeviren, gönüllülüğü esas alan, radikal oluşumlar olarak açıklamaktadır. (Mensching:291-294) Mensching’e göre kilise ise dinin en karakeristik ve en belirgin teşkilatlanma biçimidir. Dinler tarihinde kilise evrensel dinin son biçimini ifade etmektedir. Kilise, tabiatüstü kaynağa dayanan, kendini sakramentler aracılığı ile inayetin somut hazinesine sahip olduğuna inanan, tekelci karaktere sahip olan ve açık bir doktrin üzerine kurulan kutsal bir müessesedir.(Mensching:219-220)
Kilise ile mezhep arasındaki farkları derli toplu ortaya koyan kişilerden biri B. Wilson’dur. Ona göre kilise hiyerarşik, muhafazakâr, yönetici sınıflara sahip, toplumsal ve dinsel yönden kendini bir üst yapı gibi gören, tanrısal inayeti elinde tutan, dünya ile entegre olan ve devlete benzeyen bir kurumdur. Buna karşılık mezhep ise, eşitlikçi, radikal, imtiyazsız sınıfların sıkıntılı durumunu ifade eden, tabandan tavana doğru çalışan bir alt yapı sistemine sahip olan, bireysel öznelliğin önem kazandığı bir arkadaşlık grubu olan, taraftarlarının statülerini kendilerinin kazandığı, dünya ile kavga halinde olan oluşumlardır. Wilson’a göre ayrıca modernleşme süreçlerinde hızlı ve aşırı bilgi dağılımı, hümanist ve laik kaynaklardan dine yapılan eleştiriler ve diğer kültürlerden farklı dinsel düşüncelerin taşınmasıyla insanların çok değişik biçimlerde günümüzde mevcut farklı felsefe, ideoloji, bilgi ve propagandalara maruz kaldıkları görülmektedir. Bu ortam yapısal ve entelektüel bakımdan yeni mezheplerin zuhur edeceği bir ortam oluşturmaktadır. Wilson geleneksel din anlayışından farklı alternatif öğretiler, yorumlar ve pratikler önermelerine rağmen mezheplerin hiçbir zaman Ortodoks(resmi, genel)anlayışın toptan reddi olmadığını, Ortodoks gelenekteki görüşlere bazı unsurlar ilave edilerek veya bazıları çıkarılarak farklı bir biçimde yeniden düzenlenmesidir. Wilson, mezheplerin bir kısım temel karakteristiklerini vurguluyor: Gönüllülük, tekelcilik, liyakat ve bağlılık, kuvvetli biz duygusunu içeren bir kimlik vurgusu, seçkinlik statüsü, bilinçlilik ve meşruiyet. İnsanlar dünyada kavramsal bir yapı oluşturma konusunda kesin sınırlar ve açık kategoriler arama eğilimi gösterirler. Mezheplerin bu eğilimin bir sonucu olduğu söylenebilir. Mezhepler güçlü kimlik bilincine ve bu şekilde de belirgin sınırlara sahip olduklarını gösterirler.(Wilson,2004:32-46) Kurtuluşa ulaşabilmek için ne yapmalıyız sorusuna verilen cevap bir mezhebin bütün
niteliklerini belirler. Bu sorunun cevaplandırılması sırasında mezhep taraftarları zorunlu olarak dünya ve doğaüstü alana dair görüşleri ile bunlara takındıkları tavrı da ortaya koyarlar. Mezhep mensuplarının inançları, sosyal ahlak görüşleri, grup içerisindeki ilişkileri, dış dünyaya karşı takındıkları tavır ve bir araya geldiklerinde yapılması gerekenler konusundaki görüşleri onların kurtuluş yolu hususunda ne düşündüklerini ortaya koyar.(Wilson, 2004:50)
Zümre ve kült grupları mezhebi eğilimlerin uzantıları olarak görülmektedir. Zümre, kendisini birbirlerine ve seküler dünyaya göre düzenleme ve gelişme konularında ileri düzeye sahip mezhep olarak tanımlanmaktadır. Kültler ise üyelerinin sadece kişisel anlamda vecd deneyimlerine ve kurtuluşlarına, rahatlarına zihinsel ve fiziksel sağlıklarına odaklı sınırları belirsiz, dokusu gevşek yoğunluktan uzak gruplardır. (Dawson, 2012: 348)
Yeni Dinî Hareketler, mezhep gibi merkezî kiliseden bir bölünmeden ziyade diğer sosyal dinamiklerden doğan yapılardır. Kentleşme ve endüstrileşmenin etkileri bağlamında yeni dini hareketlerin çıkışı arasında ilişki kurulmaktadır Bu oluşumlar, taraftarlarına meditasyon, içsel manevi huzur, şifa temin etme, başarılı olma, manevi kardeşlik tesis etme gibi alternatif birincil sosyal ilişkiler ortamı sunmaktadırlar.(Çelik, 2011:18-19) 'Yeni dini hareket' ifadesini tanımlama konusunda oldukça farklı kavramlar kullanıldığı görülmektedir: ‘Yeni din", ''yeni dinler","sekt'', "kült", "yeni dindarlık biçimleri", "zararlı örgütler ve kültler", "yeni dini hareketler"(Akyüz ve Çapçıoğlu, 2012:523). Yeni dini hareketleri karakterize eden özelliklere bakıldığında bu tür hareketlere ilgili olan bireylerin az oluşu, daha az bağlılığı gerektirmeleri, büyük oranda üyeliğin geçici olması, içerisinde müphem dini ögelerin yer aldığı ve daha sınırlı bir sosyal role sahip olduğu vb. unsurlar görülmektedir (Bird,2015:113).
Tarikatlar ise dini daha içten daha yoğun bir şekilde yaşama arzusundan doğan ikaz, itiraz ve protestolar sonucunda ortaya çıkan oluşumlardır. Genellikle tarikat grupları ana dini akımdan ayrılmayı değil, fakat orada yoğun bir dini tecrübeyi talep etmektedirler (Günay, 1998, 277-278). Tarikat tipi gruplaşmanın özel şekli tarihte sadece evrensel dinlerde görülmektedir. Tarikatların temel karakteristikleri hayatın bütün alanlarının kutsal kabul edilmesi, zahitlik, gönüllülük ve murakabedir (Mensching, 195-197). Tarikatlar, dinlerde züht ve takva dindarlığı ve manevi kardeşlik oluşumlarının ileri bir aşamasını teşkil eder. Tarikatlarda temel olan ilk unsur, kutsal
dünya ile kutsal olmayan dünyayı birbirinden kesin bir şekilde ayırmaktır. Bu temel, tarikatın doğal gruplarda bulunmamasının temelini oluşturmaktadır. Çünkü orada hayatın ve cemaatin kutsal dışı şekilleri bizzat kutsaldır. Bu anlamda aile, millet gibi doğal cemaatten ayrılmak, dini anlamda ölümden farksızdır. Tarikat grupları bu anlamda doğal bağlılıklarla da kesin bir çatışma halindedir. İçinde ortak özellik olan iradi olma ve murakabe olan tarikat yapılanmalarında müridin sabahtan akşama gündelik yaşamı kurallarla yönetilmektedir. Bu kuralları uygulama aracılığı ile müritten katı bir dindarlık pratiği beklenir. Bu şekilde sağlam bir grup hayatı oluşmaktadır. Tarikatların müritlerden talep ettiği hayat formu yaşamın bütün alanlarını din temelinde inşa eden totaliter grup hayatına işaret eder. (Akyüz ve Çapçıoğlu, 2012, s.522)
Bu açıklamalar ışığında kilise ana dini grubu, mezhep ise doktrinel, pratik veya kurumsal yönlerden ana dini akımı protesto edip ondan kopan parçayı ifade ettiği söylenebilir. Yukarıda Batı toplumlarında ortaya çıkan dini grup ve hareketleri ifade etmek için oluşturulan kavramlar din sosyolojisi alanı bağlamında kısa bir değerlendirmesi yapıldı. Görüldüğü gibi Kilise ve mezhep kavramları üzerinde standart bir tanımlama söz konusu değildir. Tanımlamalar arasında ortak yönler ve farklılıklar mevcuttur. Söz konusu kavramların farklı kültürel ve dini yapılara uygulanabilirliği de çokça tartışılmıştır. Michael Cook, ‘Max Weber ve İslam Mezhepleri’ adlı makalesinde Weber’in İslam’la ilgili yazılarında kullandığı mezhep ve kilise kavramlarının, İslam dünyasındaki dini grupları ve özellikle mezhepleri tanımlamada uygun enstrümanlar olarak kullanılamayacağını öne sürmektedir. Cook, Weber’in kilisenin temel karakteristiklerini toplumu kuşatıcı, hiyerarşik ve siyasetle ilgili nitelendirmesi; mezhebi ise gönüllü, cemaat şekli ve apolitik yapısıyla betimlemesini İslami olgulara uyarlandığında dinî kurumsallaşma yapılarının sınıflandırılmasında ayrıntılı bir kategorik sistem ortaya koymadığını öne sürüyor (Cook, 2004, s.237). Lorne L. Dawson’a göre dini grup ve toplulukları ifade etmek üzere ortaya konulan kategoriler, köken itibariyle grup merkezlidir ve bu yüzden onların Hıristiyan bir bağlam dışında kullanılmalarının sıkıntılara sebep olduğunu ve buna bağlı olarak dini, tarihi ve kültürel şartların çoğulluğunun farkında olarak yeni kategoriler geliştirilmesi gerektiğini haklı olarak vurguluyor (Dawson,2012,s. 344). Bu çalışmada ele alınan Sünniliğin teorik ve tarihsel seyrini ortaya koymak için İslam tarihinin ilgili zaman, sosyokültürel, siyasal, tarihsel ve dinsel dinamiklerinin özgünlüğü göz önünde bulundurularak temel mezhebi oluşumların ele alınması
gerekmektedir. Bu nedenle belirtilen din sosyolojisinin temel konularından olan dini grupları ifade sadedinde oluşturulan kategoriler dikkate alınarak diğer taraftan da İslami mezheplerin oluşum ve karakterlerinin özgünlüğü ihmal edilmeden konunun ele alınması gerekmektedir. Bu konuda İslam tarihinde ortaya çıkan dini grupları Sünnilik çerçevesinde ifade etmek için mezhep ve fırka sınıflandırması ve Sünniliğin kavramsal olarak hangi kategoriye dâhil edileceği konusu açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Mezhep, gidilen yol anlamına gelen Arapça bir kelimedir. İslam dininin itikadi ve fıkhi alandaki düşünce ekollerini ifade etmekte ister siyasi ve itikadi, isterse fıkhi olsun Türkçede müştereken mezhep kavramı olarak kullanıldığı için karışıklığa sebep olmaktadır (Fığlalı,1980,s.1). Mezhep, bir takım toplumsal, siyasal ve ekonomik etkilerinin mezhep kurucusu olan şahısta ve ona uyanlardaki fikri ve dini tezahürüdür (Fığlalı, 2014, XXII). Klasik ve modern kaynaklarda fırka yerine kullanılan mezhep kavramı fırkadan daha kapsamlıdır. Dilimizde mezhep hem itikadi ve siyasi, hem de fıkhi ekollerin tamamını ifade etmekte olup inanç, ibadet ve muamelatla ilgili problemlere çözümler üretmek için ortaya çıkan ekollerin tamamını ifade eder. Fırka, kelime olarak ayrılık, farklılık, değişme, bölünme ve sapma gibi anlamlara gelmektedir. Fırkanın çoğulu firaktır. Firak ise İslam tarihinde ortaya çıkan itikadi ve siyasi topluluklar ve kendisini İslam’la ilişkilendiren gruplar hakkında bilgi veren ve bunlara ilaveten diğer dinler ve felsefi ekollere yer veren eserlere isim olarak verilmiştir. Sünni ve Sünni olmayan çevrelerce Firak adıyla yazılan eserlerde genelde fırkaların sayısı 73 ile sınırlandırılmaktadır Terim olarak ise itikadi ve siyasi amaçlarla varlık sahnesine çıkmış fikirler ve şahıslar etrafındaki zümreleşmelerdir. Fırka kelimesinin kültürel ve siyasal çağrışımı göz önünde bulundurulduğunda, terimin bir negatiflik görüntüsü taşıdığı fark edilir. Fırka, merkezi ana yapıdan ve bünyeden ayrılan birimler ve parçalar için kullanılmaktadır. Bundan dolayı terimin kullanılma biçimi, bir tür düşünsel, siyasal ve teolojik merkez varsaymaktadır.(Evkuran, 2015, s.74)
Fırka ile mezhep arasında bir ayrım yapılacak olursa siyasi-itikadi alanla ilgili farklılaşmalara fırka; ameli-fıkhi yönde olanda olanlara mezhep denir. Farklı bir açıdan mezhepler din anlayışındaki farklılaşmaların kurumsallaşması sonucu ortaya çıkan beşeri oluşumlardır. Bu noktada mezhepler dinin anlaşılma biçimleri ile ilgili siyasiitikadi veya fıkhi-ameli tezahürler olarak tanımlanmaktadır. İslam’ın anlaşılma biçimleri olarak kabul edilen mezheplerin oluşumu sosyokültürel, tarihsel, siyasi-dini ve beşeri olgudur. İnsanlar farklı bakış açılarına göre metinlere yaklaştıklarından farklı sonuçlar
elde etmişlerdir. Çünkü insanların kültür düzeyleri, anlayışları, bakış açıları birbirinden farklıdır. Her grup elde ettiği sonuçları naslarla temellendirmeye çalışmıştır. Bu anlamda her mezhebin ürettiği görüş ve çözümler belirli zamanların ihtiyaç ve taleplerine yönelik olduğu için tarihseldir (Kutlu, 2012,s.355-357). Mezhep, dinî terminolojide itizalî grupları anlatmak üzere kullanılmakla birlikte, zamanla daha çok Ehl‐i Sünnet içerisindeki kelâmî ve fıkhî ekolleri ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır. İslâm'da ana dini gruptan ayrılan ‘itizalî’ dinî grupları belirtmek üzere kullanılan terimlerden biri de “fırka”dır. Başkalarından ayrı bir insan topluluğu manasında bu terim, belki de İslâmiyet'teki itizalî grupları en iyi şekilde ifade edebilecek durumdadır. Her ne kadar ana dini yapıdan kopma sebepleri olarak doktrinel, dini pratik ve kurumsallaşma konularındaki itiraz ve protestolar gösterilse de İslami mana da temel motifin siyasi, kültürel, tarihsel, kabilevi zihniyet vb. olgular olduğu da göz ardı edilmemelidir.(Günay,2010,s.32)
Bu açıklamalar çerçevesinde mezhep kavramıyla ilgili tanımlamaların çok farklı ve değişik açılardan yapıldığı görülmektedir. İslam dini çerçevesinde oluşmuş mezhep kavramını şu şekilde kapsamlı bir tarif denemesinde bulunabiliriz: Mezhep, bir taraftan Wilson’un yukarıda yer verilen açıklamaları ışığında Ortodoks(resmi, genel)anlayışı toptan reddetmeyen, Ortodoks gelenekteki görüşlere bazı unsurlar ilave edilerek veya bazıları çıkarılarak farklı bir biçimde yeniden düzenleyen; diğer taraftan Menschig’in ifade ettiği şekliyle daha büyük cemaatin kavram birliğinden kısmen kopmayı ve ayrı unsurları kısmen kendi merkezine yerleştirmeyi temel alan din anlayışındaki farklılaşmaların kurumsallaşması sonucu ortaya çıkan beşeri oluşumlardır. Biz burada isimlendirme noktasında Sünniliği ana dini grup, diğer itikadi, siyasi grupları ve fıkhi grupları mezhep olarak ifade etmeye çalışacağız. Evrensel dinlerin tarihteki seyrine bakıldığında bu dinlerin belli başlı eğilimlerinin sürekli itiraz ve protestolarla karşılaştıkları; bu itiraz ve protestoların üç ana unsurda tezahür ettiği görülmektedir: Doktrinel(inanç), dini pratikler(ibadet) ve kurumsallaşma. İtiraz ve protestonun olduğu yerde bir kopuş ve ayrılık gerçekleşebilir. Kişisel ya da kolektif protesto çoğunlukla cemaatin bağlarını koparmaksızın istenilen değişiklikleri elde edebilir. Her türden sebepler (dini, kültürel, siyasi, toplumsal) reform hareketinin nihai gelişimini belirleyebilir (Wach,1995:214-216). Dinsel bir topluluk, ümmet veya kilisenin, kurumlaşarak geleneksel bir karakter kazanması karşısında, farklı sebep ve söylemlerle dinî ikaz, itiraz ve protestolarda bulunan kimselere başkalarının katılımının
sonucunda yeni hareket kolektif bir karaktere bürünür. Bu tür hareketler, temelde birçok insanı bir araya getiren duruma gelirse sonuçta ana dinî akım içinde yeni alt gruplar veya ondan tamamen ayrılan yeni dinî cemaatler oluşur. Çünkü bu tip ikaz ve protestoların grup oluşturucu özellikleri vardır. Bütün bunların sonucunda züht ve takva hareketleri (Sufilik), ihvan birlikleri (Fütüvvet, ahilik teşkilatı vb.), Tarikatlar (Nakşibendilik, Kadirilik, Mevlevilik vb.), ayrılıkçı gruplar ve mezhepler (fıkhi ve itikadi mezhepler) ortaya çıkmaktadır (Günay, 2012:269-283). İslam dini tarihsel süreçte içinde bulunduğu durum ve orada meydana gelen değişmelerden de etkilenmek suretiyle canlılık bulmuş ve farklılaşmalar meydana gelmiştir. İlk asırlarda İslam dünyasında ideal ile gerçeğin birbirlerinden ayrılması sonucunu doğurmuş ve din anlayışları açısından önemli farklılaşmalar ortaya çıkmış, mezhepler, fırkalar, cemaatler, fikir akımları ve dini hareketler bu çerçevede oluşmuştur. Sünnilik erken dönemden itibaren diğer mezhep ve oluşumlara hakim bir konumda olmuştur (Günay, 2012:566). İslam tarihine bakıldığında Hz. Osman’ın şehit edilmesi ile ortaya çıkan fitne olgusu kâh artarak kâh azalarak günümüze kadar sönmeden gelmiştir. Hz. Ali ile Muaviye arasında cereyan eden Sıffin savaşının sonucunda meydana gelen Hakem Olayı ile birlikte İslam toplumunda dini gruplaşmaların, mezheplerin ortaya çıkması söz konusu olmuştur. İslam tarihinde temel mezhebi oluşumların (Şia, Mutezile, Havaric, Mürcie vb.) ortaya çıkmasından sonra farklı uçlarda yaşanan gerilim ve çatışmaları durdurmak, orta yolu ve itidali temsil etmek üzere Batı sosyal bilimlerinde ana dini grubun (Kilise) muadili olarak tanımlanması mümkün olan Ehl-i Sünnet Ve’lCemaat olgusu tezahür etmiştir. Havaric ve Şia başta olmak üzere diğer dini grupların ana dini bünyeden ayrılmalarından sonra geriye kalan büyük çoğunluk yaklaşık hicri üçüncü asırda Sünnilik olarak isimlendirilmiştir. Ana dini gruba dinsel protesto ve itirazlar, dini tecrübenin doktrinel, pratik ve sosyolojik ifade şekillerinde ortaya çıkmakta ve ihtilaflara neden olmuştur. Bu itirazların görünür hale geldiği birinci nokta akidevi (doktrinel) boyuttur. Bu boyutun İslam tarihine bakıldığında Allah’ın sıfatları, kader inancı, büyük günah işleyenlerin durumu vb. konularda ortaya çıktığı görülmektedir. Haricilik, Mutezile, Mürcie ve benzerlerinin oluşumunda doktrinel alandaki itiraz ve farklılaşmaya örnek olarak verilebilir. İtirazların yoğunlaştığı bir diğer alan ibadet konularında ortaya çıkmaktadır. Birçok dinde olduğu gibi İslam'da da ibadetle ilgili çeşitli meselelerdeki görüş ayrılıkları birçok mezhebin doğuşuna neden olmuştur. Bu noktadaki itiraz ve ihtilafların İslam tarihinde iki şekilde tezahür ettiği görülmektedir.
Birincisinde içtihat ve görüş farklılıklarının fıkıh ekollerinin (Hanefi, Şafii, Hanbeli ve Maliki ekolleri) oluşmasına sebep olduğu görülürken; ikincisinde ise her çeşit bidatlere karşı çıkma ve öze dönüşü savunma biçimi şeklinde modernleşme süreçlerinin etkisiyle (Vahhabilik, Selefilik) ortaya çıkmıştır. Üçüncü itiraz ve protesto alanı teşkilat ve yönetim konusundadır. İslam tarihinde Hz. Peygamber'in vefatını müteakiben ortaya çıkan imamet ve hilafet tartışmaları diğer protesto ve itiraz alanlarından daha derin olmuştur. Bu itiraz ve ihtilafların sonucunda Şiilik ortaya çıkmış ve zaman içinde kendine özgü bir yapı oluşturmuş ve kurumsallaşmayı gerçekleştirmiştir (Günay,1998:272-274).
Sosyolojik açıdan din kendisiyle kutsal dünyanın kurulduğu insani bir girişimdir. Din tarafından ortaya konan ‘dünya’ hem insandan aşkındır hem de onu içine alır. Kutsal dünya insanın karşısına kendi dışında var olan ve güçlü bir gerçeklik olarak çıkar. Bu gerçeklik insanın yaşamını nihai olarak anlamlı bir düzen içerisine yerleştirir. Beşeri varoluş temelde ve kaçınılmaz olarak dışsallaşma faaliyetidir. Dışsallaşma süresince insanlar gerçekliğe anlam aktarırlar. Her insan topluluğu daima anlamlı bir bütünlüğe yönelik dışsallaşmış ve nesnelleşmiş bir yapı oluşturur. Her toplum asla tamamlanmayan manalı bir beşeri dünya kurma girişimiyle meşgul olmaktadır (Berger, 2011:84-90). Geleneksel kelami, hukuki, tasavvufi inanç ve uygulamalar; bunların temel olduğu mezhep ve tarikatlar birer dinsel dünya kurma faaliyeti ve bunlarla kurulan dünyalar olarak düşünülebilir (Çiftçi, 2015b:263).
Epistemik cemaat ve dini entelektüel bağlamında her din temel bir bilişsel boyuta sahiptir ve kendisine inananların dünya konusundaki bilgilerini ya bizzat üretir; yahut dışarıdan gelen bilgileri kendisi ile şekillendirerek onu şekillendirip bir bütünlük oluşturur. Bu anlamda kozmik bilgi bireylerin evren anlayışını düzenler. Evren anlayışı da hem bir davranış zemini hem davranışlarını anlamlı biçimde kendisine dayandırıldığı ve onlara doğruluk görüntüsü veren bir kuramsal çerçeve, bir hayat görüşü haline gelir (Çiftçi, 2015b:33). Her topluluk belirli dini veya başka şekilde bilgilerle bir ortam (dünya) inşa eder. Bu şekilde oluşturulan ortam o topluluğun anlamlandırma sistemini yansıtır. Bu nedenle o topluluk bir arada yaşasalar bile sahip oldukları farklı anlamlandırma düzenleri, dünyaları ve bilgi stokları dolayısıyla diğer topluluklardan ayrışması söz konusu olabilir (Çiftçi,2015b:101-103). Toplumlar bilgi dokularındaki farklılaşma derecelerine göre değişirler. Bu değişiklikler her ne olursa
olsun her toplum üyeleri için nesnel olarak mevcut bir bilgi dokusu temin eder. Topluma katılmak onun bilgisini paylaşmak, daha doğrusu onun yasalarıyla hemhal olmak demektir (Berger,2011:78). İslami gelenekteki temel mezhebi oluşumları büyük oranda ayrı birer dünya görüşü haline getiren epistemolojik, insan doğasından kaynaklanan ve metodolojik tutumlarının meydana getirdiği referans çerçevelerindeki farklılaşmaların ortaya çıkardığı söylenebilir (Çiftçi, 2015b:101-103). Din kurucusunun ölümünden sonra meydana gelen ‘bütün’den kopuşlar temelde ideolojik, epistemolojik ve metodolojik farklılıkları içinde barındırır. Bir değişken olarak insanın sahip olduğu zihin yapısı, epistemolojik, sosyal çevre, sosyoekonomik, kültürel ve siyasi atmosfer bireyin dini anlama, yorumlama ve uygulama biçimini şekillendirmektedir. Bu nedenle aynı dine inanan insan veya gruplar birbirinden farklı bir din anlayışı ve tecrübesi ortaya koymaktadırlar (Arabacı,2009,s. 36). Ayrıca bu farklılıklaşmanın meydana gelmesinde önemli bir faktörde dil kaynaklıdır. Arapça gerek lafız gerekse lafızlara yüklenen anlam zenginliğinden ve cümle yapısındaki çeşitlilikten dolayı birçok ihtilafa neden olmuştur. Sosyoekonomik veya mezhebi kökenleri olan politik ihtilaflarda da dili Arapça olan dini metinlere başvurulmuştur. Zira Arapça yapısal bir özellik olarak dayanak veya örtü olarak kullanılmaya çok uygun bir dildir (Cabiri, 1997:104).
Toplumların bilgi dokusunu oluşturup, bilgiyi üretip, geliştiren bir ulema sınıfının varlığı söz konusudur. Üretilen bilginin benimsenip benimsenmemesi noktasında toplumun belirleyiciliği yadsınamaz. Belirli bir bilgi sistemine bağlı topluma mensup olmaları, ulemanın toplumdan bağımsız olmadığını gösterir. Diğer taraftan bu durum farklı toplumlarda farklı bilgi sistemlerinin oluşmasının varlığını da ortaya koyar (Arabacı,2009:106-107). Hemen hemen her toplumda oldukça sınırlı bir insan grubu, teori oluşturmakla ve 'fikir' işleriyle meşgul olur. Ama toplumdaki herkes, toplumun 'bilgisine şu veya bu biçimde ortak’tır. Farklı bir biçimde söylersek, çok az sayıda insan, dünyanın teorik yorumu ile meşguldür; ama herkes bir çeşit dünyanın içinde yaşar (Berger&Luckmann, 2008:22).
Toplumların referans çerçevesini oluşturan ve onları yönlendiren bilgi dokusuna yukarıda atıfta bulunduk. Dini bilginin toplumsal dünyada yorum ve anlam olarak aktarıcısı ve taşıyıcısı olan alimleri ve onların ürettiği toplumu yönlendirecek referans çerçevesini daha iyi anlayabilmek için kısaca bilgi-toplum ilişkisi ve bilginin nasıl oluştuğu konusundaki değerlendirmelere değinilecektir. Arslan’a göre bütün bilgi
türlerinin varoluş temeli epistemik cemaattir.Yani bir epistemik cemaatin varlığı söz konusu değilse bilginin varlığından bahsedilemez. Genel olarak epistemik cemaat, ‘bir bilme, bilgi, kavrama, anlama cemaatidir ve bilgiyi inşa eden, işleyen, geliştiren ve daha sonranı kuşaklara intikal ettiren, bilgiyi taşıyan insanlar topluluğunu ima eder (Arslan, 1992:5). Arslan’a göre epistemik cemaat iki düzeyde var olur: Birincisi dar anlamda bilgiyi inşa eden, işleyen ve taşıyan uzmanlar düzeyinde; ikincisi geniş anlamda uzmanlar katında epistemik cemaatin icra ettiği faaliyete inanan, bu faaliyete büyük bir değer yükleyerek bulgularını kullanan bütün insanlar katında global epistemik cemaat şeklindedir (Arslan, 1992:77).
Bilimsel epistemik cemaat ile dini epistemik cemaat elbette özdeş değildir. Fakat dini epistemik cemaati daha iyi açıklayabilmek için bilimsel epistemik cemaat kavramlaştırmasından yararlanılabilir. Her şeyden önce dini epistemik cemaat içinde yaşadığı şehir, toplum, kültür, politika, gelenek, din algısı vb. olgular çerçevesinde dini metin ve kaynakları temel alarak yaptıkları yorum ve açıklamalarla ve yine onlardan hareket ederek fikri bir çaba ile ortaya çıkan problem ve sorunlara yönelik ortaya koydukları çözümlerle (içtihat) dini bilgiyi üretir ve güncel hale getirirler. Onlarda bilimsel cemaat gibi bir bilme, anlama topluluğudur, dinin yoruma açık alanlarında bilgiyi inşa eden, geliştiren sözlü ve yazılı bir biçimde onu gelecek nesillere aktaran ve taşıyan cemaattir. Dini bilginin üretimi din kurucusunun ve onun ilk takipçilerinin yöntemleri referans alınarak oluşturulan metodoloji çerçevesinde gerçekleşir. Bu durum Mensching’in ifade ettiği bir gelenek oluşturma, dinde objektifleşme ve kitlelerin farklı yapı ve eğilimlerinden kaynaklanan gereksinimleri kapsayan dinin kurumsallaşma dinamikleri çerçevesinde düşünülebilir. Ona göre dini kurumsallaşmanın dinamiklerinden biri gelenek oluşturma zorunluluğudur. Din kurucusunun ilk takipçileri doğrudan doğruya din kurucusu ve onun iman dünyasıyla etkileşim halinde yaşar. Fakat din kurucusunu göremeyen sonraki nesillere bu dini pratik ve temellerin nasıl ulaştırılacağı büyük bir sorundur. Dini grubun bekası için bu pratik ve temellerin gelecek nesillere doğru ve sağlıklı bir şekilde aktarılması gerekmektedir. İşte bu aktarma için gelenek oluşturma zorunlu olmaktadır. İkinci olarak din kurucusunun vefatından sonra gittikçe karmaşık bir hal alan dönemlerde ibadet, ayin ve tören vb. hizmetlerin herkese açık ve objektif bir şekilde yürütülmesi zorunluluğu din görevlileri zümresinin oluşumunu gerektirecektir. Mensching’e göre İslam söz konusu olduğunda Kilise gibi bir kurumsal mekanizma ve hiyerarşinin
oluşmasının mümkün olmadığı; ancak hakim çevrelerce tehlikeli görülen kanaatlerin merkezi temsil edenleri kendi kavramlarını ortaya koyma ve savunmaya yönelttiğini öne sürmektedir. Üçüncüsü kitlelerin farklı yapı ve eğilimlerinden kaynaklanan ihtiyaçtır. Evrensel karakterli dinler bağrında farklılıklar barındıran heterojen kitleleri bir araya getirecek; bu kitlelerde doğal olarak yapı ve eğilimleri açısından içlerinde birçok farklılıklar gösterecektir (Mensching,205-201;Günay,1998, 264-265). Mensching’in ifade ettiği dini kurumsallaşmanın dinamikleri, bir taraftan dinin referans çerçevesinin oluşumu ve gelenek haline gelmesi ile ilgili bir fikir verirken diğer taraftan kitlelerin yapı ve eğilimleri bağlamında nasıl zorunlu olarak farklılaştıklarını ve mezhebi yapıların meydana geldiğine ışık tutmaktadır. Her inanan insan bir sosyokültürel zemine, bir zihniyet dünyasına, bir hakikat algısına bağlıdır. Mezhepler içlerinde taşıdıkları farklılıklarıyla toplumsal dünyada yer alan farklı muhayyilelerin, bakış açılarının ve değerlendirme ölçülerinin temel bağlamlarını yönlendirirler. Mezhepler ve içinde var oldukları toplumdaki şartların etkileşimleri ile tarihsel bir süreklilik taşırlar (Subaşı,2012:52). Mezhebi oluşumlar oluşturdukları referans çerçeveleriyle takipçilerine bir zihniyet dünyası, hakikat algısı ve bir perspektif sunarlar. Epistemik cemaatin varlık temelinin iki unsurunu oluşturan bilginin üreticisi ve taşıyıcısı olan entelektüel kesimle; üretilen bilgiyi inanarak alan, uygulayan ve gelecek nesillere aktaran toplumsal kesimin tekrar be tekrar süre giden etkileşimi ile mezhebi oluşumlar tarihsel bir süreklilik içinde varlıklarını sürdürürler. Alim kavramını Watt, dini entelektüel olarak isimlendiriyor ve onun birinci görevinin dini bir cemaatin fikirlerinin taşınması olduğunu ifade eder. Watt, geniş anlamda dini entelektüellerin bir taraftan dini, ahlaki ve siyasi alanlarda yönlendirici olduklarını, diğer taraftan bilimsel ve teknik alanda toplumun fikirlerinin bütün birincil taşıyıcıları dahil geniş bir entelektüeller sınıfının alt bölümünü oluşturduklarını vurgular. Bir dini topluluğun düşünsel ve teorik zemini genişlerse bu topluluk bu düşünsel ve teorik mirası özümseyecek ve onları gelecek kuşaklara aktaracak bir sınıfın varlığına ihtiyaç hisseder. Watt, toplumu yönlendiren fikirlerin kaynağı olmaları sebebiyle peygamberleri bu sınıfa dahil eder fakat özel durumları sebebiyle onları diğer entelektüellerden ayrı tutar. Peygamberlerin dışındaki dini enteletülleri yaratıcı alimler, sistem koyanlar ve pasif aktarıcılar olmak üzere ikiye ayırır. Pasif aktarıcıların kilise görevlileri ve okullarda dini konuları anlatanları içerir. Watt, temelde öğrendikleri şeyi aktarma konusunda pasif olsalar da onları yine de yaratıcılıktan uzak görmez. Çünkü onlar öğrendikleri fikirleri özgün durumlara ve hedef kitleye adapte etmek için bazı
teşebbüslerde bulunmak zorundadırlar. Bununla birlikte dini entelektüellerin en ileri gelenleri bilim adamları ve sistem koyanlardır. Sistem koyanlar kendi çalışma süreçlerinde ve çalışmaların sonucunu aktarmalarında bir sistemleştirme ile işe başlarlar. Onlar sıradan insanların dini bilginin ayrıntılı teorik yönlerini bilmelerini bekleyemezler ve bundan dolayı da bu materyalin en önemlilerini seçmek zorundadırlar. Bunlar tabii olarak mezheplerde olduğu gibi önemli noktaların özetini de verir. Dini topluluk veya mezheplerini diğer din veya mezheplerin saldırılarına karşı fikri materyal oluşturarak saldırıları bertaraf etmeye çalışırlar. Böylece onlar topluluğun veya mezhebin fikrini çağdaş durumlara adapte etmiş olurlar. Bunun yanında topluluğun tehlikeli gidişatını fark ettiklerinde bunu engellemek için fikri alanda belli çözümler ortaya koymaya çalışırlar. Bu âlimler aynı zamanda yaratıcı özellikler vardır. Çünkü çeşitli alanlarda toplumun güncel ihtiyaçlarına cevap verebilmek için yeni fikirler üretmek zorundadırlar (Watt, 2002:106-108). Özellikle hicri II., III. ve IV. asırda yaşayan alimlerin bir çoğu bulundukları sosyal çevre, camii, okul veya bilginin üretimi ve aktarılmasını sağlayan her araç ve ortamla yaptıkları faaliyetler; yaşadıkları şehirler, kendisinden ilim aldıkları ulema, öğrencileri, meydana getirdikleri metodoloji ışığında ürettikleri yazılı ve sözlü bilgilerle bir dini epistemik cemaat oluşturdukları söylenebilir. Dini anlama biçimleri ve yorumları ile meydana gelen mezhebi çerçevelerin epistemik cemaatin normlarına bağlı bir yapı olarak değerlendirilmesi mümkündür. Önceki ulemadan aldıkları yorum ve anlayışları talebelerine aktarmaları ve bütün bu süreçlerde mekan, zaman, öğrenci vb. unsurlarla kuramsal düzeyde bağlı oldukları epistemik cemaatin bilgi stokunu belirli normlara uyarak sözlü ve yazılı bir şekilde gelecek kuşaklara aktarmaları; bunun bu şekilde sürmesi kuramsal açıdan mezheplerin referans çerçevelerinin korunmasını ve sürekliliğini sağlar. Geçmişe atıfla sınırları, normları belirlenen referans çerçevesi, hedef kitlesi için artık gelecekte büyük oranda değişmeyecek bir bilgi stoku oluşturur. Mezhebi oluşumları ve meydana getirdikleri referans çerçevelerini ortaya koyabilmek kişiler, kavramlar, olgular ve süreçleri çözümlemenin merkezine koyarak ilerlemekle mümkün olabilir. Mezhebi yapılanmaların oluşum sürecinde meydana gelen olaylar, kavramsallaştırmalar ve süreçleri irdelemek nesnel bir araştırma yapabilmek için gerekli unsurlardır. Her toplumun oluşturduğu kültürel dünyanın dayandığı bir epistemolojik1 temel söz konusudur. Bu epistemolojik çevrenin karakteri
1 Epistemolojinin temel sorunsalları başlıca bilmenin nasıl mümkün olduğu, bilme süreciin taraflarının kim ve ne olduğu, süje ve objenin neliği, obje ve süje arasında kurulan bağın niteliği, bilginin üretildiği kaynağın ne olduğu
onların anahtar kavramlara yükledikleri anlamlarla oluşur. Kavramların içeriği ise din, doğal çevre, tarihten tevarüs edilen kültürel miras ve toplum tarafından şekillendirilir. Bu durumda din bir taraftan bilginin kaynağı olurken diğer taraftan meşrulaştırıcı olur (Arabacı, 2009:60-61). Referans çerçevesinin niteliğini oluşturacak kendilerine farklı anlam yüklenen kavramlar ve terkipler, İslam toplumunun ilk dönemleri dikkate alındığında imamet-hilafet, büyük günah, cebir ve kader, Allah’ın sıfatları, Halkul Kuran, sahabenin konumu, akıl-nakil ilişkisi vb. olduğu görülecektir. Tarihsel, siyasal, kültürel ve dini geçmişe göndermelerde buluna hiçbir kavramın bağlamdan kopuk, soyut ve salt teorik olarak ele alınması bizi hakikate götürmez. Bu kavramların her birinin sosyokültürel, politik, tarihsel ve dini anlamda bir bağlamı olduğu; içine yerleştirildikleri bu bağlamda ele alınmalarının daha isabetli analizleri ortaya çıkaracağı mümkün gözükmektedir.
Merkeziliği temsil eden Sünniliği ve çevresel eğilimleri açıklayabilmek için din kurucusunun vefatından sonra zorunlu olarak ortaya çıkan mezhebi oluşumların referans çerçevesini oluşturan bilgiyi üreten ulemadan oluşan bir epistemik cemaatten, üretilen ve aktarılan dini bilgiden hareket edilebilir. Her dini gelenek sürekli akla uygunluğunu sağlayacak özgül cemaatlere gereksinim duyar. Hemen her grup dini hakikatin tekelini veya dinin en doğru yorum ve anlayışını kendisinin temsil ettiği görüşündedir. Hemen her dini gelenekte merkezi kuşağı oluşturan, çoğunluğu temsil eden ana dini akım ve bunun yanında çevresel ve eleştirel eğilimleri yansıtan azınlığı temsil eden gruplaşmalar söz konudur ( Berger, 2011:114). İslam tarihi söz konusu olduğunda dini bir gelenek içerisinde merkezi kuşağı oluşturan ana dini akım ile çevreyi oluşturan diğer mezhebi oluşumlar bu merkez-çevre kavramlaştırmasında mezhebi oluşumları açıklamaya yardım edecek bir açıklama çerçevesi olarak düşünülebilir. Merkezde Sünnilik vardır, ama homojen değil kendi içinde farklı renkler ve desenlere yer verir. Çevrede ise başta Şiilik ve ondan doğan alt gruplar ile Haricilik ve onun düşün dünyasının beslediği mezhebi oluşumlar vardır.
Merkez-çevre kavramlaştırmasına benzeyen fakat aynı dinin alt gruplarını ifade etmek için kategorileştirme yöntemleri kullanılmaktadır. Bunlardan biri de Ortodoks ve heterodoks kavramlarıdır. Bir dinî gelenek içerisinde ortaya çıkan mezhep, tarikat veya
vb. konulardır. Klasik epistemoloji bu sorulara cevap arar, bu soru ve cevapların kapsamını bilim dışı tüm bilgi üretme alanlarına ve bu alanlardaki tüm biliş süreçlerine yaygınlaştırır. Epistemolojik yaklaşımlar yukarıda verilen sorulara farklı cevapların verilebilme imkanından kaynaklanır.(Çelebi,2004,s.218-219)
hareketler ortodoks ve heterodoks olmak üzere ikiye ayrılır. Bir dine inananların çoğunluğu tarafından oluşturulan merkezi kuşak kategorisinde yer alan mezhepler, dinî geleneğin temel ilkelerini temsil etmekle birlikte aralarında esasa ait olmayan konularda bir ayrılık söz konusudur. Ortodoks kavramı ‘doğru görüş ve inancı olan, doğru ve güzel ibadet ve işler yapan dindarı veya dinî grubu ifade eder’. Ortodosk kavramı, Hristiyan Ortodoks Kilisesine gönderme de bulunsa da sosyal bilimlerde farklı bir anlamda kullanılır. Sosyal bilimlerde ‘toplumda çoğunluğun benimsediği geleneksel inanç ve uygulamalar ile dinî kurum ve gruplaşmaları ifade eder’. Ortodoks kavramı, sapkınlık (heresy) ve aşırılık (heterodoksi) anlayışlardan uzaklığı ima ederken orta yol ve merkeziliği vurgular. Her dinî gelenekte geniş bir kabul gören merkezi kuşağı oluşturan yorumlar 'ortodoks' olarak adlandırılır. İslamî grupları isimlendirme de karşılığı Sünnîlik'tir. Sünnîlik'ten 'ortodoks İslam anlayışı' olarak da söz edilir. Heterodoksi ise ‘bir dinî gelenek içinde yaygın kabul gören yerleşik değerlere ve doktrinlere karşı farklı ve aykırı yorumlar geliştiren hareketler için kullanılan bir kavram’dır. Dini yorum çevreleri tarafından dinin temel ilkelerini farklı yorumlamak ve dolayısıyla dinin özünden uzaklaşmakla itham edilen mezhepler heterodoks kategoride yer alır. Sapkınlığı ifade eden 'heresi'den farklı yanı, heterodoksinin dinî inanç, ritüel ve kurallara aşırı bağlılığı ve ileri düzeyde katı bir muhafazakarlığı ifade etmesidir (Kirman, 2011).
Müslümanların gündemine giren siyasi(hilafet), itikadi(iman-küfür) ve benzeri konular, dinin temel referanslarına dönüşü ateşlemiş, meydana gelen olaylar karşısında verilen tepkilere göre farklı yorumlar ve anlayışlar ortaya çıkmıştır. Birbirleri ile bilfiil savaşan gruplar kendilerinden olmayanlar için kafir, münafık vb. kavramları kullanmaya başlamışlardır. Her fırka kendi durumunu açıklamak için dini kaynaklara başvurmuş ve kendilerine bir meşruiyet alanı oluşturmaya çalışmışlardır. Temelinde karmaşık ve değişken siyasi çekişmelerin yer aldığı faktörler islam toplumunu çatışma ve kutuplaşma ortamına itmiştir. (Macit,17-18) Bu çatışma ve kutuplaşma ortamı mezhebi oluşumların ortaya çıkmasını tetiklemiş, onların öteki aracılığı ile kendilerini fark etmelerini sağlamış ve kimlik bilincini kazanmalarında rol oynamıştır. Mezheplerin ortaya çıkış anlatıları, ‘bizi biz yapan hikâyeler’dir ve bunlar dinsel kimlikleri tarihsel ve teolojik koordinatlarıyla sürekli olarak inşa etmeye devam eder. (Evkuran,2015:618) Mezhebi eğilimlerde ilahi hakikatin tek yorumu olduğu, bununda kendileri tarafından temsil edildiği ve diğer fırkaların hakikatten ayrıldıkları düşüncesini içeren
teolojik bir tezin varlığı söz konusu olmuştur. Kendileri dini hakikati temellük ettiklerine göre artık sorun diğer fırkaların hangi noktalarda sapıklığa düştükleri konusundadır. Bu sorunu çözümleme noktasında her bir grup paradigmatik bütünlüklerini, referans çerçevelerini kazanamadıkları ilk iki yüzyıllık dönem içinde birbiri ile çelişkili kavramsal çerçeveler oluşturarak cevap verme çabası içinde olmuşlardır. Fırkalar paradigmatik bütünlüklerini ve referans çerçevelerini şekillendirdikten sonra önceki çerçeveler yedek kavramsal çerçeveler olarak kalmışlardır. Merkezi referans çerçevesi ile merkezin dışındaki kavramsal çerçeveler yan yana olmaları sebebiyle epistemolojik bölünmenin gerçekleştiği görülmektedir (Yücesoy,1994:103-104).
Kültürel, tarihsel, politik vb. Faktörlerin öne çıkan etkileriyle ortaya çıkan epistemolojik bölünmeden sonra mezhebi yapıların ortaya çıktığı ilk dönemlerde sahip oldukları bilgi stokları ve anlamlandırma düzenleriyle farklılık arz eden üç referans çerçevesinden bahsedilebilir: Haricilik, Şiilik ve Sünnilik. Referans çerçevesi derken her grubun kendi görüşleri doğrultusunda teolojik, sosyolojik, politik, tarihsel ve kültürel vb. temel dinamiklerin etkisiyle kendilerini içine yerleştirdikleri anlama ve yorumlama sistemini ifade etmek istiyoruz. Elbette bu dinamiklerin her zaman aynı düzeyde değil dereceleri ve ağırlıkları farklı bir biçimde teorik ve pratik dini yönelimlere etkide bulunduğu söylenebilir. Belirtilen faktörlerin hepsi sınırları belirli ve içinde yaşayanlara bir zihniyet ve dünya görüşü veren bir kültüre işaret etmektedir. Belirli bir kültür vasıtasıyla düşünmek belirli bir referans çerçevesi aracılığı ile düşünmek demektir. Bu çerçevenin temel unsurları söz konusu kültürün dinamik ve belirleyicilerinden doğar. Bunların başında ise yukarıda değinildiği gibi kültürel miras, sosyal çevre ve geleceğe, dünyaya, kainata ve insana bakış gelir (Cabiri,1997, s.18). Yukarıda yapılan değerlendirmeler ışığında bir kategorizasyon yapılırsa merkezi Sünnilik; merkezin dışındaki çevresel eğilimleri ise Şiilik ve Haricilik oluşturur. Zamanla İslam toplumunda onlarca farklı mezhebi oluşumların ortaya çıktığı bir vakıadır. Fakat günümüze dek varlığını, sahip olduğu entelektüel ve toplumsal boyutlarıyla sürdüren; günümüz dünyasına yansıyan farklı biçimleriyle İslam dünyasındaki temel mezhebi yapıları oluşturan mezhebi eğilimler sözü edilen bu üç oluşumdur. Kısaca mezhep ve mezhebi eğilimler dinin kendisi değil, aksine yüzyıllar içerisinde içinde bulunduğu ilişkiler ağının koordinatlarına bağlı olarak ortaya çıkmış beşeri oluşumdur, bir anlama ve yorumlama farklılığının sonucunda meydana gelmişlerdir.
Dinin ilişkiye girdiği yukarıda sözü edilen dinamiklerden her biri, mezhebi oluşumlar için etki ve boyutları farklı derecelerde olan farklı yönelimlere zemin hazırlamıştır. Günümüzde internet teknolojilerinin diğer alanlarda olduğu gibi dini alandaki değişim ve dönüşümlerin ivmesini artırıp hızlandırdığı süreçte klasik mezhep, cemaat, tarikat vb. grupların farklı yönlere doğru evrilme yaşadığı söylenebilir. Söz konusu evrilmenin yönü içinde bulunulan dini grubun toplumsal, tarihsel, politik vb. bileşenlerin inşa ettiği kimlik, öznelerin öne çıkardığı bir olgu haline geldiğinde sanal ortamın sunduğu imaj ve hayal imkanlarıyla bir söylem kanalı meydana gelmektedir. Bu söylem kanalında olgu ve gerçeğe dayalı bir tasarım ve sunum değil daha çok manipüle edilebilir, idealist ve popüler bir form oluşmaktadır. Böylece büyük anlatı iddiasına sahip her grup (mezhep, cemaat, tarikat, sekt vb.) bu söylem kanalında diğer gruplarla yaşadığı zihinsel çatışma, gerilim ve polemiklere karşı koyabilmek için benimsediği bilgi stokundan devşirdiği bilgilerle kendini yeniden üretmektedir.Yine internet teknolojilerinin etkisiyle aynı dini grupların içerisinde de çok hızlı bir şekilde atomizasyon yaşanmakta ve farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Bundan sonraki kısımlarda sözü edilen temel üç eğilime yer verilecektir.
KAYNAKÇA
Akyüz, Niyazi ve Çapçıoğlu, İhsan(2012).Din Sosyolojisi El Kitabı, (Editörler: Niyazi
Akyüz ve İhsan Çapçıoğlu), Ankara:Grafik Yayınları
Arabacı, Fazlı (2004). İslâm’da Dinî Bilginin Toplumsal Bağlamı, Gazi Üniv. Çorum İlahiyat Fak. Dergisi, 2004/1, c. III, sayı: 5, ss. 1-16
Arslan, Hüsamettin, Epistemik Cemaat, Paradigma Yayınları. 1992, istanbul
Berger, Peter L.(2011).Kutsal Şemsiye. (Çeviren: Ali Coşkun),(4.Baskı). İstanbul: Rağbet Yayınları Berger, Peter & Luckmann, Thomas, Gerçekliğin Sosyal inşâsı, Bir Bilgi Sosyolojisi
İncelemesi
Bird, John, Din Sosyolojisi Nedir, Lotus Yayınevi, (A.Vahap Taştan;Mustafa D. Dereli)
Cabiri, M. Abid (1997). Arap Aklının Oluşumu,(Çevire:İbrahim Akbaba), İstanbul:İz
Yayınları
(2011). Çağdaş Arap Düşüncesinde Yeniden Yapılanma(2.Baskı), İstanbul: Düşün Yayınları
Çelik, Celaleddin,(2011) Türkiye'de Dini Gruplar Sosyolojisi,ERUSAM Analiz I,
Kayseri.
Çiftçi, Adil (2015). Bilgi Sosyolojisi ve İslam Araştırmaları,(2.Basım).Ankara: Ankara Okulu
Çiftçi, Adil (2015). Fazlur rahman ile İslamı yeniden düşünmek, (3. Basım).Ankara: Ankara Okulu Yayınları Cook, Michael, “Max Weber ve İslam Mezhepleri”, çev: Celaleddin Çelik, Dinbilimleri
Akademik Araştırma Dergisi, 2004, c. 4, sayı: 4, ss 235-241.
Dawson, Lorne L.,Kilise-Mezhep-Kült:Dini Grup Tipolojilerinin İnşası,(Çev:Mehmet S.
Ünal),s.343-373.(Derleyen:Peter B. Clarke, Din Sosyolojisi Yaşadığımız
Dünya,Çeviri Editörü: İhsan Çapçıoğlu,İmge Kitabevi, Ankara, 1. Baskı,2012
Evkuran, Mehmet (2015). Sünni Paradigmayı Anlamak, (3.basım). Ankara: Ankara Okulu
Fichter, H. Joseph(2012). Sosyoloji Nedir, (Çevire: NilgünÇelebi), Ankara: Anı Yayıncılık.
Günay,Ünver (2011). Din Sosyolojisi(13.Basım) İstanbul: İnsan Yayınları
Macit, Nadim (1995). Ehli Sünnet Ekolünün Doğuşu, 1995. Erzurum: İhtar Yayınları
Kutlu, Sönmez, Tarihsel Din Söylemleri Üzerine Zihniyet Çözümlemeleri, Otto Yayınları,2002, Ankara
Kutlu, Sönmez(2015).Mezhepler Tarihi El Kitabı, (Editörler: Hasan Onat ve Sönmez Kutlu)(4.Baskı). Ankara : Grafik Yayınları.
Mensching,Gustav, Din Sosyolojisi,L-T yayınları, Çev: Mehmet Aydın, 3. Baskı
Çelebi, Nilgün, Sosyoloji ve Metodoloji Yazıları, Anı Yayıncılık, 2004, 2.Baskı
Kirman, Mehmet Ali, Din Sosyolojisi Terimleri Sözlüğü, Rağbet Yayınları, 2. Baskı, 2011.
Subaşı, Necdet, Eski Yeni Dergisi, Mezhep Kavramı ve Bunu İslam’daki Uzantıları
Üzerine Söyleşi,
Wach, Joachim, Din Sosyolojisi, İFAV Yayınları, Çev: Ünver Günay, İstanbul, 2012.
İbn Haldun, Mukaddime II, Hazırlayan:Süleyman Uludağ, 6. Baskı,2009, İstanbul
Knoblauch, Hubert, Religionssoziologie, de Gruyter, Berlin, 1999.
Watt, W.Montgomery(1968) İslami Tetkikler İslam Felsefesi ve Kelamı,(Çeviren:
Süleyman Ateş), Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları
Watt, W.Montgomery (2002). Dinlerde Hakikat,(Çevirenler: Vahap Taştan, Ali Kuşat),İstanbul: İz Yayınları
Wilson, Bryan(2004).Dini Mezhepler,(Çevirenler: A. İhsan Yitik, A. Bülent Ünal),
İstanbul:İzYayınları
Yücesoy, Hayrettin(1994). İslamın İlk Dönemlerinde Siyasi Kelam Okullarının Gelişimi,1994:Bilgi ve Hikmet Dergisi, Sayı:7
Zuckerman, P., Din Sosyolojisine Giriş, (Çev, İ. Çapçıoğlu & H. Aydınalp). Ankara:
Birleşik Kitabevi Yayınları.
Yorumlar
Yorum Gönder