Günümüz toplumunda algoritmalar, gündelik hayatın neredeyse her alanına nüfuz etmiş durumdadır. Sabah uyandığımız andan gece uyuyana kadar kullandığımız akıllı cihazlardan, tüketim alışkanlıklarımıza, sosyal ilişkilerimizden kariyer tercihlerimize kadar pek çok alanda algoritmik sistemlerin etkisi altında yaşamaktayız. Dominique Cardon'un "Sociologie des algorithmes" (2019) çalışmasında vurguladığı gibi, algoritmik sistemler artık basit hesaplama araçları olmaktan çıkıp, toplumsal düzeni şekillendiren aktif failler haline gelmiştir. Bu sistemler, sosyal medyada gördüğümüz içeriklerden, kredi başvurularımızın sonuçlarına, çevrimiçi alışverişlerde karşımıza çıkan önerilerden, iş başvurularımızın değerlendirilmesine kadar pek çok kritik kararı etkilemektedir.
Bu dönüşüm süreci, klasik sosyolojik kavramların ve analiz araçlarının yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Örneğin, toplumsal tabakalaşma, sosyal sermaye, kimlik oluşumu ve güç ilişkileri gibi temel sosyolojik kavramlar, algoritmik sistemlerin yarattığı yeni dinamikler ışığında yeniden yorumlanmak durumundadır. Özellikle yapay zeka ve makine öğrenmesi teknolojilerindeki gelişmeler, algoritmaların karar alma süreçlerindeki rolünü her geçen gün artırmakta ve bu durum, toplumsal yaşamın örgütlenmesinde köklü değişimlere yol açmaktadır.
Çalışmamız, algoritmaların toplumsal yapılar, kurumlar ve bireyler üzerindeki etkilerini çok boyutlu bir perspektiften incelemeyi amaçlamaktadır. Bu inceleme, hem mikro düzeyde bireysel deneyimleri hem de makro düzeyde kurumsal ve yapısal dönüşümleri kapsamaktadır. Özellikle algoritmaların yarattığı yeni eşitsizlik biçimleri, gözetim pratikleri, dijital ayrımcılık ve veri kolonyalizmi gibi kritik konular, çalışmamızın odak noktalarını oluşturmaktadır. Ayrıca, algoritmik sistemlerin demokratik katılım, sivil özgürlükler ve sosyal adalet üzerindeki etkileri de detaylı bir şekilde ele alınacaktır.
Bu bağlamda, çalışmamız interdisipliner bir yaklaşımı benimsemekte ve sosyoloji, antropoloji, bilim ve teknoloji çalışmaları, politik ekonomi ve etik gibi farklı disiplinlerin kavramsal araçlarından yararlanmaktadır. Bu çok boyutlu analiz, algoritmaların toplumsal etkilerini daha kapsamlı bir şekilde anlamamıza ve bu etkilere yönelik eleştirel bir perspektif geliştirmemize olanak sağlayacaktır. Aynı zamanda, algoritmik sistemlerin daha adil ve demokratik bir şekilde tasarlanması ve kullanılması için gerekli olan teorik ve pratik çerçevenin oluşturulmasına katkıda bulunmayı hedeflemektedir.
Çalışmamızın temel argümanı, algoritmaların toplumsal yaşamı şekillendiren nötr teknolojik araçlar değil, belirli değer sistemleri, güç ilişkileri ve çıkar çatışmalarının ürünü olan sosyo-teknik yapılar olduğudur. Bu nedenle, algoritmaların toplumsal etkilerini anlamak için, onları geliştiren, uygulayan ve kullanan aktörlerin motivasyonlarını, bu sistemlerin içine gömülü olan değerleri ve önyargıları, ve bunların yarattığı toplumsal sonuçları kritik bir şekilde incelemek gerekmektedir.
ALGORİTMALARIN TOPLUMSALLIĞI
Algoritmaların toplumsal etkilerini incelemek için sağlam bir kavramsal çerçeveye ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çerçeve, hem teknolojik gelişmelerin karmaşık doğasını hem de toplumsal yapıların çok boyutlu karakterini hesaba katmalıdır. Andreas Hepp'in "Algorithmische Sozialität" (2020) çalışması, bu konuda önemli bir teorik zemin sunmaktadır. Hepp'in eseri, algoritmaların sadece teknik araçlar olarak değil, aynı zamanda toplumsal yaşamın kurucu unsurları olarak incelenmesi gerektiğini vurgular. Örneğin, Instagram'ın öneri algoritmasının kullanıcıların beğeni ve etkileşim kalıplarına göre içerik göstermesi basit bir teknik süreç değil, aynı zamanda toplumsal güzellik standartlarını, tüketim alışkanlıklarını ve yaşam tarzı normlarını yansıtan ve güçlendiren bir mekanizmadır.
Hepp'in ortaya koyduğu sosyo-teknik yaklaşım, teknolojik determinizmin basitleştirici varsayımlarını reddeder. Teknolojik determinizm, teknolojinin toplumsal değişimin tek veya en önemli belirleyicisi olduğunu iddia eder ve toplumsal faktörlerin rolünü ihmal eder. Oysa Hepp'in analizi, teknoloji ve toplum arasındaki ilişkinin çok daha karmaşık ve çok yönlü olduğunu gösterir. Bu perspektife göre, algoritmik sistemler toplumu şekillendirirken, aynı zamanda toplumsal değerler, normlar ve güç ilişkileri tarafından şekillendirilir. LinkedIn'in iş öneri algoritmaları bu duruma iyi bir örnektir: Bu algoritmalar sadece teknik bir eşleştirme sistemi değil, aynı zamanda toplumsal sınıf dinamiklerini, eğitim hiyerarşilerini ve profesyonel ağların güç yapılarını yansıtan ve çoğu zaman prestijli üniversitelerden mezun olanların profillerini daha görünür kılarak mevcut sosyal tabakalaşmayı güçlendiren sistemlerdir.
Hepp'in yaklaşımında özellikle vurguladığı nokta, algoritmik sistemlerin "gömülü" karakteridir. Bu sistemler, toplumsal ilişkilerin ve pratiklerin dokusuna derinden işlemiş durumdadır. Örneğin, sosyal medya algoritmaları sadece içerik dağıtımını düzenleyen teknik mekanizmalar değil, aynı zamanda sosyal etkileşimleri, bilgi akışını ve kamusal tartışmaları şekillendiren toplumsal aktörlerdir. Bu algoritmaların tasarımı ve işleyişi, belirli toplumsal değerleri, normları ve güç ilişkilerini yansıtır ve yeniden üretir. Google'ın arama algoritması bu durumun çarpıcı bir örneğidir: Web sitelerinin "otoritesini" belirlerken mevcut kurumsal güç yapılarını yansıtır ve büyük medya kuruluşları ile yerleşik kurumların web sitelerini daha yüksek sıralarda göstererek mevcut bilgi ve güç hiyerarşilerini pekiştirir.
Bu teorik çerçevenin gündelik hayattaki yansımalarını gösteren başka önemli örnekler de mevcuttur. Netflix'in içerik öneri algoritması, toplumsal beğeni kalıplarını ve kültürel tercihleri yansıtarak, belirli türdeki içerikleri öne çıkarır veya gizler. Tinder gibi çöpçatanlık uygulamalarının eşleştirme algoritmaları, modern ilişki kurma pratiklerini derinden değiştirerek romantik ilişkilerin nasıl başlatıldığı ve sürdürüldüğüne dair toplumsal normları yeniden şekillendirir. Gig ekonomisi platformlarının (Uber, Deliveroo gibi) fiyatlandırma ve eşleştirme algoritmaları ise çalışma ilişkilerini ve emek piyasasını yeniden yapılandırarak yeni bir "dijital proletarya" sınıfının oluşumuna katkıda bulunur. Tüm bu örnekler, algoritmaların toplumsal yapıları hem yansıttığını hem de dönüştürdüğünü, bu süreçte mevcut güç ilişkilerini bazen pekiştirdiğini bazen de yeni eşitsizlik biçimleri ürettiğini göstermektedir.
ALGORİTMALARIN SOSYOLOJİSİ
Jean-Samuel Beuscart'ın "Le numérique en sociologie" (2019) çalışması, dijital teknolojilerin ve özellikle algoritmaların sosyolojik analizinde çığır açıcı bir perspektif sunmaktadır. Beuscart'ın yaklaşımı, algoritmaları sadece matematiksel formüller veya teknik prosedürler olarak değil, derin toplumsal anlamlar ve ilişkiler taşıyan sosyal yapılar olarak ele alır. Bu yaklaşım, algoritmaların toplumsal boyutlarını anlamak için zengin bir analitik çerçeve sunar.
Beuscart'ın analizinde öne çıkan temel argüman, algoritmaların toplumsal değerlerin, normların ve güç ilişkilerinin kodlanmış formları olduğudur. Bu perspektife göre, her algoritma belirli bir toplumsal bağlamda üretilir ve bu bağlamın izlerini taşır. Örneğin, kredi skorlama algoritmaları, belirli bir toplumun "finansal güvenilirlik" anlayışını ve sınıfsal hiyerarşilerini yansıtır. Benzer şekilde, içerik önerisi algoritmaları, belirli kültürel değerleri ve estetik tercihleri normalleştirme eğilimindedir.
Algoritmaların kurumsal güç ilişkileri bağlamında analizi, çağdaş toplumların iktidar yapılarını anlamak için kritik önem taşımaktadır.
Günümüzde algoritmaların tasarımı ve kontrolü, büyük ölçüde teknoloji şirketleri, finansal kurumlar ve devlet kurumları gibi güçlü aktörlerin elinde toplanmıştır. Bu aktörler, algoritmaların nasıl çalışacağını, hangi verileri kullanacağını ve hangi amaçlara hizmet edeceğini belirleme yetkisine sahiptir. Özellikle büyük teknoloji şirketleri (GAFAM - Google, Apple, Facebook, Amazon, Microsoft), küresel ölçekte algoritma tasarımı ve kontrolü üzerinde önemli bir tekel oluşturmuştur. Bu şirketler, kullanıcı verilerini toplama, işleme ve monetize etme konusunda benzeri görülmemiş bir güce sahiptir.
Bu yetki yoğunlaşması, demokratik denetim ve katılım mekanizmalarının zayıflamasına yol açmaktadır. Algoritmaların tasarım ve uygulama süreçleri genellikle kapalı kapılar ardında gerçekleşmekte, toplumsal paydaşların ve sivil toplumun bu süreçlere katılımı sınırlı kalmaktadır. Bu durum, algoritmaların toplumsal etkilerinin demokratik gözetimini zorlaştırmakta ve hesap verebilirlik mekanizmalarını zayıflatmaktadır.
Algoritmaları tasarlayan ve kontrol eden aktörlerin ekonomik ve politik çıkarları, bu sistemlerin yapısına ve işleyişine derinden nüfuz etmektedir. Örneğin, sosyal medya platformlarının algoritmaları, kullanıcı dikkatini maksimize etmek ve reklam gelirlerini artırmak üzere tasarlanmıştır. Bu algoritmalar, kullanıcıların platform üzerinde daha fazla zaman geçirmesini sağlayacak içerikleri öne çıkararak, platformların ekonomik çıkarlarına hizmet eder.
Benzer şekilde, kredi skorlama algoritmaları, finansal kurumların risk değerlendirme kriterlerini ve karlılık hedeflerini yansıtır. Bu algoritmalar, belirli toplumsal grupları sistematik olarak dezavantajlı konuma düşürebilir, çünkü risk değerlendirme kriterleri genellikle dominant ekonomik modellerin varsayımlarına dayanır. Politik gözetim ve kontrol sistemlerinde kullanılan algoritmalar ise, devletlerin güvenlik politikalarını ve kontrol stratejilerini yansıtır.
Algoritmik sistemler, var olan kurumsal iktidar ilişkilerini çeşitli mekanizmalar yoluyla pekiştirir ve yeniden üretir. İlk olarak, bu sistemler veri toplama ve analiz kapasitesi açısından zaten güçlü olan aktörlerin pozisyonunu daha da güçlendirir. Büyük veri setlerine ve gelişmiş analitik kapasiteye sahip kurumlar, algoritmik sistemler aracılığıyla rekabet avantajı elde eder ve pazar pozisyonlarını güçlendirir.İkinci olarak, algoritmik sistemler kurumsal karar alma süreçlerini otomatikleştirerek ve standardize ederek, kurumsal iktidarın daha etkili bir şekilde uygulanmasını sağlar. Örneğin, insan kaynakları yönetiminde kullanılan algoritmalar, kurumsal hiyerarşileri ve kontrol mekanizmalarını pekiştirir. Bu sistemler, çalışan performansının ölçülmesi ve değerlendirilmesinde kurumsal normları ve beklentileri kodlar.Üçüncü olarak, algoritmik sistemler kurumlara benzeri görülmemiş bir öngörü ve müdahale kapasitesi sağlar. Tahmine dayalı analitik sistemler, kurumların gelecekteki eğilimleri tahmin etmesini ve buna göre stratejiler geliştirmesini mümkün kılar. Bu kapasite, kurumsal iktidarın daha proaktif ve etkili bir şekilde uygulanmasını sağlar.
Ayrıca, algoritmik sistemler kurumsal meşruiyet üretiminde de önemli bir rol oynar. Bu sistemler, kurumsal kararların "objektif" ve "bilimsel" temellere dayandığı izlenimini yaratarak, kurumsal iktidarın meşrulaştırılmasına katkıda bulunur. Algoritmaların teknik ve karmaşık doğası, kurumsal karar alma süreçlerinin sorgulanmasını zorlaştırır ve mevcut güç ilişkilerinin "doğal" veya "kaçınılmaz" görünmesine yol açar.
Bu süreçte, algoritmik sistemlerin kurumsal iktidar ilişkilerini pekiştirmesi, toplumsal eşitsizliklerin derinleşmesine ve demokratik katılım olanaklarının daralmasına neden olabilir. Bu nedenle, algoritmik sistemlerin tasarımı ve uygulanmasında demokratik denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi, şeffaflığın artırılması ve toplumsal katılımın sağlanması kritik önem taşımaktadır.
Yorumlar
Yorum Gönder