İçinde
bulunduğumuz coğrafyada genel olarak büyük
çoğunluk,İslam'ı bir aile ortamında yani kendisini kuşatan bir sosyal
çevrede öğreniyor. Bu şekilde önceki kuşaklardan gördüğü kadarı ile İslam'ı
algılıyor, anlıyor ve hayat boyu da büyük bir oranda bu geleneksel zihniyet dini yaşamını
biçimlendiriyor. Ailesinde gördüğü dindarlığın doğruluğunu sorgulayıp doğru
bilgiye ulaşmanın çabasında olanlarda eksik değil ama bu gruptakilerin oldukça
az olduğu söylenebilir.Geleneğin bu konularda ne kadar belirleyici olduğunu
toplumsal hafızada bir zincir oluşturması ve değer ve normların devamlılığını
bu şekilde sağlamasından
anlayabiliriz.Birey dünyaya geldiğinde etrafını kuşatan toplumsal ve kültürel
dünyayı hazır bulmaktadır. İnsan kendi sosyal çevresini kuşatan toplumsal
dünyanın gözlüğü ile olaylara bakar ve
onları yorumlar. Aile ve yakın sosyal çevrenin bu bağlamda din algısı ve
dindarlık biçimleri olumlu veya olumsuz bir biçimde kuşaktan kuşağa
aktarılır.Ve artık sonraki nesiller, öncekilerden tevarüs ettikleri dini
anlayış biçimlerini kendiliğinden ve rutin bir şekilde gündelik hayatlarında tecrübe
etmeye başlamaktadırlar.
Maalesef toplum olarak sağlam ve doğru bilgi
arayışı içinde olduğumuz söylenemez. Bizi kalben, fikren ve ruhen ikna edecek
ve doyuracak bilgi ve hikmet arayışında olmadığımızda rahatlıkla söylenebilir.
Çünkü böyle bir açlık ve susuzluk konusunda bir
farkındalık söz konusu değil.Bir
gelenek, adet ve görenek olarak içinde yaşadığımız toplumun zaman zaman ifa
ettiği bir takım ritüelleri derinlikten azade şekilsel ve kuru olarak yerine
getiriyoruz Anlatmak istediğim nokta İslam'a, Kuran'a, ve Efendimiz sav'a hoyratça
ve kadirbilmez bir mirasyedi davranışı ile muamele ettiğimiz mevzusudur. Tıpkı büyüklerinden kendisine ev,
araba, arsa, para vb. miras kalmış, ama bunların kadir kıymetini bilmeyen bir
mirasyedi tutumu. İslam'ı , Kuran'ı, ve Efendimiz sav'i gerçek manada öğrenmek
istediğimiz ve problemlerimize onların sunduğu çözümlerle halletmeye çalışma
derdimiz yok. Kuran'ın mealini ve Efendimizi'in hayatını anlatan kitapları
sırf dini konulardaki bilgi ve şuurunu
artırmak, bireysel ve sosyal
problemlerini çözmek için kaç kişi
okumuştur? Suyun içindeki balıklar gibi alışkanlığın ve sıradanlaşmanın esiri
olarak nimetin kadrini bilememek insan için çok ibret vericidir. Kısaca
mirasyedi dindarlığı derken inandığımızı söylediğimiz dini bulmak için hiçbir
gayret sarf etmediğimizi, onu içinde doğduğumuz toplumsal yapıda hazır
bulduğumuzu ve onun eksikliğini
imansızlığın karanlık uçurumlarında dolaşarak fark etme durumunda olmadığımızı
anlatmak istiyorum.Bu sebeple de sahip olduğumuz değerlerin bilincinde
olmadığımızı düşünüyorum.
Selman-ı Farisi
ra'ın İslam ile şereflenme hikayesi bu konuda bize ne çok şey anlatır. Ruhunun
açlığının ve susuzluğunun farkına
varmış, sürekli arayış içinde olan, bu arayışta sahip olduğu güzel imkanları
elinin tersiyle iten ama bu arayışın sonunda aradığı sonsuz pınarı bulan bir
bir kişinin hikayesiyle karşılaşırız. İran'da zengin ateşperest bir ailenin
çocuğudur Selman ra. Ailesi onun Mecusi olmasını ister ama o ateşe tapmanın
anlamsızlığının bilincindedir. Bir gün bir kiliseye yolu düşer, orada yapılan
ayinler hoşuna gider ve o dini öğrenmek ister. Babasının bütün baskı ve
cezalandırmalarına rağmen o kiliseye gitmekten
vazgeçmez. Fakat Kilisedeki papaz yaşlıdır ölmek üzeredir. Selman ra ondan
kendisine rehber olacak birisinin ismini
vermesini ister. Şam'dan Musul'a geldiğinde de bulduğu bu din hakkında yeni bilgiler öğrenir.Musul'dan
sonra Selman-ı Farisi önce Nusaybin'e varır oradaki üstadının son anlarında da
Sivrihisar'daki bir Hıristiyan bilginin ismini alır ve yine düşer yollara. O
zaman ki adıyla Amuriye(Sivrihisar)'ye gider.
Ama onun ruhunun derinliklerindeki fırtınalar henüz dinmemiştir. Sivrihisar'da da
aradığının peşindedir. Hıristiyan bilgin'e sorar. O öldüğü takdirde kimin rahle-i
tedrisine oturacaktır? Bilgin ona çevresinde böyle birini tanımadığını ama
yakında Arap yarımadasından bir peygamber çıkacağını bu peygamberin üç alameti
farikasının olduğunu anlatır: Sadakayı kabul etmez, hediyeyi kabul eder ve kürek kemikleri arasında nübüvvet mührü
bulunur.
Bilgin ölmüş ve
Selman ra çoktan yollara düşmüştür. Aradığını bulabilmek için çektiği çileler ve acılar
henüz bitmemiştir hatta artarak devam edecektir. Beraber Arap yarımadasına
gitmek istediği kervan Vadilkurra'ya ulaştığında tüccar Selman'ı bir Yahudi'ye
köle olarak satar. Ardından bu Yahudi onu Medine'de yaşayan Beni Kurayza'ya
mensup bir başka yahudiye (Osman b. Eshel) satar. (DİA, Selman-ı Farisi
Maddesi). Ona da Yusuf as'ın kaderi düşmüştür. Medine'de efendisinin hurma
bahçesinde çalışacaktır ama kulağı sürekli bir haber beklentisi içindedir. Bir
gün efendisinin hurma bahçesinde çalışırken efendisine başka bir Yahudi, Medine'ye
Muhammed isminde peygamber olduğunu söyleyen birinin geldiğini haber verir.
Selman ra duydukları karşısında çok
heyecanlanmıştır. Haber getiren kişiye anlattığını tekrar etmesini ister fakat
efendisi onu tersler ve bir tokat vurur. Selman ra. daha önce Efendimiz'in
alameti farikası olarak duyduğu konuları sınamak amacıyla elinde sadaka olmak üzere biraz hurma ile huzura varır.
Allah Rasulü sav hurmadan almaz ama hurmaları etrafındakilere dağıtır. Başka bir keresinde
yine elinde biraz hurma ile hediye olmak
üzere huzurdadır. Efendimiz hem kendisi yer hem de etrafındakilere ikram eder. Başka
bir keresinde ise Selman ra. Peygamberlik
mührünü görebilmek için alemlerin Efendisi'nin arka tarafında bir telaş
içindedir. Efendimiz bu durumu farkedince mübarek sırtlarını açmış ve ona nübüvvet
mührünü göstermişlerdi. Selman ağlayarak Efendimiz'in ayaklarına kapanır ve
Müslüman olur. Bu gözyaşları Selman ra için sevincin ve yıllardır hasretini
çektiğini bulmanın tezahürüydü. Çünkü iman ışığının kalbinde yanması için
ailesinden, ailesinin sahip olduğu imkanlardan ve özgürlüğünden vazgeçmişti.Koca Yunus'un
terennümüyle ballar balını bulabilmek için kovanını yağma etmişti.
Selman-ı
Farisi'nin imtihanı daha devam etmektedir. Efendisi onu azat etmek istemez.
Şart olarak meyvesini verinceye kadar 300 hurma ağacı yetiştirmesi ve ayrıca 40
okka altın vermesi gerekiyordu. Allah Resulü sav Ashabı Kiram'dan Selman-ı Farisi'ye yardım etmelerini
istemişti. 300 hurma fidanı temin edilmişti. Bizzat Allah Resulü sav
mübarek elleriyle hurma fidanlarını dikti. Fidanlar o yıl
içinde meyveye durmuştu.
Kendisine getirilen yumurta büyüklüğündeki altını
Efendimiz sav'e efendisine vermek üzere Selman ra'a vermişti. Bu şekilde o
hürriyetine kavuşmuştu. (Tabakât, 4: 75-79; Üsdü’l-Gàbe, 2: 330.)
Bu kutlu sahabi efendimize bir taraftan Muhacir, diğer
taraftan Ensar sahip çıkıyor ve adeta paylaşamıyorlardı.Peygamberimiz
(sav), bu mevzuda son noktayı şu
sözleriyle koyuyordu: “Selmân bizdendir, ehl-i
beytimizdendir.” Taberî, Ebî Ca’fer
Muhammed b.Cerîr, Târihu Ümem ve’l–Mülûk, I–XI, Beyrut 1988, III, 165; İbn
Sa’d,,IV, 6; İbnü’l–Esîr, II, 179; İbn Kesîr, IV,96
HAYRETTİN GÜL
HAYRETTİN GÜL
Yorumlar
Yorum Gönder