Bu yazıyı yıllar önce yazmıştım. 02 Ocak 2025 tarihinde Ferdi Baba vefat etti.Bu dünyadan bir güzel adam geçti. Olduğu gibi kalbi dilinde olan samimi bir insan. Bu samimiyet ve içtenliğin şarkılarına sirayet ettiği büyük usta. Allah rahmet eylesin. Başımız sağolsun
Ferdi
Tayfur’un dinlediğim ilk albümü ‘Allahım Sen Bilirsin’ idi. ‘Gönüllerin nuru
sensin/sevenlere çare sensin/güldür garipler sevinsin/Allahım sen bilirsin’
nakaratı ve Ferdi babanın yağ gibi akan yakıcı sesiyle kendimden geçer daha çok
dinlemek isterdim. Ferdi Tayfur’un sahip
olduğu yağ gibi akan yakıcı sesi karşılaştığı sıkıntı ve çektiği dertlerin
ocağında pişerek olgunlaştırdığı söylenebilir. Tıpkı Mevlana’nın kamışın Ney’e
dönüşümünün hikâyesinde anlattığı gibi. Nitekim daha küçük yaşlarda babasının
öldürülmesi, geçim derdi nedeniyle eğitime devam edememesi ve çalışmaya
başlaması gibi sebeplerle hayatın güçlükleri ile erken yaşta yüzleştiği
görülmektedir. Okumak, eğitimli olmak onun içinde her zaman bir ukde olarak
kaldığı söylenebilir.
Lise
yıllarında kasetlerini A ve B yüzündeki şarkıları sırasıyla ezberlediğim tek
sanatçı Ferdi Tayfur idi. Şimdiki gibi elinizi attığınızda ulaşamıyordunuz o
zamanlar şarkılara ve filmlere. Ya kasetlere, teyplere sahip olacaktınız ya
radyo başında saatlerce sevdiğiniz sanatçının çıkmasını bekleyeceksiniz ya da o
zamanlar yeni çıkan özel televizyonlarda filmlerin konulmasını bekleyeceksiniz.
Şimdiki gibi yok öyle üç kuruşa beş köfte. Sevdiğiniz sanatçının her bir şarkısıyla
kendinizi özdeşleştirirsiniz ve şarkılarının her biri sizi anlatan bir
tercümana dönüşür, dinledikçe daha çok dinlemek istersiniz.
İnternetin
ve sosyal medya ortamlarının olmadığı o demlerde dostluklar, sevdalar ve elbette
bunlara şahitlik eden şarkılar vazgeçilmezdi. Unutmuyorum: tarlaya gidip oradan
gelene kadar şarkıları özler eve varır varmaz ilk işim bir Ferdi baba kaseti
koyup, bestesi ve güftesiyle beni içine çeken şarkıların dünyasında adeta kaybolmak
isterdim. Bunu bile isteye yapardım. Çünkü o şarkılar beni, içinde bulunduğum
şartları, sıkıntıları, dertleri ve sevdaları en güzel şekilde anlatırdı. Bazen
isyankarlığımı Durdurun Dünyayı Başım Dönüyor’la bazen karşılaştığım güçlüklere
karşı başım dik bir gün bu kaderimin bu talihimin Canına Okuyacağım’ile bazen
susuzluğumu Nisan Yağmuru ile dindirir, bazen bomboş kalan Bizim Sokaklar’da
dolaşır, bazen de Emmoğlu’na söylenmiş adeta modern mersiyeye Ferdi baba ile
eşlik ederdim.
Önceki
yazıda babalarla kurulan özdeşliklerden bahsetmiştim. Her babanın dinleyicileri özdeşlik kurdukları
babanın şarkılarının çizdiği resme kendilerini oturturlar ve karakteristik
olarak onu yansıtmaya çalışırlardı. Müslüm babanın şarkılarında kendine
yüklenme, acı çektirme ve isyankârlık ağır basarken Ferdi babanın şarkılarında
özgüven sorununu yansıtan sitem ve hatıralarla avunma ağır basar. Öyle ki
zamanın bilinmez sürprizlerine karşı hatıraların yeterli olduğu, bazen hızını
alamayıp muhataba her saat başında hatırla haykırışını dile getirilirken bazen
de bunların zıddına unutmaya vurgu yapılır: Onu bana sormayın unutmak
istiyorum. Bazen de sevda çemberinden kurtulup Allah’a ibadet başlatma moduna
bile girer bazen bir Ferdici: Kurtuldum kurtuldum senden böylece ibadet başlattım
artık her gece dualarla böyle mutluyum bence…..
Fakat
ferdi baba şarklıları muhatabın bütün çektirdiklerine rağmen unutma, hatıra
zıtlıklarında gidip gelse de ondan tamamen vazgeçmez; ve adeta bir avuntuya
teslim olur: Sen sevme sevdiğimi bil yeter………. Bu da bana yeter. Bu moddan
bazen sıyrılır ve tehditvari söylemlere teslim olur:Yıldızlar da kayar durmaz
yerinde solar güzelliğin durmaz yüzünde
Ferdi babanın şarkılar dünyasında seyahat eden bir kimse bazen kendisini, çeşme başında bazen bu şehrin gecelerinde, bazen sabahçı kahvelerinde, bazen bir batan güneş anında, bazen huzurum kalmadı psikolojisinde, bazende acı ve kederlerin kendisine sorulmasını isteyen bir başvuru mercii yani Bana sor modunda bulur.
Evet
90 lı yıllarda toplumun orta ve alt grup kökenli gençler sevdalarını,
dertlerini, kısaca bütün yaşamlarını evrensel boyuta sahip olan müziğin daha
önce değinildiği gibi aşağılanan arabesk denilen formunda tecrübe ediyorlardı.
Bu tecrübede kendinden başkasına sıkıntı vermek yoktu. Şarkıların büyülü
dünyasında geçerdi bütün serencam. Şimdilerde edebiyatı yapılan dostlukların ve
sevdaların daha derinden ve sahici yaşandığı yıllardı o zamanlar. Varoş, kenar
mahalle veya dolmuş müziği olarak aşağılanırdı arabesk, kültürel iktidarın
nobran özneleri tarafından. Hâlbuki her insan tekinin özel olduğu, onun beğeni
ve tercihlerine saygı duymak gerektiği hep kendileri tarafından vurgulanırdı.
Arabesk müzik egemen söylem tarafından kuru gürültü, sanat ve estetikten uzak
görülürdü. Babaların her şarkısının yüreğine dokunduğu her bir gencin duygu
dünyasında büyük etkiler meydana getirdiği kültürel iktidar seçkinlerince
görmezden gelinirdi.
Üç
büyüklerin takipçileri eczanelerde satılmayan tek ilaç diye klasikleşen Kral Fm’i dinlerlerdi. Babalar geçidi Orhan
Gencebay, Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur ile başlar İbrahim Tatlıses, Cengiz
Kurtoğlu ile devam ederdi.
Ferdi
Tayfur’un küçüklükten yaşlılığına kadar geçen sürede albümler çıkarması, sinema
filmi çekmesi ve en son kitaplar yazması içindeki heyecan ve çocuğu hep diri
tuttuğunu gösteriyor.İnsan sürekli arar, arayıştadır. Güzel sanatların her bir
dalı hiç bitmeyen bir arayışın göstergesidir ve duyguları farklı biçimlerde
ifade etmenin en güzel araçlarıdır. Bana öyle geliyor ki Ferdi baba hep
hayallerinin peşinde olmuş, hiç vazgeçmemiştir.
Rahmetli
Müslüm Baba da olduğu gibi Ferdi Baba da hayata pozitif bakıyor: ‘Her zaman şükrederim. Bazıları
en ufak bir rahatsızlık yaşayınca isyan eder Tanrı’ya. Bende isyan yok. Olacak
olur, onun önüne geçemezsin. İyiyim ben, iyiyim. Asla ummayacağım güzel şeyler
geldi başıma. Mutlu oldum ben bu hayatta’[1].
Üç Büyükler diye isimlendirdiğim babalar
aslında Türkiye’de 60’lı yıllardan sonra başlayan göç olgusunun şehirdeki
tezahürlerini notalara dökmüşler ve göçü yaşayan ve bu bağlamda büyükşehirlerde
hayatın farklı veçheleriyle karşılaşan Anadolu insanının bam teline dokunmuşlar
ve büyük oranda toplumsal bir karşılık bulmuşlardır. Göçün sonucunda
büyükşehirlerde geldikleri yörelerdeki insan ilişkilerini, manevi yaşamı,
akrabalık ilişkilerini vb. bulamayan aile ve bireyler farklı problemlerle
yüzleşmek zorunda kalmışlardır. Bu noktada hem ekonomik hem de manevi olarak
sorunlar yaşayanların problemleri başta babaların şarkılarında filmlerinde
kendilerine yer bulmuştur. Nitekim Ferdi baba yıllar sonra ‘Hadi Gel Köyümüze
geri dönelim diye albüm çıkarmış ve bunun nedenini şöyle açıklamıştır:
‘Buralarda manzara çok karmaşıktı. Herkes yalan söylüyor, herkes
birbirinin ayağını kaydırmaya çalışıyordu. Tuhaf geldi bana...
……En azından orada sıkıştığın an sana ikram edilen bir bardak çayı içebiliyorsun, taze taze soğanı, sıcacık tandır ekmeğini yiyebiliyorsun. O yüzden, hadi gel köyümüze geri dönelim...’[2]
……En azından orada sıkıştığın an sana ikram edilen bir bardak çayı içebiliyorsun, taze taze soğanı, sıcacık tandır ekmeğini yiyebiliyorsun. O yüzden, hadi gel köyümüze geri dönelim...’[2]
[1] http://www.hurriyet.com.tr/ferdi-tayfur-oyle-bir-intiba-birakmis-ki-sen-unutsan-dunya-unutmaz-ataturksuz-olmaz-40355643
Yorumlar
Yorum Gönder