Ana içeriğe atla

ANTONY FLEW'İN YANILMIŞIM TANRI VARMIŞ KİTABININ ÖZETİ-2-

Flew, Tanrının varlığına vurguda bulunan bilim adamlarının görüşlerine yer verir. Kuantum hipotezini ilk ortaya koyan Max Planck, "Din ile bilim arasında asla gerçek anlamda bir zıtlık olamaz, çünkü biri diğerinin tamamlayıcısıdır," diyerek açık biçimde bilimin dini tamamladığını ileri sürmüştü Paul A. M. Dirac, ise "Tanrı üst düzey bir matematikçidir ve evreni yaratırken ileri düzeyde matematik kullanmıştır" şeklinde bir ifadede bulunmuştu. Charles Darwin de bu bilim adamlarından yıllar evvel benzer bir görüş dile getirmişti: ‘[Mantık bana] içerisinde belirsizliğin veya gerekliliğin sonucu olarak geçmişe ve geleceğe bakabilme kabiliyeti bulunan insanların olduğu bu uçsuz bucaksız ve olağanüstü evreni anlayabilmenin aşırı zorluğunu, hatta olanaksızlığını anlatmaktadır. Böyle düşündüğüm zamanlarda kendimi, bir ölçüde insanlarınkine benzeyen akıllı bir kafaya sahip ilk Neden'e (Tanrı) başvurmak zorunda hissediyorum; sanırım Tanrı'ya inanan biri olarak adlandırılmayı hak ediyorum.’ Paul Davies, Templeton Ödülü'nü alırken yaptığı konuşmasında "bilim ancak bilim adamı Tanrıyı tamamen kabul eden bir dünya görüşü benimsediğinde ilerleyebilir" demişti. Fizik kanunlarının nereden geldiğini hiç kimse sormamaktadır, fakat "en ateist bilim adamı bile doğada, en azından kısmen anlayabildiğimiz, kanun benzeri bir düzenin varlığını kabul eder." Davies, olayların temelindeki doğa kanunlarının doğrudan gözlem yoluyla bulunamayacağı, aksine deney ve matematiksel kuram yoluyla ortaya çıkarılabileceği gerçeğine dikkat çekmektedir. Bu kanunlar, bilim adamlarının "doğanın veya Tanrı'nın diyebileceğiniz, ama kesinlikle bizim diyemeyeceğiniz mesajı" ortaya çıkarmak amacıyla kırmaları gereken kozmik bir şifreyle yazılmıştır. Davies en önemli sorunun üç bölümden oluştuğunu söylüyor: Fizik kanunlarının kaynağı nedir? Neden başka kanun kümeleri yoktur da sadece bunlar vardır? Nasıl oluyor da elimizde hiçbir özelliği olmayan gazlara can veren, bilinci ve zekâyı yönlendiren bir kanunlar kümesi vardır? Doğanın kanunlarının ilahi kaynağı hakkında yazılar yazan birkaç felsefeci de olmuştur. Oxford Üniversitesi'nden felsefeci John Foster, doğadaki düzenlerin, nasıl tanımlarsanız tanımlayın, en iyi biçimde ilahi bir Akılla açıklanabileceğini ileri sürüyor. Eğer kanunların olduğu gerçeğini kabul ediyorsanız, evrende bu düzeni sağlayan bir şey olmalıdır. Bu düzeni hangi etken (veya etkenler) sağlamaktadır? Barrow, tüm bu düzenin tek ciddi kaynağının teistik seçenek olduğunu, böylece "dünyadaki düzenleri sağlayarak kanunları yaratanın Tanrı -teistlerin inandıkları Tanrı- olduğu sonucuna rahatlıkla varabileceğimizi" iddia ediyor ve kanunların varlığını inkâr etseniz bile, "düzenleri Tanrının aracılığına başvurarak açıklamak için güçlü gerekçeler vardır," diyor. Paul Davies’ gore , "Bilim, evrenin her kademede tamamıyla mantığa ve akla uygun olduğu varsayımına dayanmaktadır, Ateistler, [doğanın] kanunlarının herhangi bir gerekçesinin olmadığını ve evrenin tamamen anlamsız olduğunu iddia etmektedirler. Davies bir bilim adamı olarak bu düşünceyi kabul edemediğini, evrenin mantıklı, düzenli yapısının köklerinin yattığı sağlam bir mantıklı temel olması gerektiğini öne sürüyor. Fizikçi Freeman Dyson, "Evreni ne kadar araştırır ve mimarisinin ayrıntılarını ne kadar incelersem, evrenin bir anlamda bizim geleceğimizi bildiğine dair daha fazla kanıt buluyorum," diyor. Bir başka deyişle, doğanın kanunları sanki evreni yaşamın ortaya çıkmasına ve devam etmesine hazırlamak üzere tasarlanmıştır. En temel sabitlerden -örneğin ışık hızı veya bir elektronun kütlesinde- birinin değerinde en ufak bir değişiklik gerçekleşmiş olsaydı insan yaşamının gelişimine izin verebilecek hiçbir gezegenin oluşamayacağı hesaplanmaktadır. İnce ayar yaklaşımı iki şekilde açıklanmaktadır. Bazı bilim adamları, bu ince ayarın ilahi tasarımın kanıtı olduğunu söylemektedirler; bazı bilim adamlarının tahminlerine göre de evrenimiz sayısız evrenden biridir ve aradaki tek fark da bizim gezegenimizin yaşam için uygun koşullara sahip olmasıdır. Bugün hemen hiçbir önemli bilim adamı, bu ince ayarın yalnızca tek bir evrende faaliyette olan şans faktörlerinin bir sonucu olduğunu iddia etmemektedir. Flew’e gore İnce ayara ilişkin argümanlar hakkında üç şey söylenebilir. İlk olarak belirli kanunları ve değişmezleri olan bir evrende yaşadığımız ve bunların bazılarının farklı olması durumunda yaşamın mümkün olamayacağı inkâr edilemez bir gerçekliktir. İkinci olarak, mevcut kanunlar ile değişmezlerin yaşamın devam etmesini sağlıyor olması gerçeği yaşamın kaynağı sorusunun cevabını vermemektedir. Üçüncü olarak, kendilerine özgü doğa kanunları bulunan birden fazla evren olabilmesinin mantıken olası olduğu gerçeği, bu tür evrenlerin gerçekten de var olduğunu göstermez. Şu an için birden fazla evren olduğu görüşünü destekleyecek herhangi bir kanıt yoktur. Yaşamın kaynağına ilişkin çalışmalarda cevaplanmamış olan felsefi soru şudur: Bu kadar akılsız bir evren nasıl olur da özgün amaçları, üreme kabiliyetleri ve "kodlanmış kimyaları" olan varlıklar yaratabilir? Paul Davies de aynı sorunun altını çizmektedir. Davies, biyojenez kuramlarının çoğunun yaşamın kimyasına odaklandığını belirtmektedir. "Fakat yaşam, yalnızca karmaşık kimyasal tepkimelerden ibaret değildir. Hücre bile kendi başına bir bilgi depolama, işleme ve kopyalama sistemidir. Öncelikle bu bilginin kaynağını ve bilgi işleme mekanizmasının nasıl var olduğunu açıklamamız gerekmektedir." Davies, bir genin protein üretimine ilişkin kesin bir formülü içeren bir kodlanmış talimatlar kümesinden başka bir şey olmadığı gerçeğine vurgu yapmaktadır. En önemlisi, bu genetik talimatlar termodinamikte ve istatistiksel mekanikte bulabileceğiniz türden bilgiler değildir; bunlar bir araya gelerek anlamlı bilgi oluştururlar. Üremenin kaynağına gelince John Maddox şunları belirtiyor: "En önemli soru, cinsel üremenin ne zaman (ve nasıl) geliştiğidir. On yıllardır yapılan bütün tahminlere rağmen bunu bilmiyoruz."Son olarak bilim adamı Gerald Schroeder, yaşama elverişli koşulların varlığının yaşamın nasıl başladığını açıklamadığını belirtmektedir. Yaşam ancak gezegenimizdeki elverişli koşullar sayesinde devam edebilmişti. Fakat maddenin güdümlü, kendisini çoğaltabilen varlıklar üretmesini emreden bir doğa kanunu yoktur. Bu noktafa Flew öyleyse yaşamın kaynağını nasıl açıklayabiliriz? Diye sormaktadır. Nobel Ödülü sahibi fizyolog George Wald bir keresinde, "imkânsızı, yani yaşamın tesadüfen kendiliğinden ortaya çıktığına inanmayı tercih ettiğimizi" ileri sürmüştü. Wald, sonraki yıllarda, fiziki gerçeklik matrisi olarak adlandırdığı önceden var olan bir aklın, yaşamı besleyen fiziki bir evren oluşturduğu sonucuna varmıştı: Ortada çok sayıda başka seçenek varken nasıl oluyor da yaşamı besleyen birbirine bağlı olağandışı özelliklere sahip bir evrende yaşıyoruz? Son zamanlarda başlangıçta bilimsel hassasiyetlerimi sarsacak şekilde- her iki sorunun bir arada değerlendirilebileceğini düşünmeye başladım. Bu, aklın, yaşamın geçirdiği evrimde sonradan ortaya çıkan doğal bir sonuç olmaktan ziyade, en başından beri maddi gerçekliğin matrisi, kaynağı ve koşulu olarak var olduğu varsayımına dayanmaktadır. Yaşamı besleyen maddi bir evren oluşturan ve
Flew'e göre Tanrı'nın varlığına ilişkin bir argümana bilim yalnız başına kanıtlar sunamaz. Bu kitapta ele alınan üç kanıt -doğanın kanunları, teleolojik yapısıyla yaşam ve evrenin varoluşu-hem kendisinin hem de dünyanın varlığını açıklayan bir Aklın ışığında açıklanabilir. İlahi varlığın keşfedilmesi deneyler ve denklemlerle değil, bunların ortaya koydukları yapıların anlaşılmasıyla gerçekleşir. Flew’e gore asıl sorulması gereken soru şudur: 'Ben, bir birey olarak, her yerde hazır ve nazır olan ve her şeye kadir bir Ruh olan en büyük Gerçekliğin keşfedilmesine nasıl karşılık veriyorum? Bir kez daha söylemeliyim ki benim İlahi varlığı keşfetme yolculuğum şu ana kadar aklın uzun bir hac yolculuğu olmuştur. Argümanın beni peşinden götürdüğü yere gittim. Ve bu argüman beni kendiliğinden var olan, değişmez, maddi olmayan, her yerde hazır ve nazır ve her şeye kadir bir Varlığın var olduğunu kabul etmeye götürmüştür.' Ona göre elbette kötülük ve acının varlığıyla da yüzleşmelidir. Ne var ki, felsefi açıdan bakıldığında bu, Tanrı'nın varlığı sorusundan farklı bir meseledir. Doğanın varlığından yola çıkarak onun varlığının temeline ulaşırız. Doğanın da kendi kusurları olabilir, fakat bu durum onun mükemmel bir Kaynağa sahip olup olmadığına dair herhangi bir şey ifade etmemektedir. Dolayısıyla Tanrının varlığı nedenli veya nedensiz kötülüğün varlığına dayanmamaktadır. Kötülüğün varlığını açıklama konusunda ise İlahi bir gücün varlığını kabul edenler açısından iki farklı açıklama vardır. Bunların ilki, Tanrının dünyaya müdahale etmediğini varsayan Aristotelesçi yaklaşımdır. İkincisi ise, insanların tamamen özgür olmaları durumunda kötülüğün daima bir olasılık olarak kalacağı görüşü olan özgür irade savunmasıdır. Aristotelesçi yaklaşımda, arada bir adaletin temel ilkelerini uzaktan ve ayrı olarak onaylasa da, yaratma işi sona erdiğinde Tanrı'nın, evreni doğanın kanunlarına bıraktığı görüşü vardır. Özgür irade savunması ise ilahi gücün, Tanrının kendisini gözler önüne serdiği görüşünün kabul edilmesine dayanmaktadır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ANTONY FLEW'İN YANILMIŞIM TANRI VARMIŞ KİTABININ ÖZETİ-1-

                Flew, bu kitabında çocukluğundan itibaren inanç  bakımından yaşadığı tecrübelere yer vererek kısaca ateizmden teizme geçişini anlatıyor. İçinde doğduğu ailenin  Hıristiyanlığa bağlı olduğunu,  babasının vaizlik yaptığını, ayin ve toplantılara katıldıklarını bununla birlikte kendisinin dini bir feyz ve zevke almadığını ifade ediyor. Kitapta ilk önce ateizmi savunan kendi yazdığı eserlere ve onların  temel görüşleriyle bunlara verilen cevaplara  yer veriyor. Yazar, kısaca okumaları ve çalışmalarının kendisini bilimsel olarak benimsediği (öne sürülen iddianın götürdüğü yere gitmek) ilkeyle tutarlı bir biçimde yaşadığı değişimi samimiyetle anlatıyor. Kitap ayrıca ateizm konusundaki temel yaklaşımlara ana hatları ile yer veriyor. Çocukluk ve gençlik yıllarındaki Hıristiyan temelli inançlardan ateizme evirilişinin ilk adımını kötülük probleminin oluşturduğunu söylüyor. O zamanlar ailes...

Şerif Mardin’in ‘Din ve İdeoloji’ Eseri Üzerine

     Din ve İdeoloji kitabı, çapı küçük fakat içerik olarak oldukça geniş ve derin olduğu rahatlıkla söylenebilir. Efradını cami ağyarını mani bir ifade ile alanında tam bir başvuru kaynağıdır.      Yazar, ilk önce ideoloji kavramını  iki ayrı kategoride ele alıyor: Sert ideoloji ve yumuşak ideoloji. “Sert” ideolojiyle, sistematik bir şekilde işlenmiş, temel teorik eserlere dayanan, seçkinlerin kültürüyle sınırlandırılmış, muhtevası kuvvetli bir yapı kastedilirken,  “yumuşak” ideoloji ile de, kitlelerin, çok daha şekilsiz inanç ve bilişsel (cognitive) sistemleri ifade ediliyor. Yazar, ideolojiyi ise kitle toplumunun belirmesiyle beraber önem kazanan inançlar ve idare edilen”lerin arasında yaygın, yönlü, fakat sınırlı, belirsiz fikir kümeleri olarak tanımlıyor. İdeolojiler, siyasi fikir tarihi açısından  uzun zaman, insanların aklını çelen kuraldışı etkenler olarak tanımlanmıştır. [1] Yazar, bilimsellik niteliğinin üç ana...

MEHMET EVKURAN’IN SÜNNİ PARADİGMAYI ANLAMAK ADLI ESERİNDEN

     (Mehmet Evkuran,Sünni Paradigmayı Anlamak, Ankara Okulu Yayınları,2015,3.Baskı) Evkuran, Sünni paradigmayı anlamak adlı çalışmasında Ehli sünnetin siyaset düşüncesinin yapısı ve sorunlarını konu edinmektedir. Bu yazıda daha çok kitaptan alıntılara yer verilecektir. Eser, son yüz elli iki yüz yıl içinde geri kalışımız bağlamında yapılan tartışmaların merkezinde yer alan Sünni düşünceyi konu edinmektedir. Daha önceki yapılan çalışmalarda geleneksel din anlayışı, geleneksel dini düşünce şeklinde eleştirilerin hedefinde olduysa da bu çalışmada zihniyet ve dünya görüşü oluşturucu yanıyla Sünni gelenek, Türkiye’de bir bütün olarak ilk defa derli toplu, eleştirel olarak bir çalışmaya konu edilmiştir. Yazara göre kendini bir hakikat ve dinin en doğru yorumu olarak temellendiren Ehl-i Sünnet söylemi, varlığını tehdit ettiğini düşündüğü yaklaşımlara karşı koyduğu gibi, onu bilimsel/ideolojik bir okumanın nesnesi/konusu yapan yaklaşımlara karşı da kendini savunmaktadır...