Ana içeriğe atla

HARİCİLİK ÜZERİNE-HAYRETTİN GÜL

HARİCİLİK 
 
 
İslam tarihinde Sıffin Savaşı'nın akabinde vuku bulan Hakem Olayı'ndan sonra ilk önce beliren iki çevresel ve sekteryen referans çerçevesinden birincisi, topluluk karizmasını içinde barındıran kabileci eğilimler taşıyan Hariciliktir. Hariciliğin referans çerçevesini oluşturan anahtar kavramlar kabileci zihniyet yapısı, iman, büyük günah, lafızcı yaklaşım ve tekfir ve benzerleridir. İslam öncesi kabileci karakteristiklerin İslami form içinde tezahürü söz konudur. Harici, çıkmak, itaatten uzaklaşıp isyan etmek anlamına gelen hariç kelimesine nispet ekinin ilavesiyle oluşmuş bir kavram olup topluluk ismi olarak Hariciyye ve Havaric şeklinde kullanılır olmuştur. Haricîlik isminin nereden geldiği noktasında farklı görüşler mevcuttur: * Hz. Ali’nin ordusundan çıkan veya ayrılanlar, 
* Hz. Ali’ye karşı çıkanlar( ayaklananlar), 
* Kâfirlerle her türlü toplumsal bağı koparanlar ve 
* Oturmak anlamına gelen Kaade fiilinin zıddına cihada çıkan ve fiilen ona katılanlardır.(Watt, s.20)  
Fırkanın muhalifleri, fırkayı "insanlardan, dinden, haktan veya Hz. Ali'den uzaklaşan ve yönetime karşı ayaklanarak cemaatten çıkanlar" olarak tanımlarken Hariciler kendilerini "kâfirlerin arasından çıkarak Allah'a ve peygamberine hicret edenler" (Nisa 4/1 00). "kâfirlerle her türlü bağı koparanlar" şeklinde ifade ederler. Hariciler ayrıca kendilerini "Allah yolunda savaşıp O'nun rızası için canlarını ve mallarını satan ve Allah'ın da bunları cennete karşılık satın aldığı kimseler" anlamındaki (Tevbe 9/111) şurat olarak ifade etmişlerdir. Hariciler'e, aralarında alt gruplara ayrılmadan önceki dönemde Sıffin savaşının ardından taraflarca kararlaştırılan hakemleri kabulü reddetmeleri sebebiyle muhakkime, Hz. Ali'den ayrıldıktan sonra ilk toplandıkları yer olan Harura'ya nisbetle Haruriyye ve buradaki reisleri Abdullah b. Vehb er-Rasibi'ye izafeten Vehbiyye adları da verilmiştir (Fığlalı,1980:169-175).  Haricilerin ortaya çıkışı tarihçilerin kahir ekseriyeti tarafından Sıffin Savaşı’nın sonucunda gerçekleşen Hakem olayına bağlanmıştır. Buna göre Haricilik,  hakem tayinini kabul etmesinden dolayı Hz. Ali’den ayrılanların meydana getirdiği bir fırkadır. Haricilik fırkasının ortaya çıkması tek bir nedenle açıklanamaz. Toplumsal olay ve olguların meydana gelmesinde birçok motive edici dinamik göz önünde bulundurulmalıdır. Burada da söz konusu fırkanın ortaya çıkmasına neden olan olaylar hakkında birçok muhtemel neden ileri sürülmüştür. Haricilerin doğuşunda Hakem 
olayından çok önce Hz. Osman’ın hilafetinin son yıllarında meydana gelen bir takım olaylar ve yaşanan toplumsal huzursuzluklar da göz önünde bulundurulmalıdır. Hz. Osman’ın halife olduktan sonra izlediği yönetim şekli, yakınlarına karşı davranışları, Ashabın bir kısmının halifeyi sert bir şekilde eleştirmeleri toplumda bir takım huzursuzluklara neden olmuştur. Asrı saadette, ilk iki halifeye ve onların uygulamalarına şahit olan bu insanlar, o dönemlerin disiplinli ve huzurlu ortamını aramaya başlamışlardı. Eleştiri ve tepkilerin odak noktalarından bir kaçını valilerinin idaresi, Emevi ailesinin taşkınlık ve kabile taassubu nedeniyle başkalarına tahakküm etmelerinedeniyle yapılan  şikâyetler oluşturmaktaydı. Hariciliğin doğuşuna sebep olarak zikredilen şikâyet konuları ve toplumsal düzensizlikler arasında Hz. Osman'ın belirli şahıslara Irak'ta toprak bağışlarında bulunması. Önemli valiliklere atama hususunda toplum tarafından sevilmeyen Abdullah b. Amir, Velid b. Ukbe ve Abdullah b. Sa'd b. Ebu Serh gibi yakınlarını tercih etmesi, savaş ganimetlerini dağıtırken seferlere katılmayan yakınlarına da pay ayırması, Bedir savaşına katılan sahabenin paylarını kısması, Hz Ebubekir ve Hz. Ömer’in uygulamalarının aksine bazı cezaların icrasında yavaş davranması veya bunları hiç uygulamaması gibi sebepler sayılmaktadır (Fığlalı,1980:169-175).   Haricilerin ortaya çıkışı ile ilgili bir başka neden Hz. Ömer zamanında kurulan Basra ve Kufe gibi garnizon şehirlerinin kenarlarında oluşturulan bölgelere siyasal sebeplerle farklı kabilelerin iskâna zorlanmış olmaları gösterilmektedir. Haricilerin tabanını oluşturan sosyolojik kesim önceleri çölde dağınık halde yaşarken şehirdeki belli disiplin ve düzene alışkın olmamaları sebebiyle kendi hayat tarzlarını şehirlerde de sürdürmeye devam etmişlerdir. İşte Haricilik bu şehirleşme sürecinin neden olduğu değişime ve yeni toplumsal sisteme karsı bir tepkiyi temsil ettiği ve bu fırkanın doğuşunda şehirlerin çevrelerine yerleştirilmiş olan bu toplulukların kabilevi ve bölgesel bağlılıklarının önemli bir faktör olduğu ileri sürülmektedir (Bodur, 2007:13). Hz. Osman’nın şehit edilmesi bir taraftan fitne olarak isimlendirilerek siyasal ve toplumsal patlamaların başlangıcı olarak, diğer taraftan İslam tarihinde zümreleşme faaliyetlerinin başlangıcı olarak görülebilir. Miladi 657 yılında Hz. Ali ile Muaviye arasında gerçekleşen Sıffin savaşında Hz. Ali ordusuyla Muaviye tarafını yenmek üzereyken Amr b. As yaptığı öneri ile muhtemel bir yenilgiyi önledi. Bu öneri savaşı durdurarak Kuran’ın hakemliğine başvurmaktı. Amr b. As’ın tavsiyesiyle büyük Şam Mushaf’ını beş mızrağın ucuna bağlayarak Hz. Ali tarafını Allah’ın Kitabının hakemliğine davet ettiler. Hz. Ali askerlerine bunun bir tuzak olduğu şeklinde yaptığı bütün uyarılara rağmen Amr b. As’ın yaptığı teklif hedefine ulaşmış ve Hz. Ali savaşı durdurmak zorunda kalmıştı. Hz. Ali’nin karşı çıkmasına rağmen Ebu Musa El- Eşari Iraklıların hakemi olurken Muaviye’nin hakemi Amr b. As idi. 
Anlaşma metni okunurken Hz. Ali'nin bütün uyarılarına rağmen savaşın durdurulmasını isteyenler anlaşılan pişman olmuşlar ve ‘La hükme illa lillah’ (Hüküm ancak Allah’a aittir.) diyerek slogan atmaya başlamışlardı. Belirtilen grup Hz. Ali’nin anlaşmayı bozması, tövbe ederek tahkimi reddetmesini talep ettiler. Bu talep kabul edilmeyince Hz. Ali’yi terkedip Kufe yakınındaki Harura’ya çekildiler ve bu şekilde ilk Harici grup meydana geldi.1  
Sıffin savaşının sonucunda Hakem olayı vuku bulmuştu. Hakemlik kurumu toplumsal ve siyasal sorunların çözüme kavuşturulmasında İslam’dan önceki dönemlerde cari bir durumdu. Müslümanlar karşı karşıya gelmiş, savaşmış, içlerinden ölenler olmuş ve mevcut sorunu çözmek için Hakemlik kurumunun devreye sokulması gündeme gelmiş, taraflar bu öneriyi kabul etmiş ve iki tarafın hakemleri devreye girerek bir uzlaşma sağlanmasının önü açılmıştı. Yani tamamen siyasi ve İslam öncesi Emevi-Haşimi çekişmesini anımsatan kabileci zihniyetin temel dinamik olduğu sorunu iki taraf itikadi düzleme taşımadan çözme çabasına teşebbüs etmişlerdi. İşte bu ilk tartışmalara dini anlam yüklemeye çalışanlar Hariciler olmuştu. Sünni ve Şiiler daha sonraki süreçte adeta Haricileri taklit ederek benzeri meselelere dini bir anlam yüklemeye başlamışlardır. Böylece dine totaliter bir anlam yükleme eğiliminde olan Harici zihniyet giderek tüm Müslüman anlayışlarına egemen olmaya başlamıştır (Günay, 1988:63). Onlar insanların kararlarına dayalı bir girişim olayı (Hakem) karşısında hayal kırıklığına 
 
1 Bu grup, aralarında bundan böyle İslami hususların şura yoluyla uygulanacağını, biatin Allah’a olduğunu ve iyiliğin emredilip kötülüğün yasaklanacağını ilan ettiler. Hz. Ali’nin onları ikna çabaları başarılı olamadı. Onlar kendi dar ve katı yaklaşımlarını sürdürdüler. Hz. Ali’nin onları yanlışlarından döndürme çabaları yeterli olmamış, üstüne üstlük Hariciler'in sırf kendi görüşlerini benimsemediği için ashaptan Abdullah b. Habbab b. Eret'i ve hamile karısını öldürmeleri, Hz. Osman ve Hz. Ali'yi tekfir etmeyenin kâfir olduğunu ve bu sebeple öldürülmesi gerektiğini ilan etmeleri, görüşlerine katılmayanlara hayat hakkı tanımamaları üzerine Hz. Ali onların üstüne yürüdü. Hz. Ali ile Haricilerin mücadeleleri sürdü. Hz. Ali yine bir Harici olan Abdurrahman b. Mülcem tarafından hançerlendi ve 21 Ramazan 40 (28 Ocak 661) tarihinde vefat etti. Hz. Ali’den sonra yönetimi ele geçiren Muaviye zamanında da Haricilerle savaşlar devam etti. Çatışmalar, özellikle Hz. Hasan’ın halifeliği Muaviye’ye bırakmasından sonra kızıştı. Muaviye'nin ölümünden sonra (Receb 60/Nisan 680) yerine geçen oğlu Yezid devrinde de Haricîlerle yapılan savaşlar devam etmiştir.( Hariciler, Yezid’in ölümüne kadar ortak bir görüş etrafında birlik sağlamışlar, Yezid’den sonra Ezarika, Necedat,  Sufriyye, Beyhesiyye, İbaziyye ve Acaride gibi kollara ayrılmışlardır. Hariciler'in görüşleri artık bu kolların, özellikle de reislerinin isimleriyle temsil edilmiştir. İbazıyye, Hâricî fırkalarının en mutedili ve Basra, Yemen, Hadramut, Umman, Kuzey Afrika ve Mağrib'de hala varlığını sürdüren tek Harici fırkası olma özelliğini taşır.(Fığlalı,1997,s.169-175)    
 
uğradıktan sonra, nassa sığındılar. Ancak onların nastan anladıkları, son derece katı ve dışlayıcı bir çerçeveyle sınırlı kalmıştır (Evkuran,2015:64).  
Hariciler çölden ve Irak çevresinden gelen Bedevi ve yarı-bedevi insanlardan oluşmaktadır. Ancak mutlak eşitliği savunan Harici idealizmi  bir çok mevaliyi de yanına çekmişti. Mutlak eşitlik fikri ve yalnız Allah’ın emirleri karşısında sorumlu olma Haricilerin eylemlerinin temelini oluşturmakta, diğer bütün esaslar bu ruhtan kaynaklanmaktadır. Onlar iyiliği emretme kötülüğü yasaklama yükümlülüğünün yerine getirilmesi konusunda ısrar ederek siyasi iktidara isyan ettiler hem de İslam toplumunun büyük çoğunluğunu ötekileştirdiler. Ana dini akım olan mutedil çizgide bulunan Ehli Sünnet, iyiliği emretme kötülüğü yasaklama ilkesinin hukuki alanda değil, ahlaki alanda uygulamanın gerekliliği üzerinde durmuşlardır. Hariciler mezhepler arasında en eşitlikçi ve en püriten olan mezheptir (Gellner,2000:88). Bu nitelikleri hilafet görüşlerinde açık bir şekilde görülür. Haricilerin Ehl-i Sünnet ve Şia’nın halifede aranan şartları konusunda oldukça farklı bir yerde durduğu görülmektedir. Halifelik adil, âlim ve zahit olması şartıyla hür veya köle her Müslüman olabilir; diğer mezheplerin ileri sürdükleri Kureyşi, Haşimi, Emevi yahut Arap olma gibi şartlar geçerli değildir. Halife, Müslümanlar arasında yapılan hür seçimle iş başına getirilir; doğru yoldan ayrıldığı zaman da azledilir ve öldürülür. Hariciler, bu anlayışlarıyla özgürlükçü demokrasinin ve meydana gelen olaylara göre hızlı değişim ve dönüşümün temsilcileri olarak görülmektedir. Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer’in hilafetlerinin tamamını, Hz. Osman'ın ilk altı yılını ve Hz. Ali'nin Hakem olayına kadarki hilafetini meşru sayıp Hz. Osman'ın ikinci altı yıllık halifelik döneminden itibaren meydana gelen olayları, siyasi ve idari karışıklıkları ve Osman'ın bu dönemdeki uygulamalarını adaletsizlik şeklinde değerlendirme noktasında hemen hemen bütün Hariciler'in ittifak ettiği hususlardır. Hariciler, ibadet hususunda çok hassas olup eksiksiz yaparlar. Bununla birlikte sert ve katı bir tutum ve davranış biçimine sahiptirler. Bu nedenle Harici ruhu sert, haşin, asi ve çevresine uyum sağlamayan bir insan tipinin sembolü olarak değerlendirilmiştir. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in yönetimlerinden sonra büyük ölçüde toplumsal değişmeler olmuş, toplumsal kargaşa ve huzursuzluklar meydana gelmiştir. Bütün bu gelişmeler karşısında garnizon bölgelerine yerleştirilmiş bedevi Arapların kabilevi referanslarını ve geleneklerini dinsel bir form ve anlayış çerçevesinde yeniden ürettikleri görülmektedir (Bodur,2007:37). Kabilevi organizasyon ve göçebe yaşam tarzı büyük oranda bozkırın çevresel şartlarının ürünüdür. Çöldeki ağır ve sert yaşam koşulları orada yaşayan bedevilere göçebe kişiliğine ve ahlakına kendine özgü bir şekil kazandırmıştı. Çöl bedevisi sebat, cesaret ve gayretle nitelendiriliyordu. 
Sert koşullar altında kabileci dayanışmaya ve bağlılığa mutlak önem veriliyordu. Kendi kabilesinin mükemmelliği ve üstünlüğüne olan inanç kabile toplumunun temel bir ilkesidir (Turner,1991:47). Göçebe bedevinin yaşamı ve güvenliği kabileye bağımlı olduğu düşünülür. Bunun gibi haricilerde bireyin kendi kurtuluşu için gruba bağımlı olduğunu düşündüler (Turner,1991:127)İslam’dan önceki dönemlerde kabileler arasında bir anlaşma yoksa kabilelerin birbirlerini düşman olarak gördüğü ve birbirlerine saldırdıkları bir vakıadır. Haricilerin bu kabilevi geleneği dinsel bağlamda yeniden üretip kendileri gibi düşünüp amel etmeyen herkesi tekfir edip, kanlarını ve mallarını kendilerine helal saymışlardır (Bodur,2007: 42-43). Bu olgu onların kendilerine has olan görüşlerinin bireyi değil, cemaati ve topluluğu merkeze alan bir düşünce yapısından ileri geldiği görülmektedir. Kendisini gerçek inanç ve pratiklerin en doğru temsilcisi gören bir mezhep, diğer gruplardan farklılığını öne çıkarır. Belirli bir mezhebe aidiyet diğer bütün mezhep ve dini cemaatlerden uzak durmayı, hatta onlara düşman olmayı gerektirir (Wilson,2004:36-37). Hariciler, diğer Müslümanların kendi topluluklarına (cemaat) katılımını ve ona biat etmeyi gerekli görürler2. Bunun aksine hareket edeni tekfir ederler.(Celi, 1997:12) Hariciler, iman ile İslam’ı eş anlamda kullanarak Ehl-i Sünnetin aksine amellerin terki sebebiyle imandan çıkılacağı görüşü benimsenmiştir. Hariciler büyük günah işleyenin imandan çıkması ve İslam topluluğunun dışına atılması mevzusunu doğrudan La hükme illa lillah ilkesine bağlamışlardır. Onlara göre büyük günah işleyen kişi Allah’ın haram kıldığı bir şeyi helal saydığından mümin değildir ve cehennemde ebedi olarak kalacaktır. Bu uygulama daha ileriye götürülerek Harici olmayan herkes düşman ve kâfir sayılmıştır. Buna bağlı olarak kendi dışındaki Müslümanların kadınlarını ve çocuklarını esir almışlar veya öldürmüşlerdir. Bu uygulamaya İsti’raz3 adı verilmiştir (Fığlalı, 1980:169-175).  Haricilik bir taraftan çevrenin merkeze gösterdiği tepkiyi ifade ederken diğer taraftan mevcut ekonomik, toplumsal ve politik uygulamalara da tepkiyi gösterir. İslam’ın temel ilkeleri olarak idealize edilen adalet , eşitlik, liyakat vb. değerler söylemi ile  inşa edilen dindar benlik, söz konusu ilkelerle çatışma içinde olan acı gerçeklik karşısında büyük bir hayal kırıklığı yaşamaktadır. Evkuran’a göre Haricilerin Müslümanlara gösterdiği öfke ve nefretin kökeni burada aranmalıdır.(Evkuran,2015:18) 
 
2 Bu konuda dayandıkları dini temel ile iligili olarak başlıca şu iki hadise işaret ederler:’ Kim boynunda  bir biat olmadan ölürse cahiliyye ölümü üzerine ölür’(Müslim, İmare,58) ve ‘Kim cemaatten ayrılmış olarak ölürse cahiliyye ölümü üzere ölür’(Buhari, Fiten,2) Celi, Ahmet, M. A. (1997):Çağdaş Haricilik Düşüncesi, Beyan Yayınları,(çeviren: Adnan Demircan) 3 Haricilerin diğer Müslümanlara ve sivil halka uyguladığı bir çeşit sorgulanma biçimi  isti’râz olarak adlandırılmıştır. 

 Watt’a göre gündelik dilde cemaat ve zümre anlamında hiçbir kavram kullanılmamasına rağmen onlar pek çok meseleyi cemaat veya zümre kavramları içinde tartışmışlardır. Böylece onlar öteki zümreleri cehennem ehli, kafir veya müşrik olarak konumlandırırken kendilerini mümin,  ve cennet ehli olarak görmüşlerdir. Hariciler asıl kurtuluşu veya helaki bir cemaate aidiyette görmekte ve bu şekilde cemaat tasavvurlarına karizmatik bir anlam yüklemektedirler. Bu cemaatin karizması, kendine mensup olanlara kurtuluş bağışlamaya muktedir olmasıdır. Watt’a göre Haricilerin kendi fırkalarına karizma atfetmeleri, İslam ümmetinin bir bütün olarak kendini karizmatik bir topluluk olarak görmesine yol açmıştır. Bugün İslam ümmetinin büyük gücü ve bütünlüğü kendi karizmatik yapısı içinde Müslümanların inancından gelmektedi ( Watt, s.46-47). Harici hareketinin ve kabile toplumunu karakterize eden özelliklerden biri de bu tipolojiye sahip yapılarda hükümet kurumu ve geleneği olmamasıdır. Bu nedenle İslam devletinin kabileyi yönetmesi zor olmaktadır. Kabileler bağımsızlık ve  kendi başlarına egemenlik iddiasındadırlar. Sosyolojik açıdan ekonomik ve politik açıdan kendine yeterli, özerk ve dışa kapalı bir yapı olan kabile bir devletin hakimiyeti altında bulunmaya, onun yasama, yürütme ve yargı yetkilerine boyun eğmeye karşı dirençli olduğu görülmektedir.(Akyol,1988:124) Haricilik fırkası sosyolojik anlamda bir dini örgütlenme biçimi olarak sektlerin karakteristikleri ile örtüşmektedir. Sektlerin küçük dini organizasyon olmaları, dışlayıcı üyelik politikasına sahip olmaları, Partikülarizim4 düşüncesine sahip olmaları, inançlar doğrultusunda militanlığın teşvik edilmesi, karizmatik liderler önderliğinde grubun mobilize edilmesi, “kötü” ve “bozulmuş” olanlarla savaşma, kendilerinden olmayan herkese karşı düşmanca tutum içine girme, dini metinleri literal/lafızcı olarak anlama, dini otorite olarak ulema sınıfının olmaması, eşitliğe vurgu ve dünyaya önem vermeme vb. yönlerden Haricilik fırkasıyla örtüştüğü görülmektedir. Bodur, Hariciliğin bu tipolojisiyle günümüzdeki radikal dini yapılanmalardaki hicret, cihat, tekfir, dârü’lharp, dârü’l-İslam, hakimiye gibi söylemlerin geliştirilmesine ve bunlar yoluyla taraftarların mobilize edilmesi yönündeki faaliyetlere yönelik etkisini vurgulamaktadır.(Bodur,2007:50-52) Aslında bu fırkayı sadece bir mezhep olarak değil, bir zihniyet yapısı şeklinde düşünmek daha doğru olur. Bu zihniyet yapısı sadece zaman ve mekân bakımından fırka mensuplarıyla sınırlı olmayıp günümüzde de bir takım örgütlenmelerde 
 
4 Bu kavram,  bir grubun veya topluluğun yalnızca kendi üyelerinin doğru bilgiye, hakikate ve iyiliğe sahip olduğuna inanması anlamına gelir.  
vahşetini daha da artırarak ve küreselleştirerek devam ettirdiği görülmektedir. (Akbulut,1990:339-345) Haricilerin belirgin özellikleri dini metinlere bağlamdan kopuk bir biçimde sıkı bir literal bağlılık,  hoşgörüsüzlük, fanatiklik, kendinden olmayanlara kapıları kapatma ve zora başvurarak politik değişmeyi yönlendirme vb. olarak sayılabilir. Hariciler Hz. Ali, Emeviler ve Abbasilere karşı savaşmış ve gittikçe zayıflamışlardır. (Fazlurrahman,2000:240-241). Günümüze sadece alt kollarından diğerlerine göre mutedil çizgide olan İbaziyye gelme imkânı bulmuştur. Dünyada Haricilik günümüzde İbazilik aracılığı ile başta Uman, Tanzanya, Fas, Tunus, Libya ve Cezayir’de halen varlığını sürdürmektedir.(Onat&Ateş,2015:86) Günümüze gelindiğinde Haricilik bir isim olarak görünmese de hariciliğin karakteristik özelliklerini benimseyip bile isteye üzerinde taşıyan;birbirinden farklı isimlerle adlandırılsalar da  dinsel metinleri bağlamından kopuk bir biçimde  katı ve bağnazca uygulayarak vahşeti farklı boyutlarda dışa vuran gruplar dünya sahnesinde her gün arzı endam etmektedir. 
 
KAYNAKÇA 
Akbulut, Ahmet,(1990):Hariciliğin Siyasi Görüşlerinin İtikadileşmesi  Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 31, Sayı 1 
Akyol, Taha(1988):Haricilik Ve Şia, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 
 Bodur, Hüsnü Ezber,(2007):Sekt (Fırka) Tipi Dini Organizasyonun Örneği Olarak Haricilik Hareketine Sosyolojik Bir Bakış KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007) s. 25 - 53  
Celi, Ahmet, M. A. (1997):Çağdaş Haricilik Düşüncesi, Beyan Yayınları,(çeviren: Adnan Demircan) 
Evkuran, Mehmet(2015): Çağdaş İslam Düşüncesinde “Mezhep” Krizi: Mezheplerin Dinsel/Teolojik Meşruiyeti Ve Sosyolojik Anlamı Üzerine Kelâm Araştırmaları Dergisi Cilt: 13, Sayı: 2, 2015 Sayfa: 615-633 
Evkuran, Mehmet(2015):Sünni Paradigmayı Anlamak, Ankara Okulu Yayınları, 3. Baskı, Ankara  
Fığlalı, Ethem Ruhi, (1980):Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri Tarihi, Selçuk Yayınları, İstanbul  
Gellner, Ernest(1993):Postmodernizm, Akıl ve Din, Bilgi ve Hikmet Dergisi, sayı:4 (Çeviren: Yusuf Kaplan), İstanbul. 
Günay, Ünver(1998):Din Sosyolojisi, İnsan Yayınları, İstanbul. 
Fazlurrahman(2000):İslam, Ankara Okulu Yayınları, Ankara. 
Onat, Hasan&Kutlu, Sönmez(2015):İslam Mezhepleri Tarihi El Kitabı, Grafiker Yayınları, Ankara. 
Turner, Bryan S. (1991) Max Weber ve İslam, Vadi yayınları, (çeviren: Yasin Aktay) 
Watt, W. Montgomery,  İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, Sarkaç Yayınları, (Çeviren: E. R. Fığlalı), 4. Baskı,  Ankara (Tarihsiz) 
 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ANTONY FLEW'İN YANILMIŞIM TANRI VARMIŞ KİTABININ ÖZETİ-1-

                Flew, bu kitabında çocukluğundan itibaren inanç  bakımından yaşadığı tecrübelere yer vererek kısaca ateizmden teizme geçişini anlatıyor. İçinde doğduğu ailenin  Hıristiyanlığa bağlı olduğunu,  babasının vaizlik yaptığını, ayin ve toplantılara katıldıklarını bununla birlikte kendisinin dini bir feyz ve zevke almadığını ifade ediyor. Kitapta ilk önce ateizmi savunan kendi yazdığı eserlere ve onların  temel görüşleriyle bunlara verilen cevaplara  yer veriyor. Yazar, kısaca okumaları ve çalışmalarının kendisini bilimsel olarak benimsediği (öne sürülen iddianın götürdüğü yere gitmek) ilkeyle tutarlı bir biçimde yaşadığı değişimi samimiyetle anlatıyor. Kitap ayrıca ateizm konusundaki temel yaklaşımlara ana hatları ile yer veriyor. Çocukluk ve gençlik yıllarındaki Hıristiyan temelli inançlardan ateizme evirilişinin ilk adımını kötülük probleminin oluşturduğunu söylüyor. O zamanlar ailes...

Şerif Mardin’in ‘Din ve İdeoloji’ Eseri Üzerine

     Din ve İdeoloji kitabı, çapı küçük fakat içerik olarak oldukça geniş ve derin olduğu rahatlıkla söylenebilir. Efradını cami ağyarını mani bir ifade ile alanında tam bir başvuru kaynağıdır.      Yazar, ilk önce ideoloji kavramını  iki ayrı kategoride ele alıyor: Sert ideoloji ve yumuşak ideoloji. “Sert” ideolojiyle, sistematik bir şekilde işlenmiş, temel teorik eserlere dayanan, seçkinlerin kültürüyle sınırlandırılmış, muhtevası kuvvetli bir yapı kastedilirken,  “yumuşak” ideoloji ile de, kitlelerin, çok daha şekilsiz inanç ve bilişsel (cognitive) sistemleri ifade ediliyor. Yazar, ideolojiyi ise kitle toplumunun belirmesiyle beraber önem kazanan inançlar ve idare edilen”lerin arasında yaygın, yönlü, fakat sınırlı, belirsiz fikir kümeleri olarak tanımlıyor. İdeolojiler, siyasi fikir tarihi açısından  uzun zaman, insanların aklını çelen kuraldışı etkenler olarak tanımlanmıştır. [1] Yazar, bilimsellik niteliğinin üç ana...

MEHMET EVKURAN’IN SÜNNİ PARADİGMAYI ANLAMAK ADLI ESERİNDEN

     (Mehmet Evkuran,Sünni Paradigmayı Anlamak, Ankara Okulu Yayınları,2015,3.Baskı) Evkuran, Sünni paradigmayı anlamak adlı çalışmasında Ehli sünnetin siyaset düşüncesinin yapısı ve sorunlarını konu edinmektedir. Bu yazıda daha çok kitaptan alıntılara yer verilecektir. Eser, son yüz elli iki yüz yıl içinde geri kalışımız bağlamında yapılan tartışmaların merkezinde yer alan Sünni düşünceyi konu edinmektedir. Daha önceki yapılan çalışmalarda geleneksel din anlayışı, geleneksel dini düşünce şeklinde eleştirilerin hedefinde olduysa da bu çalışmada zihniyet ve dünya görüşü oluşturucu yanıyla Sünni gelenek, Türkiye’de bir bütün olarak ilk defa derli toplu, eleştirel olarak bir çalışmaya konu edilmiştir. Yazara göre kendini bir hakikat ve dinin en doğru yorumu olarak temellendiren Ehl-i Sünnet söylemi, varlığını tehdit ettiğini düşündüğü yaklaşımlara karşı koyduğu gibi, onu bilimsel/ideolojik bir okumanın nesnesi/konusu yapan yaklaşımlara karşı da kendini savunmaktadır...