Ebu Hanife, hicri 80 yılında Kufe’de ticaretle
uğraşan varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Hicri 150 yılında
vefat etmiştir. Kendisi de ilim öğrenmeye başlamadan önce kumaş ticareti ile
meşgul olmuştur. Ebu Hanife’nin yaşadığı Irak bölgesi eskiden olduğu gibi
Müslümanlar döneminde de akide ve
inançlar hakkında farklı görüş ve düşünüşlerin bir arada olduğu yer
olmuştur. Eskiden beri orası farklı din ve gruplara ev sahipliği yapmıştır.
Ebu
Hanife, Şii nüfusun yer aldığı Kufe’de
yaşadı. Şii İmamlarından Zeyd b. Ali Zeynel Abidin, Muhammed Bakır, Cafer
Sadık, Abdullah b. Hasan gibi kişilerle görüştü. Ehli Beyte olan yoğun ilgi ve
sevgisine rağmen sahabenin büyükleri hakkında olumsuz bir düşünceye kapılmadı. Ebu
Hanife’nin kendisinden ders aldığı
Hammad b. Süleyman, İbrahim Nahai ve Şa’bi’den dersler almıştır. Hammad b. Süleyman’ın ders aldığı bu iki kişi
Şureyh, Alkame b. Kays, Mesruk b. Ecda’dan ders
almışlardır. Son olarak zikredilen alimlerde Abdullah b. Mesud, Hz. Ali
gibi sahabenin büyüklerinden fıkıh ilmini öğrenmişlerdir. Ebu Zehra’ya göre Ebu
Hanife Mekke’de 6 yıl kalmıştır. Dolayısıyla bu kadar uzun ikamet sırasında İbn
Abbas’ın rahle-i tedrisinden geçen tabiinden alimlerle görüşüp onlardan ders
almıştır. Ebu Hanife Hayatının çoğunluğunu Emeviler döneminde kalanı ise Abbasîler
döneminde geçirmiştir.
Ebu
Hanife her şeyden önce hak ve hakikati arayan ve bu konuda son derece samimi
olan bir alim portresi çizmektedir. O,
başkalarının düşüncelerine tabi birisi olmayıp hakikate ulaşma konusunda ve
arayışında düşünce açısından özgür biri idi. Ebu Hanife hakikati merkeze alması
ve bu konuda samimi olması nedeniyle kendi görüşünün doğruluğunda ısrar etmez
ve tartışmaya açık biridir. Takip ettiği ders ve ilim ortamlarında herkese söz
hakkı verir, aykırı görüşleri dinler ve
talebelerini kendi görüşünü benimsemeye zorlamazdı. Yapılan Tartışmanın sonunda ulaştığı sonuç için de, “Bizim
kanaatimiz ve ulaşabildiğimiz en güzel görüş budur. Bundan daha iyisini bulan
olursa şüphe yok ki doğru olan onun görüşüdür” biçiminde hareket ederek
hakikate ulaşmada oldukça geniş bir perspektif ortaya koymuştur.
Ebu
Hanife her meseleyi en ince ayrıntısına kadar irdeler, hocasıyla tartışır ve
aklı o konuda bir karara ulaşmadıkça hiçbir düşünceyi onaylamazdı. O,
meseleleri tartışma, irdeleme ve hakikate ulaşma konusundaki bağımsızlığı
nedeniyle Kitap, Sünnet ve Sahabenin fetvalarının dışında kendisini özgür
olarak görüyor ve kendi dönemindeki alimlerin görüşlerine eleştirel
yaklaşıyordu.
Ebu
Hanife fıkıhta izlediği yöntem hususunda ilk önce Kur’an’a baktığını onda
bulamazsa Sünnete başvurduğunu, onda da bulmazsa sahabenin sözlerine
başvurduğunu ifade eder. Sahabenin sözlerinde farklılık söz konusu ise onlardan
dilediğini aldığını ancak iş kendi neslinden olan Tabiine gelince (İ. Nahai,
Şa’bi, Hasan-ıBasri, Ata vb.) onların içtihat yaptıkları gibi kendisinin de
içtihat yaptığını belirtir. Bir konuda ayet, hadis ve sahabe kavli de yoksa kıyası kullanır fakat
kıyas bir çözüm ortaya koymuyorsa sırasıyla istihsan ve örfe başvurmaktadır.
Ebu Hanife’nin fıkıhta delilleri Kitap, Sünnet, Sahabe Kavli, İcma, Kıyas,
İstihsan[1] ve örftür. Ebu Hanife
yaşadığı dönemde bir çok ithama maruz kalmış ve aleyhine birçok şey
söylenmiştir. Bu ithamların ve aleyhinde konuşmasının temel nedeni Onun Tabiin neslinin fetvalarına
bağlı olmayıp onlar gibi içtihatlar yapabileceğini ifade etmesi ve söz konusu
fetvalara kendi yöntemi çerçevesinde aykırı görüşte bulunması ve yaptığı
içtihatların çok olmasıdır.
Ebu
Hanife’nin yaşadığı dönemin şartları, dinin genel ilke ve amaçları bağlamında
rivayetle akıl yürütme arasında sağlıklı bir ilişki kurma imkanını
yakalamıştır. Buna bağlı olarak örf ve
adeti, Kuran’ın genel ilkelerini ve kamu yararını gözetmesi ve istihsanı sıkça kullanması
sözü edilen sağlıklı ilişki kurma imkanını değerlendirdiğini göstermektedir.
Ebu Hanife ticari işlemleri açıklık, belirlilik, faizden kaçınmak, örf ve ihtiyaca
uygun olma, dürüstlük ve güvenilir olma şeklinde dört temel üzerine bina etmiştir. Ticari hukukta, borçlar, aile ve kamu
hukukunda bireysel teşebbüs ve sorumluğu, kişi hak ve özgürlüğünü temel ilke
edinmiştir.
Ebu
Hanife’nin yetiştiği zaman diliminde Haricilik, Cehmiyye, Mutezile,
Kaderiyye,Şia vb. mezheplerin zuhur etmeye başlamıştır. İşte bu kritik dönemde
O akaid ve kelam konularındaki görüşleriyle Sünni geleneğin akaid yaklaşımının
oluşmasında etkin rol oynayan alimlerdendir. Özellikle Basra bölgesinde ilahi
sıfatlar, büyük günah işleyenin durumu ve tekfir vb. ilk dönemin temel ihtilaf
konuları hakkında farklı görüşlere sahip alimlerle tartışmalar yapmış ve
Müslümanların çoğunluğu tarafından benimsenen itikadi ilkeleri temellendirerek
ortaya koymuştur.
Ebu
Hanife, Ehli Beyte karşı yoğun sevgi ve bağlılık duygusu içinde olmuştur. Öyle
ki Emeviler Ehli beyte karşı katı ve sert tutum takındıklarında O Emevileri
açıkça eleştirmekten çekinmemiştir. Hatta Ebu Hanife Zeyd b. Ali’nin Emevi
halifesi Hişam b. Abdulmelik’e karşı 739 yılında başlattığı ayaklanmayı hem
maddi hem de manevi olarak desteklemiştir.
Hitti’ye
göre Ebû Hanîfe, îslamın ilk en geniş ve en müsamahakâr mezhebinin kurucusu
olmuştur. Onun bu mezhebine yeryüzü Müslümanlarının hemen hemen yansı bugün
dahil bulunmaktadır ve söz konusu mezhep Hindistan ve Orta Asya’da olduğu kadar
eski Osmanlı İmparatorluğuna dahil İslam ülkelerinde de resmen tanınmıştır.
KAYNAKÇA
TDV
İslam Ansiklopedisi, Ebu Hanife Maddesi
Muhammed
Ebu Zehra, Ebu Hanife, Dib Yayınları,(Çev: Osman Keskioğlu), 2005
Philip
K. Hitti, Siyasal ve Kültürel İslam Tarihi, Marmara İlahiyat Yayınları, (Çev:
Salih Tuğ),2011, İstanbul
[1] Fıkıhta özel gerekçelerle açık kıyastan, genel ve yerleşik
kuraldan ayrılıp olayın özelliğine uygun çözüm bulma metodunu ifade eden şer‘î
delil.(TDV, İslam Ansiklopedisi, İstihsan Maddesi)
Yorumlar
Yorum Gönder