Ana içeriğe atla

MODERNLEŞME KURAMLARI ÜZERİNE/HAYRETTİN GÜL

 

 


 

Sosyolojinin modern topluma geçiş ve bununla bağlantılı sosyal kırılmaları analiz edebilmek için  sarfedilen gayret ve çabaların sonucunda ortaya çıktğı bir vakıadır. Modernleşme kavramı bir çok sosyolog tarafından tanımlanmış ve  farklı biçimlerde değerlendirmeler ortaya çıkmıştır..

Klasik sosyolojide modernizm şimdiye kadarki insanlık tarihinde ortaya çıkan büyük toplumsal gelişme evreleri olarak açıklanmaktadır. Modernizm kavramının orta çağdaki kullanımına bakıldığında ‘Neue’ yeni olan, şimdiye ait olan pozitif; geçmişe ait olanın ise negatif olarak ifade edildiği görülmektedir. Modernizmin evreleri üçe ayrılır: Avrupa merkezli, Batı merkezli ve çok merkezli modernleşme. Modernleşme evre evre yoğunluk ve yaygınlığı artan, büyüyen hızıyla daima artan nüfus oranıyla birlikte geniş toplum kesimlerini etkisi altına alır. Avrupa merkezli modernizm ilk evreyi oluşturur. Modernizmin ne zaman başladığı konusu ihtilaflıdır. Burada iki durum söz konusudur: Birisi modernizm geç 15. yüzyıl özellikle 16. yüzyılın ilk yıllarında Rönesans, Protestan reformu  ile Portekizliler ve İspanyolların  keşif yolculukları ile başlar. Diğeri erken modernizm olarak isimlendirilen üç yüzyıl boyunca adeta politik ve endüstriyel  devrimler için temel olarak görülmüştür,.Bu dönemin sonunda yaklaşık 1900 lü yılllarda Avrupa tüm dünyanın belirleyici gücü olmuştur. Zirvede İngiltere yer alıyordu. Avrupanın periferisindeki dünyanın geri kalan kısmı ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel olarak küçülmüştü.Modernizmin ikinci evresi Batı merkezlidir. Bu evrede Avrupa modernizm üzerindeki tekelini kaybetmiş ve Avrupa’dan Batı’lı modernizm doğmuş ve bu dönemin belirleyici gücü ABD olmuştur. İkinci dünya savaşından sonra modernizmin kısa süreli de olsa temsilcisi tamamen ABD olmuştur. Amerika dünya ekonomisinin merkezini oluşturmuş, firmaları, şirketleri, araştırma kurumları küresel bir standart ortaya koymuş ve kitle iletişim araçları aracılığı ile Amerikan özellikle batılı değerleri evrensel, dünya çapında geçerli değer ilkeleri olarak propaganda yapmaya başlamıştır. Amerika kolonyal egemenlikten kurtulup yeni kurulan devletlere model olarak kendini taklit etmeyi tavsiye ediyordu. İşte tam bu sıralarda bilimsel araştırmalar  modernleşmeden söz etmeye başlamışlardır. Modernizmin üçüncü evresini ise çok merkezli modernizm oluşturmaktadır. Bunun zamanı 2000 li yılların yirmi yıl öncesini ve sonrasını kapsar. Çok merkezli modernizmin kökenleri büyük imparatorlukların sömürgelerinden çekilmesinin başlangıcına, ta 1870’li yıllara kadar gider. Aynı zamanda bu dönem Japonya’nın modernleşme yoluna çıktığı yıllara rastlar. Bu süreçle birlikte  Modernizmin Batının ayrıcalığı olmadığı, aynı şekilde diğer ülkelerde modernleşme için atılım yapabilecekleri ve bunu başarabilecekleri gündeme gelmiştir. Üçüncü evre için dönüm noktası ikinci dünya savaşından sonra sömürge imparatorluklarının yıkılma dönemine rastlar.(Schmidt,2014:27-74)

Eisenstadt’a göre Modernizm 17. Yüzyıl ile 19. Yüzyıllar arasında ilk önce Batı Avrupa’da ve Kuzey Amerika‘da ortaya çıkıp son olarak diğer Avrupa ülkelerine, Güney Amerika ve Asya’ya yayılan sosyal, ekonomik ve politik alanlardaki değişme ve gelişme sürecini ifade eder. Ona göre zamanla Modernizmin farklı boyutları özellikle yapısal, kurumsal ve kültürel boyutları birbirine benzeme eğiliminde olmuştur. Modernizm kültürü ve onun kurumlar alanındaki sonuçlarıyla spesifik kültürel programı Batı Avrupa’da ortaya çıktı ve Avrupa’nın diğer kısımlarına Güney ve Kuzey Amerika’ya ve en geç tüm dünyaya yayıldı. Sürekli değişen kültürel ve tüm kurumsal modelleriyle modernizm bir taraftan genel homojen bir modernizm ortaya çıkarmadı, aksine daha fazla olarak modernizmin çeşitliliğini ortaya koydu. modernleşme teorisinin temelinde bir toplumun modernleşmesi için modernizmin  Batıda geliştirilen kültürel programın doğal olarak modernleşen toplumlar tarafından alınacağı kabulüne eleştirel yaklaşır. Modernleşme ve modern toplumların birbirine benzerliği üzerine yapılan çalışmalarda Batıda ortaya çıkan modernizm projesinin hegemonal ve homojenleştirici eğilimlerinin devam edeceğini bunun tüm dünyaya yayılıp bütün toplumlara egemen olacağı düşünüldü. Bütün bu yaklaşımlar görece otonom ve farklılaşmış kurumsal çevreleri meydana getiren gelişmelerin bütün modern toplumlarda aynı olacağı kabulüne dayanıyordu. Halbuki hemen hemen bütün toplumlarda farklı kurumsal çevreler(ekonomi, aile, siyaset vb) birbirinden bağımsız nitelikler göstermektedir. Eisenstadt’a göre 20. Yüzyılın sonunda tüm dünyaya modernizmin yeni biçimleri ortaya çıktı.Eisenstdat özellikle modenizmin sürekli değişimi ve çeşitliliğine vurgu yapmaktadır. ( Eisenstadt,2000:1-12).

Marks, Durkheim, Weber ve Simmel sosyolojik tasarımlarını ortaya çıkan gelişmeler, yaşanan tecrübeler ve bunlara bağlı krizler üzerine  bina etmişlerdir. Onlar modernleşmenin yol açtığı toplumsal değişim ve dönüşüm süreçleri üzerine yoğunlaşmışlar ve bu olguları anlama ve açıklamaya çalışmışlardır. (Degele&Dries,2005:11)  Sosyolojinin kurucu aktörlerinin toplumsal değişim ve farklılaşmayı anlama ve kavramsallaştırmaları klasik modernleşme kuramları olarak adlandırılmaktadır. Modernleşme kuramları olarak bu çalışmada sosyolojinin kurucu babalarının bu bağlamdaki yaklaşımları merkeze alınacaktır.

Sosyoloji bilimsel bir disiplin olarak geleneksel, tarımsal,ve hiyerarşik olarak organize edilmiş düzenlerden modern, bürokratik, endüstriyel, sınıf temeline dayalı, formel demokratik  sistemlere doğru yaşanan 19. Yüzyıldaki büyük değişim ve dönüşümlere  bir cevap olarak ortaya çıkmıştır. Bu noktada sosyolojinin kurucu babaları yaşanan değişim ve dönüşümü açıklama çabasında olmuşlardır. Marks, modernleşmeyi  işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki bölünmenin toplumsal yabancılaşma ve üretim ilişkilerinin  zorunlu sonucu olarak düşünüyor. (Degele&Dries,2005:10)Marx’a göre modernliği kapitalist ekonomi tanımlıyordu. Marx geçmiş toplumlardan kapitalizme geçişin ilerlemelere neden olduğunu kabul ederken kendisini büyük ölçüde kapitalist ekonomik sistemin ortaya çıkardığı problemlerin bir eleştirisiyle (yabancılaşma,sömürü vb.) sınırlandırdı.(Ritzer&Stephisky,2013:47)

Marks toplumsal modernleşmeyi farklılaşma ile açıklamaktadır. Farklılaşma Marks’a göre toplumun iki sınıfa ayrılması anlamına gelmektedir. Üretim araçlarına sahip olan kimse toplumsal iktidar aracına sahip olandır. Merkezi toplumsal itiraz bu yüzden sermaye sahipleri ile işçiler arasındaki çatışmada yatar. Marx üretim ve değişim süreçlerinin ekonomik analizlerini bu çatışma bağlamında inşa eder. Sınıf çatışması toplumsal modernleşme süreçlerinin önemli itici gücüdür. Bir taraftan endüstrileşme,kentleşme, üretim artışı söz konusu iken diğer tarafta geniş ölçüde yoksulluk ve fakirlik söz konusudur. (Degele&Dries,2005:47)

Durkheim basit ve geleneksel toplumlardan ileri derecede gelişmiş toplumlara evrimsel geçişten bahseder. Durkheim iki toplum tipolojisinden bahseder: Birincisi mekanik toplum yapısıdır. Yaşam ve düşünce  biçimlerinin homojenliği nedeniyle geleneksel kolektif bilinç oluşur ve toplumsal dayanışma bu eşitliğin sonucudur. İkincisi ise organik toplum yapısıdır.Organik toplum  işlevsel olarak farklılaşmış bir nitelik göstermektedir. Organik toplum  farklılığa dayanır. Opera sanatçısı ve şef gibi.Durkheim toplumsal farklılaşmayı yapısal faktörlerle açıklar. Yapısal faktörler mekanik dayanışmadan organik dayanışmaya doğru uzanan gelişmenin evrimsel nedenlerdir. Durkheim toplumsal farklılaşma faktörünü işbölümüyle açıklarken  kendi farklılaşma teorisinde mekanik dayanışmadan organik dayanışmaya geçişi merkeze alır. (Degele&Dries,2005:52)Durkheim’e göre modernlik organik dayanışma  ve kolektif bilincin zayıflamasıyla tanımlanıyordu.Organik dayanışma beraberinde daha fazla özgürlük ve üretkenlik getirdiği halde aynı zamanda bir dizi sorun ortaya çıkardı. Örneğin ortak ahlaki yapının  zayıflaması ile birlikte insanlar kendilerini modern dünyada anlamsız bir şekilde sürüklenmiş bulmaya başladılar. Bir diğer ifadeyle anominin sıkıntısını çektiklerini gördüler. (Ritzer&Stephisky,2013:548)

Durkheim’de toplumsal farklılaşmanın soyut mantığı söz konusu iken         Weber  somut tarihsel olayların hangi farklılaşma süreçlerinden ileri geldiği ile ilgilenir. Weber de  farklılaşma faktörü rasyonelleşmedir. Weber modernleşmeyi toplumsal eylem yönelimlerinin artan oranda amaca yönelik rasyonelleşmesi olarak anlar. Bu nedenle Weber’in kapsamlı bir biçimde farklı toplumları karşılaştırma yapmasına imkan veren kültürel yol göstericiler ön plana çıkar. Weber’de rasyonelleşme hem amaca yönelik rasyonel eylem formlarının hem de batılı tarih sürecinde yasal otorite formlarının yayılma sürecini içine alır (Degele&Dries,2005:52)

Weber’e göre modern dünyayı en çok tanımlayan sorun biçimsel rasyonelliğin başka tip rasyonellik pahasına yayılması ve bunun sonucunda rasyonelliğin demir kafesinin ortaya çıkması olmuştur. İnsanlar artan bir şekilde bu demir kafes içinde hapsedilmişlerdi ve sonuçta en insani özelliklerinden bazılarını ifade edemiyorlardı. Kuşkusuz  Weber rasyonelleşmenin yayılmasının avantajlarını (bürokrasinin önceki örgütlenme biçimlerine göre avantajları )kabul etti ama en çok rasyonelleşmenin ortaya çıkardığı sorunlarla meşgul oldu. (Ritzer&Stephisky,2013:547)

Weber  toplumsal modernleşmeyi rasyonelleşme, bürokratikleşme ile birlikte değerlerin çözülmesi ve dünyanın büyüsünün bozulması olarak açıklamıştır. (Degele&Dries,2005:10)Weber daha geniş anlamda rasyonelleşmeyi bürokratikleşme, endüstrileşme, entelektüelleşme, nesnelleşme, uzmanlaşma, daha çok disipline olma, dünyanın büyüsünün bozulması, sekülerleşme veya insanlıktan uzaklaşma olarak yorumlar. En genel anlamda Weber için rasyonelleşme ilk olarak düzen ve sistematikleşme anlamına gelmektedir.( Käsler,2006:199)

Weber’e göre toplumsal rasyonelleşme sürecinde merkezi rolü büyük dünya dinleri oynamıştır. Bu durum birincisi dini kurtuluş yolları ve değer inançlarının bireyler üzerinde güçlü etkinin olması, ikincisi bütün büyük dünya dinlerinin kendi kurtuluş mesajlarını sürekli sistematik hale getirme eğiliminde olmaları ve üçüncüsü toplumun bu yolda rasyonelleştirilmesidir. (Käsler,2006:164)

Simmel’in düşüncesinde modernizmle birey arasında  sosyal, psikolojik, kültürel ve ekonomik olarak kurulmuş olan toplumsal çevre arasında gerilim ilişkisi söz konusudur. Simmel, Durkheim ve Weber gibi modern toplumun durumunu doğrusal olarak devam eden bir ilerlemenin ifadesi olarak  yorumlamaz. O kendi zamanını eleştirel bir tarzda sorgular, bu durumu kriz tezahürlerinin işaretleri ve patolojik gelişme eğilimleri şeklinde analiz eder. Simmel’e göre modernizm sürecinde özgürlük kazanımı ve özgürlük kaybı arasındaki çelişki, hesaplanabilir modernliğin tam özü olarak edilen toplumsal tezahürlerden kaynaklanmaktadır. Simmel, tezahürlerle modern para ekonomisini, metropol yaşam tarzını, gündelik yaşamın rasyonelleşmesi, kitlesel tüketimin ortaya çıkışını, ileri düzeyde iş bölümünü ifade eder. (Käsler,2006:151-152)

Başka bir açıdan modernleşme toplumun farklı alanlarında karşılıklı etkide bulunan yapısal değişimler olarak anlaşılır. Siyasi anlamda  modernleşme ulus devletlerin oluşumu, demokratikleşme, refah devleti vb. olguların ortaya çıkması; ekonomik alanda endüstrileşme, ekonomik büyüme, hizmet sektörünün yaygınlaşması, kitlesel tüketim vb. tezahürlerin oluşması; sosyal alanda kentleşme, eğitimin gelişmesi, kitle iletişim ve artan toplumsal hareketlilik; kültürel alanda sekülerleşme, rasyonelleşme ve evrensellik; kişisel anlamda bireyselleşme ve performans yönelimi olarak değerlendirilmiştir. Zapf, modernleşmeyi ekonomi, siyaset ve kültür bağlamında gözlemlenebilir süreçler halinde üç aşamaya ayırıyor: Birincisi ekonomik gelişme safhasıdır. İlk olarak büyüme endüstrileşme ile mümkün hale gelmektedir. Refah artışı ve kitlesel tüketim modernleşme süreçlerinin taşıyıcı ekonomik temelleridir. Kitlesel tüketim aşamasını özel otomobillerin yayılması simgeler. İkincisi politik gelime aşamasıdır. Siyasi alanda devletler ve ulusların oluşumu  ulusal kimliklerin, seçim hakkının, parlamenter demokrasinin,  sosyal güvelik ve refah devleti  vb. unsurların oluşması modernleşmenin temel unsurlarıdır. Üçüncüsü ise sosyokültürel şartlardır. Siyasi ve ekonomik değişim süreçleri birey, sosyal yapı ve kültürel değişimlerle yakın ilişkilidir. Çünkü modernleşmiş bir toplum iyi eğitilmiş, hareketli, esnek ve performans bilincine sahip bireylere bağlıdır. (Zapf, 1994:18)

Batılı modernleşme sürecinde yavaş yavaş çok verimli sistem dünyası oluştu. Söz konusu dünya bilim aracılığı ile açıklanabilir, teknik aracılığı ile gerçekleştirilebilir, ekonomi ile değerlendirilebilir, iktidar aracılığı ile kullanılabilir ve hukuk aracılığı ile kontrol edilebilir şekildedir. Modernleşme süreçlerinde sistem dünyası ve özel dünyada yaşam dünyasının bölünmesi iki alanda da çelişkili gelişmelere yol açmıştır. Sosyal bilimlerde kutuplaşma tipolojisine  işaret eden göstergeler mevcuttur: örneğin bu karşılaştırmaya  Tönnies’in Cemaat ve cemiyet karşılaştırması, Weber’in değer yönelimli rasyonelleşme ile amaca yönelik rasyonelleşme karşılaştırmaları örnek olarak verilebilir. Batı da Kilise, modernleşme süreçlerinde merkezi kültürel özel konumunu kaybetti. Kilisenin monarşik ilkelerle şekillenmiş devletle sıkı bağlantısından dolayı kilisenin demokratikleşmesi kendi yapısını sarsmasına yol açmıştır. Modernleşme geleneksel olarak bilinen toplum yapılarının gerekli görülen değişimleri sağlamaları ile ulaşabildikleri sosyal değişimdir. Modernleşmede hız ve üretim süreçlerinin dramatik yükselişi öne çıkar. Modernleşmenin ayırt edici özellikleri genel olarak endüstrileşme ve ona bağlı nüfus artışı, temel eğitim, bilimsel teknik araştırmanın kurumsallaşması gibi olgularla; bunlara eşlik eden kentleşme, kitle iletişim araçları, politik katılım ve bunların sonucunda batılı kültür alanında demokratik hukuk devleti, Pazar ekonomisi, refah artışı vb. süreçlere işaret eder. Bu gelişmeler bilinç değişimleri el ele yürümektedir. Modern Avrupa sadece kapitalizmle değil aynı zamanda aydınlanma ve inanç savaşları, Fransız ihtilali, milliyetçilik, birinci ve ikinci dünya savaşları ile şekillenmiştir. Modernleşmede önemli unsurlar eylem alanlarının artan farklılaşması ve eylem yönelimli rasyonelleşmedir. Bu bilim ve teknik aracılığı ile rasyonelleştirilebilir yaşam alanlarının işlevsel fonksiyonu üzerinde gerçekleşti. Bu gelişmelerle birlikte aile ve iş dünyası birbirinde ayrıldı ve çoğulculuk ortaya çıktı. Sürekli performans ve rasyonelleşme baskısı aynı zamanda yüksek çatışma potansiyeli ve yüksek hareketliliğe yol açtı. Ortaya çıkan imkânlardan artan oranda yararlanma yaşam şartlarının dengelemesini beraberinde getirmedi. Göç hareketleri, meslek değişimi ve boşanmalar vb. sorunlar ortaya çıktı. Bütün bu olgu ve olayların açıklanmasında dine başvuru gittikçe azalmıştır. Örneğin borçlunun ödeme gücündeki yetersizlik veya bir öğrencinin kötü not performansı talihsizlik vb. unsurlarla değil, yerine getirilmeyen durumsal şartlarla yorumlanmaya başlanmıştır. (Fürstenberg, 2004:208-215)

Modernleşme köken itibariyle Avrupa’da ortaya çıkmış olup daha sonra periferideki ülkeleri de çeperine değişen oranda dahil eden değişim ve dönüşüm süreçlerini ifade etmektedir. Modernleşme kendini teknolojik ve bilimsel alandan toplumsal, ekonomik, kültürel, dinsel vb düzlemlerde göstermektedir. Modernleşmenin temel unsurları arasında  rasyonelleşme başta olmak üzere  bilim ve teknolojinin ilerlemesi, toplumsal değişim ve dönüşüm, refah artışı ve benzerleri sayılabilir. Fakat modernleşme tüm ülkelerde bağlamında eşzamanlı olarak değil aynı zaman diliminde farklı boyut ve derecelerde tezahür etmiş ve etmeye devam etmektedir.

KAYNAKÇA

Schmidt, Volker H. (2014). Globale Moderne. Skizze eines Konzeptualisierungsversuchs. In: Ulrich Willems/Detlef Pollack/Helene Basu/Thomas Gutmann/Ulrike Spohn (Eds.), Moderne und Religion (27-74). Bielefeld: transcript Verlag

 

Degele,Nina&Dries, Christian, (2005) Modernisierungstheorie eine Einführung , Paderborn München Fink

 

Ritzer, George&Stephisky, Jeffrey, 2013 Sosyoloji Kuramları, Deki Yayınevi (Çev:Himmet Hülür)

Käsler, Dirk, 2006 Klassiker der Soziologie Bd. 1: Von Auguste Comte bis Alfred Schütz C.H.Beck,

 

Zapf, Wolfgang, Modernisierung, Wohlfahrtsentwicklung und Transformation: soziologische Aufsätze 1987 bis 1994

 

Eisenstadt, S,E,2000 Die Vielfalt Der Moderne,Velbrück Wiisenschaft

 

Fürstenberg, Friedrich, Modernisierung, 208-215, Wörterbuch der Religionssoziologie,Gütersloher Verlashaus,1994

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ANTONY FLEW'İN YANILMIŞIM TANRI VARMIŞ KİTABININ ÖZETİ-1-

                Flew, bu kitabında çocukluğundan itibaren inanç  bakımından yaşadığı tecrübelere yer vererek kısaca ateizmden teizme geçişini anlatıyor. İçinde doğduğu ailenin  Hıristiyanlığa bağlı olduğunu,  babasının vaizlik yaptığını, ayin ve toplantılara katıldıklarını bununla birlikte kendisinin dini bir feyz ve zevke almadığını ifade ediyor. Kitapta ilk önce ateizmi savunan kendi yazdığı eserlere ve onların  temel görüşleriyle bunlara verilen cevaplara  yer veriyor. Yazar, kısaca okumaları ve çalışmalarının kendisini bilimsel olarak benimsediği (öne sürülen iddianın götürdüğü yere gitmek) ilkeyle tutarlı bir biçimde yaşadığı değişimi samimiyetle anlatıyor. Kitap ayrıca ateizm konusundaki temel yaklaşımlara ana hatları ile yer veriyor. Çocukluk ve gençlik yıllarındaki Hıristiyan temelli inançlardan ateizme evirilişinin ilk adımını kötülük probleminin oluşturduğunu söylüyor. O zamanlar ailes...

Şerif Mardin’in ‘Din ve İdeoloji’ Eseri Üzerine

     Din ve İdeoloji kitabı, çapı küçük fakat içerik olarak oldukça geniş ve derin olduğu rahatlıkla söylenebilir. Efradını cami ağyarını mani bir ifade ile alanında tam bir başvuru kaynağıdır.      Yazar, ilk önce ideoloji kavramını  iki ayrı kategoride ele alıyor: Sert ideoloji ve yumuşak ideoloji. “Sert” ideolojiyle, sistematik bir şekilde işlenmiş, temel teorik eserlere dayanan, seçkinlerin kültürüyle sınırlandırılmış, muhtevası kuvvetli bir yapı kastedilirken,  “yumuşak” ideoloji ile de, kitlelerin, çok daha şekilsiz inanç ve bilişsel (cognitive) sistemleri ifade ediliyor. Yazar, ideolojiyi ise kitle toplumunun belirmesiyle beraber önem kazanan inançlar ve idare edilen”lerin arasında yaygın, yönlü, fakat sınırlı, belirsiz fikir kümeleri olarak tanımlıyor. İdeolojiler, siyasi fikir tarihi açısından  uzun zaman, insanların aklını çelen kuraldışı etkenler olarak tanımlanmıştır. [1] Yazar, bilimsellik niteliğinin üç ana...

MEHMET EVKURAN’IN SÜNNİ PARADİGMAYI ANLAMAK ADLI ESERİNDEN

     (Mehmet Evkuran,Sünni Paradigmayı Anlamak, Ankara Okulu Yayınları,2015,3.Baskı) Evkuran, Sünni paradigmayı anlamak adlı çalışmasında Ehli sünnetin siyaset düşüncesinin yapısı ve sorunlarını konu edinmektedir. Bu yazıda daha çok kitaptan alıntılara yer verilecektir. Eser, son yüz elli iki yüz yıl içinde geri kalışımız bağlamında yapılan tartışmaların merkezinde yer alan Sünni düşünceyi konu edinmektedir. Daha önceki yapılan çalışmalarda geleneksel din anlayışı, geleneksel dini düşünce şeklinde eleştirilerin hedefinde olduysa da bu çalışmada zihniyet ve dünya görüşü oluşturucu yanıyla Sünni gelenek, Türkiye’de bir bütün olarak ilk defa derli toplu, eleştirel olarak bir çalışmaya konu edilmiştir. Yazara göre kendini bir hakikat ve dinin en doğru yorumu olarak temellendiren Ehl-i Sünnet söylemi, varlığını tehdit ettiğini düşündüğü yaklaşımlara karşı koyduğu gibi, onu bilimsel/ideolojik bir okumanın nesnesi/konusu yapan yaklaşımlara karşı da kendini savunmaktadır...