Ana içeriğe atla

SEKÜLERLEŞME KURAMLARI VE DİN ÜZERİNE/HAYRETTİN GÜL

Sekülerleşme kavramı toplumsal kültürel modernleşme için kullanılan yorumlama kategorisidir. Başlangıçta dini-manevi olanın dünyevi duruma transferine denilirken sonraları kilisenin mal varlığının dünyevi taşıyıcılara geçmesini, devlet ve kilisenin birbirinden ayrılmasını ifade etmek için kullanılmıştır. Sekülerleşme kavramı sosyolojik bir kategori olarak ve modernleşme sürecinde dinin rolünü açıklamak için kullanılmıştır. Din sosyolojisinin ortaya çıkışında temel olan bu gelişme Weber’in batılı rasyonelleşme süreçlerini analizinin olağanüstü kısmını oluşturur. Weber’e göre dinin kendisinde (Protestanlık)sekülerleşme eğilimleri vardır. Weber dini talepler ve dünyevi yönelimler arasındaki gerilim alanında ortaya çıkan ahlaki tutumun anahtar rolüne işaret eder. Bu durum bilimsel olarak yorumlanabilir ve artan oranda hükmedilebilir dünyanın kendine ait yasa ve kurallarının olması anlayışını destekliyor. (Fürstenberg, 1994:279-280) Sekülerleşmenin çok farklı anlamları vardır. Bunlardan biri kilise değerlerinin çözülmesidir. İkincisi ise dünyevi yaşam tarzının dini kural ve kalıplardan artan oranda ayrılması olarak ifade edilir. Modern toplumlardaki geniş toplum kesimlerinin davranış ve deneyimlerinin yerleşik dini kurum olan kilise ile hiç ya da çok zayıf bir biçimde ilişkide olmaları söz konusudur. Sekülerleşme başka bir açıdan dini aktörlerin diğer yorumlama sistemleri üzerindeki yönlendirme gücü ile ilgilidir. Din bu süreçte bu gücünü büyük oranda yitirmiştir. Knoblauch’a göre örneğin dinin vadettiği ölümden sonraki yaşamda kurtuluş inanışının yerini yaşamda başarılı olma, kendini gerçekleştirme vb. düşünceler almıştır. Bu aşkınlığa olan inancın azalması demektir. Yani artık dinin önemi cennet ve cehennemi içeren ahiret hayatıyla ilgili olmaktan çıkmış; ön plana bireylerin kendi deneyimleri, benlikleri ve içinde yaşadıkları toplum geçmiştir. (Knoblauch,1999:10-11) Sekülerleşme ile dinin bireyleri yönlendirmesi azalmış ve farklı dini yorum sistemleri ön plana çıkmaya başlamıştır. Sekülerleşme dünyevi davranış ve bilinç yapılarının dinin etki alanından uzaklaşması ve serbest kalmasının devam eden sürecini içine alır. Sekülerleşme olayının sosyokültürel değişimin akışı üzerine teorik görüşleri içine alan sekülerleşme teorisine dönüşümü, din sosyolojisi araştırma paradigmasını şekillendirmiştir. Bu paradigmatik şekillenme temel olarak dört noktada ortaya çıkmıştır: 
 1.Sosyo-kültürel bir dönüşüm olarak,
 2. Kiliseden uzaklaşma olarak, 
3. Dindarlığın öznelleşmesi olarak, 
4.Toplumsal gelişme paradigması olarak (Fürstenberg, 2004:280-286)

 Sekülerleşme teorisi modern dönemlerdeki dini değişimi açıklamak ve tasvir etmek için din sosyolojisinin belirleyici yorum kalıbını oluşturur. Sekülerleşme teorisi modernleşme süreçlerinin toplumda dinin önemi üzerinde olumsuz etki yaptığı ve dinin kabul edilebilirliğini azalttığı düşüncesinden hareket etmektedir. Sekülerleşme teorisinin temsilcilerinden bazıları Bryan Wilson, Steve Bruce, Pippa Norris, Ronald Inglehart vb. dir.Wilson dinin pozisyon kaybında belirleyici olarak hem toplumsal farklılaşma ve sosyalleşme hem de rasyonelleşme süreçlerine vurgu yapar. Sosyal farklılaşmadan maksat dinin ekonomi, bilim, aile veya Tıp vb. diğer toplumsal alanlar üzerindeki belirleyici etkisini kaybetmesi ve bu alanların işlevsel olarak artan bir şekilde dinin egemenlik alanında kurtulup özerk olmalarıdır. Sosyalleşme ile dinin toplumsal gücünün büyük bir kısmıyla ilgili olan cemaat formlarının aşırı bir bicimde çözülmesi ve cemaat üstü gayri sahsi organizasyonların ve kurumların onun yerine geçmesi kastedilir. Rasyonelleşme ile toplumsal hedeflerin siyasi, bilimsel, ekonomik veya tıbbi alanların gittikçe birbirinden ayrılması ve bu hedeflere ulaşmak için araçların iyileştirilmesi ifade edilir.(Pollack, Säkularisierungstheoriehttps://docupedia.de/zg/Saekularisierungstheorie)

 Steve Bruce ise analizinin merkezine artan dini çoğulculuğun etkisini ve eşitlikçi bireyciliği koymaktadır. Artan dini çoğulculuk sebebiyle eşitlikçi ilkelerle davranması zorunlu olan devletler dini cemaatlere yaptıkları desteği geri almaya zorlanmakta ve böylece devletin merkezi kurumları örneğin okullar sekülerleşmektedir. Aynı zamanda din, dinsel olarak çoğulcu toplumlarda kültürel olarak homojen toplumlarda dinin günlük hayatın içine gömülü olması sebebiyle tadını çıkardığı düzenli onay mercii olma özelliğini kaybeder. Bruce’e göre dini çoğulculuk şartları altında dinin doğmatik, sekteryen inanç sistemi liberal, toleranslı ve evrensel forma dönüşür. 

 Norris ve Inglehart dinin bir toplumda sahip olduğu önemin varoluşsal güvenlik duygusu ve fiziksel, toplumsal, ve kişisel riskler aracılığı ile oluşan güvenlik açığı tarafından belirlendiğini öne sürmektedirler. Varoluşsal büyük risklere maruz kalınan toplumlarda dine olan ihtiyaç, yüksek derecede varoluşsal güvenlik bulunan toplumlardan daha fazladır. Varoluşsal güvenlikten maksat sel, deprem, kıtlık ve benzeri doğal felaketlerden uzak olmak; diğer taraftan savaş, insan hakları ihlalleri, fakirlik, toplumsal eşitsizlik vb. toplumsal olarak üretilen risk ve tehlikelerden uzak olmak kastedilir. Eğer bir toplumda barış, iyi bir sağlık sistemi, toplumsal eşitsizliğin ortadan kalktığı bir ekonomik sistem vb. olumlu unsurlar oluşursa hissedilen varoluşsal güvenlik duygusu artar ve böylece dini değer, inanç sistemi ve pratiklere olan ihtiyaç azalır. (Pollack, Säkularisierungstheoriehttps://docupedia.de/zg/Saekularisierungstheorie) 

Sekülerleşme teorisine olan itirazlar son yıllarda sosyal ve tarih bilimlerinde ağırlık kazandı. Bu teoriye artık eleştirel yaklaşılmaya başlanmıştır. Modern toplumlarda dinin öneminin azaldığı tezi artık sosyal bilimler söylemlerine hükmetmemektedir. Günümüzün dini değişim süreçlerini açıklama konusunda bir çeşitlilikten söz edilebilir. Bunlara örnek olarak Casanova’nın dinin kamusallaşması, Graf’ın Tanrıların geri dönüşü, Beck’in dünyanın yeniden büyülenmesi ve Berger’in desekülarizasyonu verilebilir. 

Sekülerleşme teorisinin eleştirisi dinin modern toplumlarda yeni kamusal görünürlük kazandığı ve daha fazla bir biçimde insanların davranışlarını belirlediği iddiasını ortaya atar. Ayrıca din modernleşme süreçlerinde sosyal, politik ve ekonomik değişime yol açan dinamik faktör olarak görülmektedir. Sekülerleşme teorisinin eleştirisinde ayrıca din ile modernizm arasındaki kaçınılmaz gerilim ilişkisi de sorgulanır olmuştur. Bu eleştirinin merkezi noktalarından birini modernleşmenin zorunlu bir biçimde dinin marjinalleşmesine veya en azından dinin özelleşmesine yol açtığı yaklaşımı oluşturmaktadır. 

Sekülerleşme teorisinin savunucularının görüşlerinde zamanla aksi yönde değişimler olmuştur. Bunun en çarpıcı örneği Peter Berger’dir. Sekülerleşme teorisinin temel kabulü modernizmin büyük ölçüde dinin gerilemesine yol açacağı şeklindeydi. Modernizmin etkileri bağlamında bu sonuçta beklenmedik değildi. Berger akademik yaşamının ilk dönemlerinde bir çoğu gibi sekülerleşme teorisinin isabetli olduğunu düşündüğünü belirtiyor.1970li yıllarda üçüncü dünya ülkelerinde Latin Amerika da, Afrika ve Asya da artan dindarlık kendini gösterdi.1980li yılların sonlarına doğru Berger’e göre dinin önemi konusunda sekülerleşme teorisinin ampirik bulguları desteklemediği kesin olarak ortaya çıktı. Bu dönemde dünyanın büyük bölümünün çok dindar olduğu kanıtlandı. Bunun sonucunda sekülerleşme teorisinin neden yanıldığı konusu gündeme geldi. Berger’e göre bu yanılgının sebeplerinden biri bu teorinin Avrupa’ya özgü niteliklerinden hareketle geliştirilmesi olabilir. Teoriler entelektüellerin üretimidir ve entelektüeller çok sekülerleşmiş tabakadırlar. Berger’e göre sekülerleşme tezi entelektüellerin çoğunun arzu ettiği bir şeydi. Entelektüellerin diğer bir kısmı ise olgulardan hareket etmektedir. Berger bunların içine kendisini de dahil ediyor. Berger’e göre kendileri bir kategori hatası yapmışlardır ve sekülerleşmeyi plüralizme benzetmişlerdir. Bu durum göstermiştir ki modernizm dinin gerilemesine zorunlu olarak sebep olmuyor ama zorunlu olarak derin bir şekilde çoğulculaşma sürecine yol açıyor. Tarihte eşi görülmedik bir biçimde rakip inançlar, değerler ve yaşam tarzlarını benimseyen insanlar bir araya gelip yaşamaya başlamaktadır Modernizmin sonucu olan seküler söylem temelde seküler olmayan dini söylemlerle bir arada bulunmaktadır. Bu seküler söylem kökleri modernizmin itici gücü olarak ifade edilen bilim ve teknikte yer almaktadır. Bilim ve tekniğin büyük başarısı ve eğitim, medya ve hukuk aracılığı ile seküler söyleme kendiliğindenlik statüsü vermiştir. (Berger,2012:1-4) 

Berger ve Luckmann kilisenin artan oranda etkisini kaybettiğini, dindarlık ve kiliseye üyelik arasında bir ayrım oluştuğunu öne sürerler. Bu gelişmenin arka planında batılı toplumlarda ortaya çıkan plüralizm yer almaktadır. Din bu süreçte diğer kurumsal alanlarla bilim, ekonomi, siyaset vb.)tartışmalar yaşadı. Din sadece bu kurumsal alanlar arasındaki etkisini değil, insanların yaşam tarzları üzerindeki belirleyiciliğini de yitirdi. Bunun arka planında ise Hıristiyanlık ile rekabete giren Marksizm ve milliyetçilik gibi dünyevi ideolojiler ortaya çıktı. Dinin etkisinin sınırlandırılması, bölünmeler, yeni kurulan yapılar ve diğer kültürlerden etkilenmeler aracılığı ile diğer dini oluşumlara alan açıldı. Kilisenin egemenliğini yitirmesi dünya görüşlerinin çoğulculuğuna sebep oldu. Berger plüralizmi geniş ölçüde farklı dünya görüşüne sahip olanların ve dini grupların bir toplum içinde barışçıl bir biçimde bir arada yaşaması olarak anlar.(Knoblauch,1999:61) Luckmann’a göre sekülerleşme modern bir mitostıur. Dini kurumlar ve özellikle kilisenin önemi açıkça azalmaktadır. Ona göre bu dinin zemin kaybettiği anlamına gelmez. Din insanın antropolojik karakteristiğidir. Bu nedenle insanlar dindar olmaya ya da dine bağlı olmaya devam etmektedir. Din yalnız form değiştirmektedir. Luckmann’a göre bilim, ekonomi, sanat vb. toplumsal kurumlar sekülerleşmektedir ama bireyler ve toplum değil. (Knoblauch,1999:63) Dini tercih imkânlarının çoğulculuğu sebebiyle dini pratik ve inançlar kendiliğinden kabul edilen hakikatler olarak statülerini kaybetmeye başlamışlardır. Aynı dini inanca sahip insanlar arasında ihtilaflar çıkmaya başlamıştır. Dini gerçekler çoğulculuk şartları altında daha çok karşılıklı çekişme ve görecelilik ile karşı karşıya gelmişlerdir. (Pollack, Säkularisierungstheoriehttps://docupedia.de/zg/Saekularisierungstheorie) 

Pollack sekülerleşme teorisi hakkındaki tartışmalar bağlamında dominant sekülerleşme teorisine iki alternatif modelden söz eder: Birincisi ekonomik Pazar mdeli(Finke/Stark). İkincisi ise bireyselleşme teorisidir(Luckmann, Davie, Hervieu-Leger, Knoblauch vb.) Pollack,2014:35) Pickel ve Gladkich ise bu bağlamda din sosyolojisinde son yıllarda ortaya çıkan temel üç yaklaşıma çalışmalarında yer verirler ve bu üç yaklaşımın temsilcileri, temel kabulleri, teori referansları, temel varsayımları ve bu yaklaşımlarla ilgili tahminleri bir tabloda özetlerler. (Pickel&Gladkich,2010:127-140) 
Bu üç yaklaşım: 1.Sekülerleşme teorisi 2.Dinin bireyselleşmesi teorsi 2. Dinin Pazar modeli Pickel, Anja Gladkich, Religion: Sakularisierung oder Transformation,4 Sekülerleşme Teorisi Bireyselleşme teorisi Dini Pazar modeli Temsilcileri Bryan Wilson, Steve Bruce, P. L. Berger, Detlef Pollack T. Luckmann,G. Davie, D. Hervieu-Leger Rodney Starke, Roger Finke, Laurence Iannaccone Temel kabulleri Din ve modernizm arasında gerilim ilişkisi Antropolojik bir gerçek olarak bireysel dini yönelim Bireyin dine olan değişmez ihtiyacı Teori referansları Klasik modernleşme teorisi Bireyselleşme teorisi Teklif yöenlimli Pazar teorisi ve çoğulculuk teorisi Temel varsayımları Dinin anlam bahşedici ve sosyal bir başvuru mercii olarak sürekli öneminin azalması Kurumsal dinin önemini kaybetmesi: dinin özel formlarının oluşmaya devam etmesi Dini pazarın arzı dindarlık ve kiliseye aidiyet oranını belirler Tahminler Modernleşme ile birlikte dini formların ve kilise aidiyetlerinin sürekli azalması Kilise aidiyetlerinin azalması ile birlikte özel dini pratiklerin oluşmaya devam etmesi Dindarlığın gelişiminin toplumdaki dinsel arz ve çoğulculaşma dercesine bağlı olması


 Günümüze gelindiğinde özellikle internet teknolojilerinin işin içine girdiği dikkate alındığında toplumlarda daha hızlı değişim ve dönüşüm yaşandığı görülmektedir. Küreselleşme, bireyselleşme, görecelilik vb. olgular sosyal medya ortamlarında çok farklı biçimlerde tezahür etmektedir. İçinde bulunduğumuz zaman diliminde modernleşme, sekülerleşme, küreselleşme vb. anahtar kavramları içine alabilecek ve günümüzde bütün çıplaklığı ile izlenebilen bir süreç olarak ‘dijitalleşme’ olgusundan rahatlıkla bahsedilebilir. Bütün bu değişim ve dönüşüm tecrübesini dinle ilişkili bir biçimde düşündüğümüzde yukarıda Pollack’ın yer verdiğimiz görüşleri ile daha güzel açıklanabilir diye düşünüyorum. Pollack, tercih imkânlarının çoğulculuğu sebebiyle dini pratik ve inançlar kendiliğinden kabul edilen hakikatlerin olarak statülerini kaybetmeye başladığını, aynı dini inanca sahip insanlar arasında ihtilaflar çıkmaya başladığını, dini hakikatlerin çoğulculuk şartları altında daha çok karşılıklı çekişme ve görecelilik ile karşı karşıya geldiğini vurguluyordu. Son yirmi yılda dini alanda çok belirgin bir değişim yaşandığı görülmektedir. Marks’ın katı olan her şey buharlaşıyor ifadesinde olduğu gibi dijitalleşme süreci dini hakikatleri hızlı bir dolaşıma sokup o hakikatlerle ilgili farklı görüşlerin aynı anda ve herkes tarafından izlenip müdahale edebildiği bir imkan alanı vermektedir. Tartışmaya açılan ve herkesin kendine göre fikir serdettiği hakikat ya da tartışılamaz diye düşünülen tabuvari düşünülen mevzular, bir süre sonra hakkında görüş belirtilen herhangi sıradan bir gündeme dönüşmektedir. Yukarıda Luckmann’ın görüşlerine yer verilmişti.Luckmann’a göre dini kurumlar ve özellikle kilisenin önemi açıkça azalması dinin zemin kaybettiği anlamına gelmez. Ona göre din insanın antropolojik karakteristiğidir. Bu nedenle insanlar dindar olmaya ya da dine bağlı olmaya devam etmektedir. Din yalnız form değiştirmektedir. Luckmann’a göre bilim, ekonomi, sanat vb. toplumsal kurumlar sekülerleşmektedir ama bireyler ve toplum değil. Günümüzde modernleşme, sekülerleşme ve küreselleşme süreçlerinden sonra ortaya çıkan dijitalleşme süreçleri dini alanda yaşanan tecrübeler veya form değişimlerini alabildiğine hızlandırmaktadır. Bu bağlamda sekülerleşme internet teknolojilerinin meydana getirdiği dijitalleşme süreçleri ile birlikte ele alındığında günümüz ve gelecek için daha anlamlı ve tutarlı değerlendirmeler yapma imkânı elde edilecektir.

 KAYNAKÇA
 Berger , Peter L. 2013 Nach dem Niedergang der Säkularisierungstheorie Mit Kommentaren von Detlef Pollack (Hg.), Thomas Großbölting, Thomas Gutmann, Marianne Heimbach-Steins, Astrid Reuter und Ulrich Willems sowie einer Replik von Peter L. Berger © 2013 Centrum für Religion und Moderne, Westfälische Wilhelms-Universität Münster, URL: www.religion-und-moderne.de 

Fürstenberg, Friedrich, Sakularisierung, Wörterbuch der Religionssoziologie,Gütersloher Verlashaus,1994 

Gert Pıckel/Anja Gladkıch 2010 Religion in der Wissensgesellschaft Säkularisierung oder Transformation? Handbuch Wissensgesellschaft. Theorien, Themen und Probleme. (pp.127-140)Transcript Editors: Anina Engelhardt, Laura Kajetzk (127-140) 

 Knoblauch, Hubert, 1999. Religionssoziologie, de Gruyter, Berlin, 

Pollack,Detlef,Säkularisierungstheorie https://docupedia.de/zg/Saekularisierungstheorie 

 Pollack, Detlef, 2014 Säkularisierung – eine Bibliographie,Preprints and Working Papers of the Center for Religion and Modernity Münster

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ANTONY FLEW'İN YANILMIŞIM TANRI VARMIŞ KİTABININ ÖZETİ-1-

                Flew, bu kitabında çocukluğundan itibaren inanç  bakımından yaşadığı tecrübelere yer vererek kısaca ateizmden teizme geçişini anlatıyor. İçinde doğduğu ailenin  Hıristiyanlığa bağlı olduğunu,  babasının vaizlik yaptığını, ayin ve toplantılara katıldıklarını bununla birlikte kendisinin dini bir feyz ve zevke almadığını ifade ediyor. Kitapta ilk önce ateizmi savunan kendi yazdığı eserlere ve onların  temel görüşleriyle bunlara verilen cevaplara  yer veriyor. Yazar, kısaca okumaları ve çalışmalarının kendisini bilimsel olarak benimsediği (öne sürülen iddianın götürdüğü yere gitmek) ilkeyle tutarlı bir biçimde yaşadığı değişimi samimiyetle anlatıyor. Kitap ayrıca ateizm konusundaki temel yaklaşımlara ana hatları ile yer veriyor. Çocukluk ve gençlik yıllarındaki Hıristiyan temelli inançlardan ateizme evirilişinin ilk adımını kötülük probleminin oluşturduğunu söylüyor. O zamanlar ailes...

Şerif Mardin’in ‘Din ve İdeoloji’ Eseri Üzerine

     Din ve İdeoloji kitabı, çapı küçük fakat içerik olarak oldukça geniş ve derin olduğu rahatlıkla söylenebilir. Efradını cami ağyarını mani bir ifade ile alanında tam bir başvuru kaynağıdır.      Yazar, ilk önce ideoloji kavramını  iki ayrı kategoride ele alıyor: Sert ideoloji ve yumuşak ideoloji. “Sert” ideolojiyle, sistematik bir şekilde işlenmiş, temel teorik eserlere dayanan, seçkinlerin kültürüyle sınırlandırılmış, muhtevası kuvvetli bir yapı kastedilirken,  “yumuşak” ideoloji ile de, kitlelerin, çok daha şekilsiz inanç ve bilişsel (cognitive) sistemleri ifade ediliyor. Yazar, ideolojiyi ise kitle toplumunun belirmesiyle beraber önem kazanan inançlar ve idare edilen”lerin arasında yaygın, yönlü, fakat sınırlı, belirsiz fikir kümeleri olarak tanımlıyor. İdeolojiler, siyasi fikir tarihi açısından  uzun zaman, insanların aklını çelen kuraldışı etkenler olarak tanımlanmıştır. [1] Yazar, bilimsellik niteliğinin üç ana...

MEHMET EVKURAN’IN SÜNNİ PARADİGMAYI ANLAMAK ADLI ESERİNDEN

     (Mehmet Evkuran,Sünni Paradigmayı Anlamak, Ankara Okulu Yayınları,2015,3.Baskı) Evkuran, Sünni paradigmayı anlamak adlı çalışmasında Ehli sünnetin siyaset düşüncesinin yapısı ve sorunlarını konu edinmektedir. Bu yazıda daha çok kitaptan alıntılara yer verilecektir. Eser, son yüz elli iki yüz yıl içinde geri kalışımız bağlamında yapılan tartışmaların merkezinde yer alan Sünni düşünceyi konu edinmektedir. Daha önceki yapılan çalışmalarda geleneksel din anlayışı, geleneksel dini düşünce şeklinde eleştirilerin hedefinde olduysa da bu çalışmada zihniyet ve dünya görüşü oluşturucu yanıyla Sünni gelenek, Türkiye’de bir bütün olarak ilk defa derli toplu, eleştirel olarak bir çalışmaya konu edilmiştir. Yazara göre kendini bir hakikat ve dinin en doğru yorumu olarak temellendiren Ehl-i Sünnet söylemi, varlığını tehdit ettiğini düşündüğü yaklaşımlara karşı koyduğu gibi, onu bilimsel/ideolojik bir okumanın nesnesi/konusu yapan yaklaşımlara karşı da kendini savunmaktadır...