Ana içeriğe atla

GELENEK-MODERN TARTIŞMALARI BAĞLAMINDA GELENEK KARŞITLIĞI, RASYONELLEŞME VE KUR'AN İSLAM'I ÜZERİNE/HAYRETTİN GÜL

 

 

Gelenek toplum içerisinde belirli bir davranış kümesini yönlendiren, belli davranış kalıpları üreten  ve insanları bu kalıplara göre davranmaya zorlayan ideolojik aygıt olarak tarif edilebilir.[1] Turner’e göre Gelenek, durağanlık, amaçsızlık, yeniliğe düşmanlık ve uyarlamanın kalıntısal kategorisi olarak tanımlanır.[2] Bir başka açıdan gelenek, kökü vahye dayalı hakikat ve prensipler bütününün bulunduğu topluma ve çağa göre, yaşama tarzı an'ane, sanat, inançlar manzumesi, hukuk ve bilgi kısaca bir medeniyet olarak kristalleşmiş şeklidir.[3] Gelenek -tevarüs edilen şey- maddi nesneleri her türlü şeye olan inancı, kişi ve olay imajlarını, pratikleri ve kurumlan içerir. Gelenek, binaları, abideleri, bahçeleri, heykelleri, resimleri, kitapları, alet ve makineleri içine alır. O, belirli bir zamanın toplumunun sahip olduğu her şeyi, sahibi bulunulan şeylerin mevcut sahiplerinin o sırada keşfettiği her şeyi, yalnızca dış dünyanın fiziksel süreçlerinin ürünü veya münhasıran ekolojik ve fiziksel zorunlulukların ürünü olmayan her şeyi içerir. Bir geleneği kabul edenler, onu gelenek diye adlandırma ihtiyacı duymazlar; kabul edilebilirliği onlar için apaçık bir şey olabilir. Bir gelenek benimsendiğinde, gelenek onu benimseyenler için, eylem ya da inançlarının diğer parçalan kadar önemli ve hayatidir. O, şimdideki geçmiştir; üstelik, şimdinin, herhangi bir son yenilik kadar önemli bir parçasıdır da.[4]

Geleneksel toplumlar hareketsiz toplumsal yapı, otoriter—dini siyasi yapı ve endüstri öncesi ekonomik yapının hakim olduğu toplumlardır. Toplumsal kültürel alanda rol ve mesleklerin icrasında ailevi bağların egemen olduğu, iş bölümünün az olduğu , dini çevrelerle toplumsal ilişkilerin iç içeliğinin görünür olduğu bir yapıdır. Durağan sosyal yapı hareketliliği engellemektedir. Modern toplumlar hareketli toplumsal yapı, çoğulcu-seküler siyasi yapı ve endüstriyel ekonomik yapı ile karakterize olurlar. Toplumsal kültürel alan büyük ölçüde toplumsal iş bölümü, işlevsel uzmanlık, rol farklılaşması, kent-kır farklılaşması, iletişim sistemi ile dini ve toplumsal alanların birbirinden ayrılması öne çıkar. Geleneksel toplumlarda yaygınlık, parçalanma, katılık ve yerellik tezahür ederken modern toplumlarda farklılaşma, entegrasyon, uyum yeteneği ve evrensellik ön plana çıkar.[5]

 

Weber’de gelenek-modern ilişkisi söz konusu olduğunda merkezi kavramlar dini alandaki aktörler, karizma ve rasyonelleşme olduğu görülmektedir. Dini alan uzmanlar ve uzman olmayanlar şeklinde yapılandırılmıştır. Dini alan dini ürünlerin kullanımı ve meşru tanımı üzerindeki tekele sahip olmak için mücadele eden konumlar(rahip, peygamber, büyücü ve uzman olmayan dini gereksinimi olan hedef kitleler(Laien) arasındaki farklılaşmalarla gelişmektedir. Merkezde kilise yer almaktadır. Rahip kendi meşruiyetini kurumun gücünden alır ve rakiplerinin dini cemaatin dışında olduklarını iddia ederek onları mücadele dışı bırakmak ister, stratejisi aforozdur. Rahip bu konumu itibariyle yerleşik ve işleyen bir yapının bir parçasını oluşturmakta ve kurumsallaşmış geleneksel bir düzenin idamesine çalışmaktadır. Peygamber kendi kişisel karizması ve olağanüstü gücü aracılığı ile rahibin gücünü zayıflatmak ister. Peygamber gibi büyücüde her kurumun dışında bağımsız bir selamet sağlayıcısıdır. Peygamber geleneksel bir çevrede güçlü bir reformcu veya devrimci  gelişme ve değişmeyi gerçekleştirme misyonu ile hareket eder. O yeni ve orijinal dini tecrübesiyle yerleşik modellere meydan okumakta ve başarılı olduğunda o getirdiği yeni mesajla taraftarlarının geleneksel kültürü ve toplumsal yapısı üzerinde köklü değişimlere yol açmaktadır. Toplum tarafından yerleşik gelenekleri ortadan kaldırma özelliği karizmaya olağanüstülük niteliği kazandırır. Karizmatik lider güç ve gizemle çevrilmiş gibidir. Karizma toplumda sanki doğal afet gibi geleneksel yapıları yıkarak hayat hakkındaki geleneksel yaklaşımlara köklü meydan okuyuşla ortaya çıkar. Weber karizmanın yalnızca ortaya çıkış sürecinde var olduğunu, liderin ölümüyle karizmanın kişisizleştiğini, gelenekselleştiğini ve rutinleştiğini öne sürer. Rutinleşme süreci karizmatik liderin ilk takipçi neslinin öldüğü zamandır. Rutinleşme karizmayı ilk planda tanımlayan olağanüstü niteliğin kayboluşudur. Olağanüstülük tekrar olağanlığa dönüşür, büyük harikuladelik herhangi bir grubun özellikle ekonomik ve siyasi olan normal toplumsal sorunlarına yerini bırakır. Bu sorunları çözmede karizmatik hareketin önceki teşkilatı yeterli değildir. Daha kuvvetli ve daha bağlayıcı formlara sahip teşkilata ihtiyaç vardır. Karizmanın rutinleşmesi gelenekselleşme veya rasyonalleşme olmak üzere iki şekilde olur.[6] Karizmanın rutinleşmesi veya gelenekselleşme kavramları bağlamında İslam tarihine bakıldığında Hz. Peygamberin vefatından sonra yaklaşık ilk üç dört asır içinde yazılı metinlerin yani sonraki kuşaklara referans çerçevesi olacak dini ilim külliyatının (Fıkıh, kelam, hadis, tefsir, tasavvuf vb.) oluştuğu gözlenmektedir. Her bir disiplinde ilk telif edilen eserler birincil kaynak statüsündedir. Sonraki kuşaklar için mesele ve problemleri ele almada bu külliyat başvuru mercii olmuştur. Bu gelenekselleşme özellikle medreselerin ve oralarda görev yapan ulemanın sistematik hale gelmesiyle düzenlilik kazanmıştır. Osmanlı döneminde özellikle Safevi-Şii tehlikesine karşı  sünni geleneğin devlet ideolojisi haline gelmesiyle zamanla hikmeti hükümet ve din-ü devlet anlayışları baskın çıkmış ve süreç entelektüel anlamda negatif bir  evrilme[7] yaşanmıştır. Söz konusu ilk dönemde yazılan eserleri ilerleyen süreçte benzer telifler takip etmemiş; daha çok onları açıklama, şerhetmeye dayalı bir yöntem izlenmiştir.

Weber’e göre tarihteki devrimci güçlerden biri ise rasyonalizasyondur. Rasyonalizasyon ortaya çıkışında karizmadan daha yavaş gelişen az belirgin olan fakat bu nedenle daha  sürekli ve kapsayıcı bir güçtür. Karizma gibi rasyonalizasyonda dini kökenlere sahiptir ve dünyevileştirme gücü vardır. Modern toplumlarda karizma görülse de daha önemli olgunun rasyonalizasyon olduğu görülmektedir. Rasyonalizasyonun etkisi ile dinin hem geniş toplumsal işlevleri hem de toplumsal iç yapısı köklü şekilde dönüşüme uğrar. Weber’e göre Rasyonalizasyon modern tarihin en önemli unsurudur. Rasyonalizasyonla toplumun geleneksel yapıları, gelenekleri ve adetleri tek tek dönüşüme uğrar ve amaçlarla araçların akli tutarlılıkla birbirine bağlı olduğu davranış örgülerine ve kalıplarına yerlerini bırakırlar. Bu sürecin başlangıç yeri ekonomik ve teknolojik alanlardır. Bireyin günlük hayatında rasyonalizasyon öngörülen hedefin gerçekleşmesi için bütün enerjisinin sistematik, nefsinden feragat edici ve hesaplayıcı bir şekilde kullanılmasına işaret eder. Bu konu çerçevesinde en ilginç disiplin örneği ise ferdin güçlerinin dini bir hedefe yönelik olmasıdır. Bu tür disipline (zahitlik) asketizm denmektedir. Weber bu noktada iki ayrıma gitmektedir. Birincisi öbür dünyacı asketizm, (Budizm, Hinduizm , Taoizm); ikincisi ise bu dünyacı asketizmdir. Bu dünyacı asketizm ise bireyin katıldığı faaliyetleri disipline edip onları mevcut dinin ideallerine uygun şekilde yapılandırmaya çalışır. Bu sayede bu dünyacı zahitliğin daha uzun dönemde ortaya çıkan sonuçları olur. Weber Protestanlıktaki dünyevi zahitliğin modern batının rasyonalizasyonu üzerinde temel belirleyici  olduğunu düşünmüştür. Protestanlığın bu dünyacı asketizmi böylelikle kapitalizm ve sanayileşme gibi iki modern dinamizmin doğuşuna yol açan gelenek yıkıcı rasyonalizasyonun ana nedenlerinden biri haline gelmiştir.[8]

 

Modern dönemlerde Geleneksel olana karşı negatif bir algı ve tutum oluşmuş ve yeni olanın karşıtı olarak konumlandırılmıştır. Shils’e göre geleneksellik, belirli türde bir toplum ve kültürle özdeşleştirildi. Geleneksellik cehaletin, kilise egemenliğinin, dini toleranssızlığın, toplumsal hiyerarşinin, servet dağılımındaki eşitsizliğin, toplumdaki en iyi konumlar üzerinde doğum şartlarında öncelik hakkının, zihnin ve sosyal kurumların rasyonalist ve ilerici suçlamalara maruz kalan diğer özelliklerin nedeni veya sonucu sayıldı. Geleneksellik akla ve bilimsel bilgiye yer açtığında, yaşamasını sağladığı kötülüklerin tamamının ortadan kalkacağı düşünüldü. Rasyonelliğin ve bilimsel bilginin yayılması, Roma Katolik Kilisesi'nin iktidarını yıkacak, monarşinin gücünü dizginleyecek, akrabalık ve soy aracılığıyla edinilen imtiyazları ortadan kaldıracaktı. Aydınlanma'nın gündemine ilk giren şey, bu yüzden söylemek gerekirse gelenekselliği ortadan kaldırmak oldu; onun ortadan kalkmasıyla birlikte, süregelen bütün özel gelenekler de ortadan kalkacaktı.[9]

 Protestanlık dünyayı gizem, mucizeler ve hatta ortaçağ Katolikliğinin sırlarından arındırarak dünyanın büyüsünü bozmuştur. Hurafelerin ve sihirsel inançların dini alt planı kesin şekilde protestan kiliselerden atıldı. Özellikle kalvinizmde dinsel düşüncede köklü başkalaşım meydana geldi.Gizemli tanrı ve bütün aracı vasıtalar (bakire Meryem, aziziler, melekler, ayinler, mucizeler)Hıristiyan dünya görüşünden tamamen dışlanmıştır.Hem doğal dünya  hem de insan kurumlarında ortay çıkan dünya böylece büyü bozumuna uğradı ve bu sayede dünya bizzat insanın kendisi tarafından rasyonel yoruma  ve kullanıma hazır hale geldi. Berger dünyevileşmeyi dünyanın geleneksel dini yorumların gittikçe çoğalan hakikat kaybı olarak tanımlar.[10]

 

Modern çoğulculuk, değer sistemlerinin ve yorum şablonlarının büyük ölçüde göreceleşmesine neden olmuştur. Eski değer sistemleri ve yorum şemaları artık daha merkezi olarak görülmemektedir. Modern çoğulculuk sahih bilgiye zarar vermiş; dünya, toplum, hayat ve bireysel kimlik vb. unsurların tamamı sorgulamalara maruz kalmıştır. Bunların tamamı çoklu yorumlarla yüz yüze gelmiş ve her yorum olası eylem çerçevelerini belirlemiştir. Hiçbir yorum, hiçbir eylem dizisi artık tek doğru olarak kabul edilmemektedir. Bu süreçlerin akabinde insanların çoğu farklı yaşam biçimlerine bağlı olan yorum ihtimalleriyle dolu karmakarışık bir dünyada kendilerini güvensiz ve kaybolmuş hissetmektedirler.[11]

 

Modernizmin en önemli göstergelerinden biri de bireyciliktir. Protestanlık kitabın yorumlanışının herkesin hakkı, hatta görevi olduğunda ısrar etmekle modern bireyciliğin ahlaki kökenlerine referans oluşturdu. Bu  da sekülerizmin temelini oluşturan sürecin başlangıcı olmuştur. Çünkü bu süreç Kilisenin kutsal kitabı yorumlama konusundaki kurumsallığının toplumun genel yararını ve istikrarını temin eden işleyişini bozarak onun yerine her kafadan bir sesin çıktığı her önüne gelenin kitabı olur olmaz çıkarsamalarda bulunacak şekilde okumasının sonucu olarak doğan bir yorumlar anarşizmini hakim kılmıştır. Gelenekselci bakış açısına göre bu durumun insanları götürdüğü yer mutlak dinsel boşluk, oradan da dinin öneminin azalması ve gündelik hayattaki etkisinin asgariye indirilmesi olmuştur. Bu şekilde geleneği temsil eden Katolik kilisesine yönelik eleştirilerin önü alınamaz hale geliyor, eleştirinin dozu gelenek adına ne varsa silip süpürüyordu. Dahası Protestanlık eleştirerek yerlerinden söküp attığı geleneksel unsurların yerini dolduramadığından süreç insanları inanç boşluğuna ittiği görülmektedir. Gelenekselci söylemin[12] en önemli temsilcisi sayılabilecek Rene Guenon göre Reformasyon öncesinde Batıda gelenek Katoliklik tarafından temsil edilen dindar bir biçim almış durumdaydı.Buna karşı sürdürülen ilk başkaldırı seküler kaynaktan değil, ancak dini bir kaynaktan geldiğinde ancak o zaman başarma şansına sahip olabilirdi. Ki bunu Protestanlık dine uyarlanmış bireyciliğiyle gerçekleştirmiş oldu. Bireycilik bireyden daha üstün bir otorite ve bireysel akıldan daha üstün bir ölçü tanımama noktasına vardığında beşer üstü bir kaynaktan doğan otoriteyi hem de böyle bir otoriteye dayanan herhangi bir geleneksel örgütlenmeyi reddediyordu. Protestanlık aracılığıyla yorum cahil ve yeteneksiz de olsalar bireylerin kişisel yargılarına bırakılmış ve sadece insan aklına dayandırılmıştır. Sonuçta her biri bir avuç bireyin özel görüşlerini yansıtan ve gittikçe sayıları artan mezheplere bölünme vuku buldu.[13]

Shils’e göre kutsal kitaplarla ilgili hem tebliğ hem de yorum gelenektir. Fiziksel yapılar (artifacts) -elyazmaları- gelenektir. Kutsal metnin kendisi de bir gelenektir. "Gelenek", metnin biriken anlamıdır yani tefsir; aksi halde yorumsuz metin yalnızca fiziksel nesne olurdu. Metnin kutsallığı, aynı bir konuma yerleştirilir, fakat yorum bulunmaksızın metinden hiçbir anlam çıkarılamaz; yine de bu anlamın ne olduğunu ortaya çıkaran yorumun, metinden farklı bir şey olduğu düşünülür. Metinlerin kaydedildiği el yazıları ve basılmış kitaplar, metinler ve metinlerle ilgili yorumlar da tradita'dır.[14]

Protestanlık kitabın eleştirisini ehil olmayan kitlelere açmakla Katolik’le kurumsallaşmış yürürlükteki tüm dini pratikleri içine alan geleneğin zayıflamasında önemli rolü oynamıştır.

Modernizmin İslam toplumları üzerindeki etkilerinden biri dinin temel kaynaklarına yaklaşımda birey unsurunun bir varlık iddiasında bulunması olmuştur. Geleneksel toplumda da insanın kutsal metinlere kendi başına muhatap olmayı tercih etmesi ve onların karşısında aracılara ihtiyaç duymaksızın teslimiyetçi bir tutum içerisinde bulunması her zaman mümkündü.Kitabın tek başına okunmasının bile her zaman ritüel değeri olmuştur. Burada söz konusu olan gelişme kişilerin temel kaynaklar karşısında kendi deneyimlerinin kendisine öğrettiklerinin  çerçevesinden sıyrılmaya gerek görmemesi anlamında bireylere dönüşmesidir. Bu durum Müslüman toplumlarda ibadet kavramının kapsamı konusunda  da ciddi dönüşümlere yol açmıştır. Bu dönüşüm kulluğun insanın kendisine bildirilen sınırlarda görevini ifa etmekten temel metinlerden ve yaşamdan orijinal yorumlar çıkarmakla primlenen bir tutuma doğru kaymayla ifade edilebilir.[15] Gencer bu noktada Luther’in düşüncesine göre Kilisenin akideleri, yorumu Kitabı anlaşılır kılacağına, bizzat onun yerini aldığını, yalnızca Kitap sloganından hareket eden Luther’in amacının müminler ile Allah arasına giren Kilise ve ruhbanın otoritesi yerine doğrudan İncil’in otoritesini geçirmek olduğunu öne sürmekte ve İslam dünyası ve daha özelde ait olduğumuz coğrafyada  ise yalnızca kitap sloganı aslında dinde imam işlevi gören peygamber, halife ve ulemanın otoritesini, sünnet ve sünneti reddetmenin stratejisi olduğunu iddia etmektedir.

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Avrupa’dan geri kalma ve olumsuz şartların tersyüz edilmesi için ortaya çıkan üç tarzı siyasetten biri İslamcılıktır. İslamcılık düşüncesi yekpare ve homojen bir bütün olmayıp içinde derece ve boyutları değişen oranda farklılıkları barındırmaktaydı. Doğan bu İslamcılık içindeki farklılıkları daha somut bir şekilde ikiye ayırıyor ve İslamcılığın XIX. Yüzyılın sonlarında itibaren farklı seviyelerde iki ana çizgi olarak etkili olduğunu vurguluyor. Bunlardan birincisi Cemaleddin Afgani[16] ve M. Abduh tarafından ortaya atılan panislamist(ittihad-ı İslamcı) düşünceler çerçevesinde oluşan fikri-entelektüel İslamcılıktır.[17]  İkincisi ise daha çok Osmanlı ülkesinde olmak üzere bütün islam dünyasında XIX. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren oluşan halk fikriyatı, batıya karşı kendiliğinden milliyetçilik şeklinde ortaya çıkan görüşler bütünü ve hissiyatıdır. Fikri entelektüel İslamcılık  düşünce seviyesinde olduğu ölçüde siyasi hedefler gözeten, bunu batı sömürgeciliğine karşı panislamcılıkla sağlamaya çalışan bir yaklaşım olmuştur. Bu akım temelde modernist, akılcı-selefi bir akımdır ve tasavvufu, tarihi ve kültürel birikime yaslanan halk İslam’ını dışarıda bırakır.[18] Görüldüğü üzere aklı merkeze alıp geleneği kapı dışarı etme tutumu şimdilere has olmayıp  modernleşme akım ve hareketlerinin İslam dünyasında ortaya çıktığı dönemlerden itibaren gündem olmuş ve bu zamana dek gündemden hiç düşmemiştir.

Osmanlının son dönemlerinden itibaren  geri kalışın nedeni olarak görülen ulema büyük baskı altında tutuldu, Batılılaşma süreci ilerledikçe ulema sürekli nüfuz kaybına uğradı ve zayıfladı. Medreselerin kaldırılmasıyla somut olarak işlevsizleştirildi. Bu süreçlerin yanı sıra ulemanın sanayi toplumu, şehirleşme, okuma yazma oranlarının artması gibi süreçlerin dini bilgi ve otoritenin tabiatında yol açtığı değişimler karşılık verememek gibi bir zafiyeti oluştu. Tıpkı Reformasyonun dinsel metinleri kamusallaştırarak halka açmasına paralel olarak gelişen bireysel İncil okuyuculuğunun Katolik kilisesi üzerinde oluşturduğu etkiye benzer bir etki kısmen İslam dünyasında da görülmeye başlanmıştır.[19]

Bütün bu süreçlerin yaşandığı yakın dönemler ve günümüzde Müslümanlar bağlamında duruma bakıldığında yukarıdaki açıklamalar ışığında üç olgunun ortaya çıktığı söylenebilir:

Birincisi gelenek karşıtlığıdır. İslam dünyası bağlamında gelenek karşıtlığı Shils’in açıklamaları bağlamında da düşünüldüğünde tefsir, hadis, tasavvuf, fıkıh çerçevesinde ortaya konulan eserler özellikle hadislere ve bütün bu ilimler ışığında tezahür eden geleneğe karşı negatif tutum söz konusudur. Osmanlı devletinin son dönemlerinde gerileme-ilerleme tartışmalarında İslam konusunda üç gruptan söz edilebilir. Birincisi geleneksel dini yaklaşımı savunan ve modernleşmeye eleştirel yaklaşanlar. İkincisi ise modernleşme süreçlerin olumlu yaklaşıp içinde bulunulan kötü durumdan geleneksel dini yaklaşımı ve tasavvufi eğilimleri sorumlu tutup onlara sert eleştiriler yöneltenler. Üçüncü grup ise yüzünü tamamen batıya dönmüş ve dinle bağını tamamen koparmış olanlar. Aslında dikkat edilirse söz konusu üç grubun günümüzde de farklılıklarının derece ve boyutları değişen oranda aynen devam ettiği görülmektedir. İkinci grupta olanlara göre  gelenek kaldırılmadıkça asrısaadette yaşanan İslam asla ortaya konulamazdı. Bu gruptakiler tarafından Batı karşısında deneyimlenen mağlubiyet ve travmanın ağır faturası büyük oranda geleneğe kesilmiştir.

İlerleyen dönemlerde 1925 yılında medrese, tekke, zaviye vb. mekanların kapatılması ve bunlarla ilgili yapılan radikal yenilikler sonucunda geleneksel dini yaklaşımın taşıyıcılığını yapan medrese ve ulema tasfiye edilmiştir. Geleneksel Sünni yaklaşım artık bir miktar yeni kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı ve 1950 li yıllara kadar yer altına inmiş tasavvufi eğilimlerle temsil edilmiştir.1960’lı yıllardan itibaren Mevdudi, Seyyid Kutup, Ali Şeriati vb. entelektüellerden yapılan çeviriler, Türkiye’de dindar çevreleri büyük oranda etkilemiş, Kuran, Hadis, gelenek, dünya vb. konularda perspektif farklılığını beraberinde getirmiştir.1990’lı yıllara gelindiğinde modernleşme, sekülerleşme ve küreselleşme süreçlerinin temel unsurlarından olan  rasyonelleşme ve gelenek karşıtlığını yansıtan gittikçe artan özel radyo ve TV ortamlarında dini alandaki tartışmalar kamuoyu tarafından izlenmeye başlanmıştır.

İletişimdeki teknolojik yenilikler ve eğitimin yaygınlaşması çeşitli önemli sosyal sonuçlar doğurmuştur.

1-Mutlakın daha şüpheci ve göreceli anlayışlarının  doğmasına yol açmış ve kadim epistemolojik bilgi kuramına ilişkin soruyu popüler hale getirmiştir: Allah’ın var olduğunu nasıl biliyoruz?

2-Geleneksel ulemanın otoritesini zayıflatmış ve popüler medya uzmanı görüntüsü altında  çalışan yeni kentli Müslüman aydınların doğuşunu kolaylaştırmıştır.

3-Daha büyük dini grupların doğmakta olan daha küçük yayın temelli gruplar lehine parçalanmasına yol açmıştır. Bu gelişmelerin beklenmeyen uzun vadeli etkileri olmuştur. Mesela bir zamanlar sıkı şekilde gelenekte temellenmiş bilgiyi üretme ve yayma süreçleri kapsamlı bir şekilde dünyevileşmiştir. Bununla birlikte yayın teknolojisinin yaygınlaşmasından kaynaklanan söylemsel parçalanma marjinal seslerin, bütüncül ve tek biçimli İslam yorumlarına itiraz etme  ve devletin seküler dogmalarına muhalefet etme imkanlarını da artırmıştır.[20]

2000 li yıllardan itibaren internet teknolojilerinin devreye girmesiyle dini alandaki modern-geleneksel çatışma, tartışma, gerilim ve polemikleri anlık olarak takip edilip olumlu-olumsuz tepki gösterilen bir ortama evrilmiştir. İşte bu ortamda  geleneksel dini yaklaşımın temsilcisi konumunda olan öne çıkan aktörlerin dini söylemleri gelenek karşıtlığını besleyen ve tetikleyen unsur olarak görülebilir. Özellikle internet teknolojilerinin etkisiyle internet ortamına düşen her bir yazı, söz vb. durumlara karşı anında bir tepki olumlu-olumsuz bir tepki gösterme imkanı söz konusudur. Burada Mustafa İslamoğlu’nun indirilen din-uydurulan din kavramlaştırmasına yer vermek açıklayıcı olabilir. Buna göre söz konusu ayrım bağlamında indirilen dinden amacın Kuran’daki İslam olduğu; uydurulan dinden maksadın ise merkezinde rivayetlerin yer aldığı geleneksel dini yaklaşım olduğunu vurgulanmaktadır.

 

İkincisi rasyonelleşmedir. Pierre   Bourdieu’ya göre kentlerin ortaya çıkışı ve gelişimi özellikle ilerleyen işbölümü ile maddi entelektüel işlerin ayrılması ve bunlara eşlik eden teknolojik, ekonomik ve toplumsal değişimler, beraberlerinde yalnızca karşılıklı bağımlılık ve takviye ilişkisi içerisinde gerçekleşen iki sürecin koşulu olmuştur: Görece özerk bir dini alanın ortaya çıkması ve dini inanç ve pratiklerin rasyonelleştirme ve sistematikleştirilmesi ne gereksinimlerin artması.[21] Şehirleşme ticaret ve zanaatin gelişmesini gerektirmekte ve onunla ilgili yeni yeni mesleki bölünmeler ortaya çıkarmaktadır. Doğa koşullarına bağlı çiftçilerle

karşılaştırıldığında kentteki mesleklerin özneleri hesap edilemeyen doğa olaylarından ve mevsimsel değişimden bağımsızdır. Bu nedenle şehirleşme araç, amaç, başarı ve başarısızlığın artan oranda hesap edilebildiği çalışma süreçlerinin rasyonelleştirilmesine uygun şartları oluşturmaktadır. Bu gelişmeler paralelinde Bourdieu yeni ortaya çıkan dini çıkarların[22] oluşumunun şartları konusunda Weber’i izliyor. Bu da dini çıkarların rasyonelleştirilmesini gerektirmektedir. İnsanlar kent ortamında doğadan ve doğa koşullarından bir ölçüde bağımsızlaşmaktadır. Hastalık, ölüm ve doğal felaketler artık basit bir şekilde kabul edilmemekte, aksine dini bir açıklama talep eden anlam problemi olarak tecrübe edilmektedir. Yeni ortaya çıkan kentsel burjuvazinin yeni dini talepleri ortaya çıkmakta ve bu taleplerle uyum içinde olan yeni dini arz şekillenmektedir. Aktörler fırsatları değerlendirip dini pratik ve inançların ahlakileştirilmesi ve rasyonelleştirilen dindarlığın yolları konusunda uzmanlaşmaktadırlar.[23]

Eğitim seviyesinin yükselmesi, bilgiye ulaşmanın olukça kolay hale gelmesi vb. faktörlerin etkisiyle dini alanda da rasyonelleşme tezahürleri günden güne artmaktadır. Diğer taraftan eskiden sadece entelektüel çevrelerle sınırlı kalan  tartışmalar (ateizm, deizm, evrim b.) artık internet ortamları aracılığı  ile sıradan insanın gündemine hızlı bir biçimde dolaşıma  sokulmaktadır. Dolaşıma sokulan her yeni veya ayrıksı bilgi, muhataplarında bir sorgulama ve araştırma motivasyonu oluşturduğu söylenebilir. Buradaki rasyonelleşme ile akıl ve bilimin verilerinin dini alandaki bir takım aktörler tarafından görünür bir biçimde referans olarak kabul edilmesini ifade etmek istiyorum. Akıl, bilim ve felsefenin temelde din ile çatışma içinde olmadığı, aksine bunların dini düşünceyle uyum içinde olduğu öne sürülmektedir. Evrim teorisiyle ilgili Caner Taslaman’ın görüşleri bu bağlamda ele alınabilir. Taslaman, ‘Bir Müslüman Evrimci Olabilir mi?’[24] adlı kitabında evrim teorisiyle İslam inancı arasında bir çatışma olmadığı ve bir Müslümanın inancı ile evrim teorisinin kabulleri arasında  dini açıdan bir problem olmadığını öne sürmekte ve kitap boyunca bunu savunmaktadır. Geleneksel dini yaklaşımın öne çıkan aktörleri tarafından  bunun mümkün olmadığı, Kuran’da evrimin yer almadığı ısrarla iddia edilmekte,[25] hatta evrim teorisini kabul etmenin şirk olduğu iddia edilmektedir.[26]

 Üçüncüsü ise dinin en temel kaynağı Kuran’a yaklaşımda ortaya çıkmış olup Kuran İslam’ı veya Kuran Müslümanlığı şeklinde isimlendirilmektedir. İslam dünyasında özellikle 19. Yüzyılın sonlarından itibaren İslam Alimleri yaşadıkları mağlubiyet ve geriliğin nedenleri üzerine kafa yormaya başlamışlar ve kendi geçmişleriyle hesaplaşmaya girişmişler ve içinde bulunulan durumun İslam’dan kaynaklanmayıp onun yanlış ve çarpık uygulamalarından meydana geldiği dolayısıyla geleneksel dini anlayışın sorumlu olduğunu iddia etmekte ve geleneğe sert eleştiriler yöneltmeye başlamışlardır. Buradan hareketle dinin aslına yani Kuran’a  dönüş fikri ortaya çıkmıştır. Kaynaklara ve asla dönüş 19. Yüzyılın sonlarından itibaren adeta bir slogan haline getirilmiştir. Bu yaklaşımın ortaya çıkışında birincisi batılı çevrelerin İslam’ın ilerlemeye mani olduğu şeklindeki eleştirileri ve esas suçlu olarak görülen geleneğe ve onun taşıyıcısı olana mezhepler medreseler  ve tarikatlara karşı oluşan negatif tutum; ikincisi ise  gerçek İslam’ı görünür kılacak unsurlar ve güzel örneklerle ilgili temel kaynaklardan ve tarihten yapılan seçmecilik olarak ifade edilebilecek iki unsurdan söz edilebilir.[27]

Kuran İslam’ının tarihine bakıldığında bu olgu Hind alt kıtasında Seyyid Ahmed Han ve Aligarh okulunun çalışmalarıyla oluşmuş ve 1902 yılında Abdullah Çekralevi tarafından Ehlü’z-Zikr ve’l-Kur’an adıyla kurumsallaştırılmıştır. İlerleyen süreçte bu yaklaşım Mısır’da Muhammed Tevfik Sıdk ve Ahmed Subhi Mansur vb. kişilerce  İslam sadece Kur’an’dan ibarettir söylemiyle daha radikal bir şekle evrilmiştir. Bu söylem Türkiye’de ise seksenli yıllardan itibaren Hüseyin Atay, Yaşar Nuri Öztürk, Edip Yüksel, Bayraktar Bayraklı, Muhammed Nur Doğan gibi isimlerde yankısını bulmuş ve Kuır’an İslam’ı, Kur’an’daki İslam vb. kavramsallaştırmalarla gittikçe artan hedef kitlesiyle daha geniş kesimlere yayılmıştır. Öztürk’e göre Kur’an İslam’ı ya da Kur’ancılık söylemi modern zamanlardaki tezahürüyle bir bakıma hadis inkarcılığı anlamına gelmektedir. Bu yaklaşıma göre dini alandaki bütün farklılıklara rağmen İslam tek hakikatlidir ve hakikatin tek kaynağı Kurân’dır. Bu temel kabul birincisi İslam da Kur’an’dan başka kaynak kabul etmeme ve ikincisi on dört ön beş asırda oluşan geleneği reddedip sadece Kur’an metniyle yetinme gibi iki radikal sonuca götürmektedir.Bu söylem, Kur’an’ın dinin ve dini hükümlerin tek kaynağı olduğu, Kur’an’ın her açıdan yeterli olduğu ve bütün detayları içerdiği, Kur’an’ın son derece açık ve anlaşılabilir olduğu, Kur’an’ı anlamak için dini ilimlerde tefsir hadis fıkıh vb. uzman olmaya gerek olmadığı, her Müslümanın Kur’an’ı kendine nazil olmuş gibi okuması gerektiği ve kendisiyle Kur’an arasına hiçbir vasıta sokmaması gerektiği, Kur’an’ın nazil olduğu zaman dilimindeki toplumsal kültürel ortamdan bağımsız olarak indirildiği ve bu sebeple günümüze tarihsel bağlamdan soyutlayarak günümüze taşınması gerektiği, on beş asırda oluşan geleneğin Kuranı anlamanın önündeki en büyük engel olduğu, Hadis ve sünnetin bölgesel tarihsel olduğu bu nedenle dini ahkam konusunda kaynak ve delil değeri olmadığı vb. iddialara sahiptir.[28]

Geleneksel yaklaşıma göre usul olmadan vusul olmaz kaidesi benimsenir. Yani herhangi bir konuda usul yöntem olmadan başarı sağlanamaz. Kuran’ı anlamak için de bir usul ve yöntem takip edilmeli başta Kuran ilimleri (Ulum’ul-Kuran) ile hadis, fıkıh, kelam vb. alanların verileri, rivayetler ve ulemanın rehberliğinde vahiy anlamaya çalışılmalıdır. Geleneksel yaklaşıma göre sahih sünnetin hüccet değeri açık ve nettir.

Her bir olay ve olgu dini alanda tartışılmaya başlanıp üzerinde bir görüş bildirilmeye başlandığında eski-yeni, geleneksel-modern çatışması anında görünür olmaktadır. Geleneksel yaklaşımı savunanlar örneğin ortaya çıkan bir  olay veya olguya olumsuz yaklaşırken gelenek karşıtları ortaya çıkan durumu görece daha rasyonel, gelenekten bağımsız sadece Kuran ve akıl referanslarıyla  mümkün bir yere konumlandırmaya çalışmaktadırlar. Gelenek-modern karşılaşmasında öne çıkan tartışma konuları Kuran ve hadislere yaklaşım, nesih, kürtaj, mürtedin hükmü, kadının durum ve konumu, lgbt, evrim, tarihselcilik, şefaat, tasavvuf ve tarikat vb.

Geldiğimiz noktada dini tercih imkânlarının çoğulculuğu sebebiyle dini pratik ve inançlar kendiliğinden kabul edilen hakikatler olarak statülerini kaybetmeye başlamışlardır. Aynı dini inanca sahip insanlar arasında ihtilaflar çıkmaya başlamıştır. Dini gerçekler çoğulculuk şartları altında daha çok karşılıklı çekişme ve görecelilik ile karşı karşıya gelmişlerdir.[29]

İnternet teknolojilerinde baş döndürücü bir hızda yaşanan değişim ve dönüşümle günümüzde dini alanda yaşanan geleneksel-modern tartışmaları hem aktörlerin hem de hedef kitle olarak taraftarların tartışmaya beraber müdahale edebildikleri bir durumla karşı karşıyayız. Dijital ortamlara erişimin oldukça yaygın hale gelmesi, eğitim seviyesinin yükselmesi, hedef kitlenin sosyokültürel, ekonomik, siyasi habitusu vb. etkenler bağlamında sıradan insan bir tutum almakta, böylece konumunu belirlemektedir. Bununla birlikte bütün bu tartışmalardan hareketle dine karşı soğuk ve mesafeli duran azımsanmayacak bir kitleden rahatlıkla bahsedilebilir. Bir taraftan dini alandaki güncel sıcak tartışmaları baştan sona takip eden diğer taraftan İslam dünyasının günümüzde içinde bulunduğu duruma bakıp İslam’ı ve daha çok Müslümanları bu durumdan sorumlu tutup dinden uzaklaşanlar, özellikle kurumsal dinden kopuşlar söz konusudur. İşte bu nokta kurumsal dini yapıların zemin kaybettiği ve önemini eskiye nazaran görece yitirdiği; bununla birlikte dinin insanın antropolojik karakteristiği olması sebebiyle insanlar açısından din bir form ve çehre değiştirmekte ve onlar dini ritüelleri yerine getirmeye ve dindar olmaya bireysel anlamda devam ettikleri söylenebilir.[30]

 

Kaynakça

Armağan, Mustafa, 1992 Gelenek, Ağa Yayınları,  s11,  İstanbul

Bryan S. Turner Max Weber ve İslam Vadi Yayınları, 2019,

Çevirmen:

Yasin Aktay

Aslan, Adnan, Geleneksel Ekolün Modernizm Eleştirisi Ve Yansımaları, İslam ve Modernizm, II. Kutlu Doğum İlmi Toplantısı,TDV İsam Araştırmalar Merkezi,  İstanbul, 1997, s56

Shils, Edward, 2003, Gelenek Nedir? Doğu Batı Düşünce Dergisi Sayı: 25 – Gelenek, S.110-111

Öztürk, Mustafa Marife, Yıl. 10, Sayı. 3,2010, S. 9-43,Modern Döneme Özgü Bir Kur'an Tasavvuru ,Kur'ancılık Ve Kur'an İslamı Söyleminin Tahlil Ve Tenkidi',S.10,24)

Caner Taslaman, Bir Müslüman Evrimci Olabilir mi?’ Destek Yayınları, 2017, İstanbul

https://www.youtube.com/watch?v=FDLK_Nh-Ma0  Erişim Tarihi:21.04.2021

https://www.youtube.com/watch?v=NwPX5Ucd-hM Erişim Tarihi:21.04.2021

Mertoğlu, Suat ‘Doğrudan Doğruya Kur'an'dan Alıp ilhamı": Kur'an'a Dönüş'ten Kur'an islamı'na’ Divan Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi Cilt15 Sayı28 (2010/1), 69-113

Detlef Pollack, Säkularisierungstheoriehttps://docupedia.de/zg/Saekularisierungstheorie

Bourdieu, Pierre (2000): Das religiöse Feld. Texte zur Ökonomie des Heilsgeschehens, Konstanz.s.49.

Reuter, Astrid 2018  Praxeologie: Struktur und Handeln (Pierre Bourdieu) Handbuch Religionssoziologie pp 171-202

Hakan YAVUZ, Modernleşen Müslümanlar, Kitap Yayınevi,2008.

Aktay, Yasin,, Modernleşme Ve Gelenek Bağlamında Dini Bilgi Ve

Otoritenin Dönüşümü , Bilimname VI, 2004/3, 131-151

Aktay, Yasin, Türk Dininin Sosyolojik İmkanı, İletişim YAY, 1999,s.154

Öçal, Şamil “Gelenekçilik” ve İslam Düşüncesinde Gelenek, Eski Yeni: Üç Aylık Düşünce Dergisi, 2010, sayı: 16,

Peter L. Berger, Thomas Luckmann, Modernite, Çoğulculuk ve Anlam Krizi, Heretik Yay. (Çev. M. Derviş Dereli) Ankara 2015,s.56-60.

Ünver Günay,Çağdaş Türkiye'de Din, Toplum, Kültür, Gelenek ve Değişme

 Schultheis, Franz: Mit Weber über Weber hinaus: Pierre Bourdieus Theorie des religiösen Feldes. In Autour de la notion de Champ. Actes de l'école d'été ESSE 4-9 Juillet 2005. Crète : Service de Presse de l'Université de Crète, 2006, S. 92-111.

Berger, Peter, Dini ve Toplumsal Kurumları Değişimi, çev:Adil ÇİFÇİ, Din Ve Modernlik -1 Ankara Okulu Yay,2016,s111-174

Resasade, Hadi, Zur Kritik Der Modernisierungstheorien: Ein Versuch Zur Beleuchtung Ihres Methodologischen Basissyndroms (Sozialwissenschaftliche Studien (21), Spriger, 134-5,2013

Knoblauch, Hubert, Religionssoziologie, de Gruyter, Berlin,  1999.  63

Niyazi Berkes,Türkiye’de Çağdaşlaşma, YKY Yayınları, 2002



[1] Armağan, Mustafa, 1992 Gelenek, Ağa Yayınları,  s11,  İstanbul

 

[2] Bryan S. Turner Max Weber ve İslam Vadi Yayınları, 2019, s165

Çevirmen:

Yasin Aktay

 

 

[3] Aslan, Adnan, Geleneksel Ekolün Modernizm Eleştirisi Ve Yansımaları, İslam ve Modernizm, II. Kutlu Doğum İlmi Toplantısı,TDV İsam Araştırmalar Merkezi,  İstanbul, 1997, s56

 

[4] Shils, Edward, 2003, Gelenek Nedir? Doğu Batı Düşünce Dergisi Sayı: 25 – Gelenek, s.110-111

 

[5] Resasade, Hadi, Zur Kritik Der Modernisierungstheorien: Ein Versuch Zur Beleuchtung Ihres Methodologischen Basissyndroms (Sozialwissenschaftliche Studien (21), Spriger, 134-5,2013

 

[6] Turner, a.g.e. s.40; Schultheis, FranzMit Weber über Weber hinaus: Pierre Bourdieus Theorie des religiösen Feldes. In Autour de la notion de Champ. Actes de l'école d'été ESSE 4-9 Juillet 2005. Crète : Service de Presse de l'Université de Crète, 2006, S. 92-111.,Berger, Peter, Dini ve Toplumsal Kurumları Değişimi, çev:Adil ÇİFÇİ, Din Ve Modernlik -1 Ankara Okulu Yay,2016,s111-174

[7] Osmanlı dönemindeki zihniyet ve ilim alanında yaşanan bu dönüşümü Kâtip Çelebi şöyle ifade eder:

‘Ulu Osmanlı devletinin ilk çağlarından Sultan Süleyman Han zamanına gelinceye dek

hikmet ile şeriat ilimlerini uzlaştıran gerçek araştırıcılar ün almışlardı. Ebülfeth (Fâtih) Sultan Mehmed Han Medaris-i Semaniye'yi yaptırıp kanuna göre iş görülüp okutulsun diye vakfiyesinde yazmış ve Haşiye—i Tecrîd  ve Şerh-i Mevâkıf derslerinin okutulması  bildirmişti. Sonra gelenler bu dersler felsefiyâttır diye kaldırıp Hidâye  ve Ekmel derslerini okutmayı akla uygun gördüler. Yalnız bunlarla yetinmek akla uygun olmadığı için ne felsefiyat kaldı, ne Hidâye kaldı, ne Ekmel. Bununla Osmanlı ülkesinde ilim pazarına kesat gelip bunları okutacak olanların kökü kurumaya yüz tuttu. Kimi kıyıda köşede Doğu-Anadolu'da yer yer kanuna göre ders gören öğrencilerin daha başlangıçta olanları İstanbul'a gelip büyük tafra satar oldular. Katip çelevbi, Mizan,19-20;

 Petervaradin’de 1716 yılında şehit düşen Sadrazam Damat Ali Paşa’nın, yalnızca kataloğu dört cilt tutan kitaplarının kütüphanelere vakfı vesilesiyle, Şeyhül-İslâm Ebû İshak İsmail Efendi’nin, bu kitapların arasında bulunan felsefe, tarih ve astronomiye dair olanlarının vakfının caiz olmayacağı hususundaki fetvası, devrin mutaassıp zihniyetini yansıtmak bakımından kayda değerdir. II. Mahmut döneminde, Tıbbiye’de anatomi derslerini yürütmek “Müslümanların cesetlerinden yararlanılamaz” fetvası yüzünden mümkün olamamıştır. Evvelce Ali Kuşcu gibi astronomların yetiştiği Türkiye’de, 1850’de Şeyhül-İslâm fetvası ile Rasathane yıkılabilmiştir. Tasavvuf, ilk devirlerin yüksek ahlâkî değerleri, idrakleri ve felsefî fikirlerinden uzaklaşarak, tarikatlar ve tekkeler, cahil kişilerin ellerinde tembellik ve meskenet yuvalarına tefessüh etmiş; medreseler asker kaçaklarına yuva olmaya başlamıştır. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler, sanayileşme, Batıdan başlayarak bütün dünyayı sardığı halde, Osmanlı İmparatorluğu, en ufak bir yeniliğin kabulü konusunda bile uzun tereddütler geçirmiş; bu bakımdan Tanzimat, Doğulu kurumlar ve hayat tarzı ile Batılının yan yana yer aldığı, toplum hayatının kısmen her alanında kendini gösteren bir “ikilik” ve “taklitçilik” dönemi olmuştur. Günay,Çağdaş Türkiye'de Din, Toplum, Kültür, Gelenek ve Değişme 12

 

 

 

[8] Berger, Peter,a.g.e.,s.144

[9]  Shils, Edward, a.g.e.,s.104

[10] Berger, Peter,a.g.e.,s.144-6

[11] Peter L. Berger, Thomas Luckmann, Modernite, Çoğulculuk ve Anlam Krizi, Heretik Yay. (Çev. M. Derviş Dereli) Ankara 2015,s.56-60.

[12] Geleneksel ekolle, Rene Guenon'la başlayan Frithjof Schuon,Titus Burckhardt, Ananda Coomaraswamy, Marco Pallis, Martin Lings, Gia Eton, Huston Smith ve Seyyid Hüseyn Nasr'la devam eden, hakim modem düşünceye reaksiyon olarak gelişen fikri ekoller içinde vahyi, epistemolojisinin temeli yapan, tek ve alternatif düşünceyi kastedilmektedir.. Bu ekol geleneği modemizme karşı bir dünya görüşü olarak savunan ve yukanda zikredilen yazarlar tarafından temsil edilen bir felsefedir. (Geleneksel Ekolün Modernizm Eleştirisi Ve İslam Düşüncesine Yansımaları Dr. Adnan Aslan Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi,s.56-57) Nasr'a göre gelenek hem vahiy yoluyla insanlığa bildirilen kutsalı, hem de insanlık tarihlinde bu kutsal mesajın açılmasın ve kendisini göstermesini ifade etmektedir. Gelenek, Nasr'ın bakış açısına göre açıkça tüm veçheleriyle ed-dini ifade eden bir terimdir. Ayrıca olağan anlamda bir gelenek haline ve ilahi modellere dayanan sünnet de geleneğin içinde değerlendirilir. Geleneksel dünyadaki düşüncelerin ve yaşantının her dönemi ve aşaması Asl'a bağlayan bir silsile olarak görülmelidir. Nasr gelenekçiliğinde Kur' an, Hadis ve İslam Hukuku geleneksel anlamlan itibarıyla anlaşılmalı ve modem yorumlardan uzak tutulmalıdır. İslam tasavvufu ve tarikatlarında bozulmalar olabileceğini kabul eden gelenekselci yaklaşım tasavvufu İslam vahyinin iç boyutu ve kalbi olarak kabul etmektedir. Ancak tasavvufu bir cemaat biçiminde yaşama zorunluluğu olarak kabul etmeyip, Allah'a daha yakın olmak isteyenlerin tuttuğu bir yol olarak görür ve temel İslami ilkeleri kabul eden tarikatlar arasında bir ayrım yapılmaması esas alır. Nasr ayrıca  İslam'ın ideoloji olarak görülmesine de karşı çıkar. Öçal, Şamil
“Gelenekçilik” ve İslam Düşüncesinde Gelenek, Eski Yeni: Üç Aylık Düşünce Dergisi, 2010, sayı: 16, s. 18-21

[13]Aktay, Yasin, Türk Dininin Sosyolojik İmkanı, İletişim YAY, 1999,A.150-2

[14] Shils, Edward, a.g.e.,s.115

[15] Aktay, Yasin, Türk Dininin Sosyolojik İmkanı, İletişim YAY, 1999,s.154

[16] Afganistan'dan seyahat vesilesiyle İstanbul'a gelmiş bir ilim, kemal ve fazilet sahibi olarak tanıtılan Cemalettin Efendi'nin bilimlerin ve sanatların gelişimi konusunda verdiği konferansı ele alan Fetva Emini Halil Fevzi,bu adamın Şiî takiyyesi yaptığını, fikirlerinin Sünnî şeriatına uygun olmadığını,

onun bir zındık, katlinin de vacip olduğunu iddia etmişti. Hükümet tarafından İs tanbul'dan ayrılmasının münasip olduğu bildirildiği için Afganî oradan Mısır'a gitmişti. Mısır'da İstanbul'daki olayı, şeyhülislâm ve Türk ulemâsının kendisini kıskandıkları,sözlerini bilerek değiştirdikleri biçiminde anlattı. Fakat Afganî Mısır'dada tutunamadı. Büyük bir şey olmak, büyük bir şey yapmak istiyor, Müslüman ülkelerin ulemâsının, hükümetlerinin, hükümdarlarının aptallıklarına kızıyordu. Konuşmalarının parlaklığı kendisine hayranlar kazandırdığı kadar düşmanlar da kazandırıyor, her gittiği yerde hükümetlerin şüphesini çekiyor, her gittiği yerde polis tarafından gözetleniyordu.(Niyazi Berkes,Türkiye’de Çağdaşlaşma, YKY Yayınları, 2002, s. 356)

[17] Bu gruptakiler islam düşüncesinde yenileşmenin gerekliliğinden hareket etmişlerdir. Siyasi, ekonomik, ve fikri bunalımlara çözüm bulmak isteyen aydınlar önlerinde en büyük engel olarak klasik İslam anlayışının ve hukuk kurallarının yaşanılan dönemin ihtiyacını karşılamada yetersiz kaldığını düşünüyorlardı. Onlara göre İslam tarihi açıdan zaman dışı anakronizm)bir konuma düşmüştü. Batı dünyasının bilgi ve tekniğini alarak yeni yorumlamalar yapılmalıdır. Kuran’dan bugüne çözümler ortaya koyabilmek için adalet ve ahlakı merkeze alarak hükümlerin tarihselliği çerçevesinde yeni hükümler çıkarılabilir. Onlar Kuranı bir hukuk kitabı olarak gören Müslüman hukuk geleneğinin aksine Kuranın hukuka kaynaklık etmesinden maksadın adaletin temin edilmesi olduğunu düşünmektedirler.Afgani İslam’daki akla ters  düşünce yorumlardan İslam’ın arındırılması gerektiğini;bunun yapılabilmesi içinde hem İslam’ın hem de modern  toplumun düşmanı olan kaderciklik, taklitin terkedilmesini savunur. En çok üzerinde durdukları kavram gelişme ve değişmedir.Geleneği dışlayarak aklı merkeze alan bu akıma göre modern dünyanın meydan okumalarına  cevap verebilmek için inanç ve amelle ilgili anahtar kavramların yorumsama(hermönetik) aracılığı ile yeniden yorumlanması gerekir.(M. Uyanık, Bilgi Ve Hikmet,9.Sayı, 104-107)

[18] Mehmet Doğan, TÜRKIYE’DE İSLÂMCILIK DÜŞÜNCESI VE HAREKETI SEMPOZYUMU, İslâmcılık: Bir Adlandırma Meselesi,S. 121)

[19]Yasin Aktay, Modernleşme Ve Gelenek Bağlamında Dini Bilgi Ve

Otoritenin Dönüşümü , bilimname VI, 2004/3, 131-151

 

[20] Hakan YAVUZ, Modernleşen Müslümanlar, Kitap Yayınevi,2008. S.143-145

[21] Bourdieu, Pierre (2000): Das religiöse Feld. Texte zur Ökonomie des Heilsgeschehens, Konstanz.s.49.

[22] Bourdieu Weber’in dini çıkar sistemlerinin yapısını avantajlı ve dezevantajlı tabakaların toplumsal yapıdaki konumlarıyla ilişkilendirdiğini belirtir. Bu bağlamda  örneğin avantajlı kesimlerde dini çıkar onur duygusu, soyluluk vb. olarak tezahür ederken dezavantajlı kesimlerde ise acıdan kurtuluş vaadi ve alınyazısının çağrısı olarak görünür. (Bourdieu,2000:16)

 

[23] Reuter, Astrid 2018  Praxeologie: Struktur und Handeln (Pierre Bourdieu) Handbuch Religionssoziologie pp 171-202

[24] Caner Taslaman, Bir Müslüman Evrimci Olabilir mi?’ Destek Yayınları, 2017, İstanbul

[26] https://www.youtube.com/watch?v=NwPX5Ucd-hM Erişim Tarihi:21.04.2021

[27] Suat Mertoğlu, ‘Doğrudan Doğruya Kur'an'dan Alıp ilhamı": Kur'an'a Dönüş'ten Kur'an islamı'na’ Divan Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi Cilt15 Sayı28 (2010/1), 69-113

[28] Mustafa Öztürk,Marife, Yıl. 10, Sayı. 3,  2010, S. 9-43,Modern Döneme Özgü Bir Kur'an Tasavvuru ,Kur'ancılık Ve Kur'an İslamı Söyleminin Tahlil Ve Tenkidi',s.10,24)

[29] Detlef Pollack, Säkularisierungstheoriehttps://docupedia.de/zg/Saekularisierungstheorie

[30] Knoblauch, Hubert, Religionssoziologie, de Gruyter, Berlin,  1999.  63

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ANTONY FLEW'İN YANILMIŞIM TANRI VARMIŞ KİTABININ ÖZETİ-1-

                Flew, bu kitabında çocukluğundan itibaren inanç  bakımından yaşadığı tecrübelere yer vererek kısaca ateizmden teizme geçişini anlatıyor. İçinde doğduğu ailenin  Hıristiyanlığa bağlı olduğunu,  babasının vaizlik yaptığını, ayin ve toplantılara katıldıklarını bununla birlikte kendisinin dini bir feyz ve zevke almadığını ifade ediyor. Kitapta ilk önce ateizmi savunan kendi yazdığı eserlere ve onların  temel görüşleriyle bunlara verilen cevaplara  yer veriyor. Yazar, kısaca okumaları ve çalışmalarının kendisini bilimsel olarak benimsediği (öne sürülen iddianın götürdüğü yere gitmek) ilkeyle tutarlı bir biçimde yaşadığı değişimi samimiyetle anlatıyor. Kitap ayrıca ateizm konusundaki temel yaklaşımlara ana hatları ile yer veriyor. Çocukluk ve gençlik yıllarındaki Hıristiyan temelli inançlardan ateizme evirilişinin ilk adımını kötülük probleminin oluşturduğunu söylüyor. O zamanlar ailes...

Şerif Mardin’in ‘Din ve İdeoloji’ Eseri Üzerine

     Din ve İdeoloji kitabı, çapı küçük fakat içerik olarak oldukça geniş ve derin olduğu rahatlıkla söylenebilir. Efradını cami ağyarını mani bir ifade ile alanında tam bir başvuru kaynağıdır.      Yazar, ilk önce ideoloji kavramını  iki ayrı kategoride ele alıyor: Sert ideoloji ve yumuşak ideoloji. “Sert” ideolojiyle, sistematik bir şekilde işlenmiş, temel teorik eserlere dayanan, seçkinlerin kültürüyle sınırlandırılmış, muhtevası kuvvetli bir yapı kastedilirken,  “yumuşak” ideoloji ile de, kitlelerin, çok daha şekilsiz inanç ve bilişsel (cognitive) sistemleri ifade ediliyor. Yazar, ideolojiyi ise kitle toplumunun belirmesiyle beraber önem kazanan inançlar ve idare edilen”lerin arasında yaygın, yönlü, fakat sınırlı, belirsiz fikir kümeleri olarak tanımlıyor. İdeolojiler, siyasi fikir tarihi açısından  uzun zaman, insanların aklını çelen kuraldışı etkenler olarak tanımlanmıştır. [1] Yazar, bilimsellik niteliğinin üç ana...

MEHMET EVKURAN’IN SÜNNİ PARADİGMAYI ANLAMAK ADLI ESERİNDEN

     (Mehmet Evkuran,Sünni Paradigmayı Anlamak, Ankara Okulu Yayınları,2015,3.Baskı) Evkuran, Sünni paradigmayı anlamak adlı çalışmasında Ehli sünnetin siyaset düşüncesinin yapısı ve sorunlarını konu edinmektedir. Bu yazıda daha çok kitaptan alıntılara yer verilecektir. Eser, son yüz elli iki yüz yıl içinde geri kalışımız bağlamında yapılan tartışmaların merkezinde yer alan Sünni düşünceyi konu edinmektedir. Daha önceki yapılan çalışmalarda geleneksel din anlayışı, geleneksel dini düşünce şeklinde eleştirilerin hedefinde olduysa da bu çalışmada zihniyet ve dünya görüşü oluşturucu yanıyla Sünni gelenek, Türkiye’de bir bütün olarak ilk defa derli toplu, eleştirel olarak bir çalışmaya konu edilmiştir. Yazara göre kendini bir hakikat ve dinin en doğru yorumu olarak temellendiren Ehl-i Sünnet söylemi, varlığını tehdit ettiğini düşündüğü yaklaşımlara karşı koyduğu gibi, onu bilimsel/ideolojik bir okumanın nesnesi/konusu yapan yaklaşımlara karşı da kendini savunmaktadır...