Ana içeriğe atla

Joker Filmi ve Toplumsal Damgalanma Üzerine

 "Joker", 2019 yılında çıkış yapan, yönetmenliğini Todd Phillips'in üstlendiği


ve Joaquin Phoenix'in başrolde yer aldığı bir film. Bu film, Gotham City'nin ünlü kötü karakteri Joker'in orijin hikayesini anlatan bir psikolojik gerilimdir. 


Öncelikle, filmi öne çıkaran en güçlü yönü kesinlikle Joaquin Phoenix'in çarpıcı oyunculuğudur. Phoenix, Joker karakterini canlandırarak performansıyla büyüleyici bir etki yaratıyor. Olağanüstü bir fiziksel dönüşüm geçiren oyuncu, Joker'in derinliklerine inmeyi başarıyor ve karakterin karmaşık duygusal dünyasını izleyiciye aktarıyor. Phoenix'in performansı, izleyiciyi Joker'in iç dünyasına sürüklüyor ve filmi bir oyuncu şovuna dönüştürüyor.


Filmdeki senaryo da oldukça dikkat çekici. Todd Phillips ve Scott Silver tarafından kaleme alınan hikaye, Joker'in yavaş yavaş deliliğe sürüklenişini ve toplumdaki adaletsizliklere olan tepkisini ustaca işliyor. Joker'in karakter gelişimi, doğru zamanda sunulan geri dönüşlerle destekleniyor ve izleyiciye karakterin yavaş yavaş nasıl bir kötülük abidesine dönüştüğünü hayal etme fırsatı veriyor. Aynı zamanda, senaryo toplumda var olan sınıfsal eşitsizlikleri ele alarak derin düşüncelere neden oluyor ve yoksullukla mücadele eden bir karakterin nasıl çıkmaza sürüklendiğini anlatıyor.

"Joker" filmi, tam anlamıyla toplumsal dışlanma, hor görülme ve yalnızlık gibi temaları ele alıyor. Film, Arthur Fleck'in karakterinin hayatında bu zorlukların altını çizerek, toplumdaki adaletsizlikleri ve insanların çaresizlik içindeki durumlarını gösteriyor.


Arthur Fleck'in hayatı, başından itibaren toplum tarafından dışlanmışlık ve hor görülmekle şekillenmiştir. İşsizlik, psikolojik rahatsızlıklar ve ailesel sorunlar gibi nedenlerle Arthur, toplumun kenarında yaşamaktadır. Film boyunca, Arthur'un bir komedyen olma hayaliyle bu dışlanmışlıkla mücadele etmeye çalıştığını görüyoruz.


Film, toplumsal adaletsizlikleri ve aşırı zenginlik-fakirlik uçurumunu vurgulayarak, Arthur'un yok olmaya doğru ilerleyişini anlatıyor. Gotham City'nin kaotik atmosferinde, zenginlerle fakirler arasındaki uçurumun artması, Arthur'un çöküşünü ve bir şiddet yanlısına dönüşmesini tetikliyor. İnsanlardan beklediği anlayışı ve sevgiyi bulamayan Arthur, toplumun ona yabancılaşması ve sürekli hor görülmesiyle giderek daha da içine kapanıyor.


Filmin en önemli anlarından biri, Arthur'un çevresindeki insanların ona nasıl davrandığı ve nasıl tepki gösterdiğidir. Bir yandan, Arthur'un komik olma çabalarını takdir eden insanlar vardır, ancak diğer yandan, onu küçümseyenler ve aşağılayanlar da vardır. Bu durum, onun içsel savaşını körükleyerek, Joker'in doğuşuna neden olan çılgın ve şiddet dolu bir karaktere dönüşmesini tetikler.


Film, bu toplumsal dışlanma ve hor görülme temalarını oldukça çarpıcı bir şekilde ele alırken, izleyicide derin bir etki bırakıyor. Arthur'un yaşadığı zorluklar, ona empati duymamızı sağlıyor ve toplumdaki adaletsizliklere karşı duyarlılığımızı artırıyor.


"Joker", toplumsal dışlanma ve hor görülmeye odaklanarak, izleyicilere yalnızlığın ve çaresizliğin insanları nasıl etkilediğini gösteriyor. Bu tema, filmi izleyenlere düşündürücü bir deneyim sunarak, toplumdaki eşitsizliklere ve insanların içinde bulunduğu zor durumlara karşı daha duyarlı olmamızı sağlıyor. Joker karakterinin deneyimleri ile Erving Goffman'ın damgalanma teorisi arasında güçlü bir ilişki olduğunu düşünüyorum. Damgalanma teorisi, toplumun bireylere nasıl damgalama ve etiketleme yaptığını ve bu etiketlerin insanların sosyal kimliklerini nasıl etkilediğini inceler.


Arthur Fleck'in karakteri Joker, sosyal normlara uymayan bir birey olarak toplum tarafından damgalanır. Kendisi psikolojik rahatsızlıklarıyla mücadele eden, işsizlik ve yoksulluk gibi zorluklarla karşı karşıya kalan bir karakterdir. Başından itibaren, Arthur, toplumun gözünde bir dışlayıcı olarak görülür ve sürekli olarak aşağılanır, hor görülür.


Goffman'ın damgalanma teorisi, insanların toplumda sahip oldukları etiketlerin, bireylerin sosyal kimliklerini ve algılanışlarını nasıl belirlediğini açıklar. Arthur, kendisine 'sıradan biri' olma arzusu taşırken, toplum tarafından 'deli', 'sapkın' veya 'şiddet eğilimli' olarak damgalanır. Bu damgalama süreci, Arthur'un sosyal statüsünü etkiler ve onu daha da yalnızlaştırır.


Arthur'un yaşadığı damgalanma ve toplumun ona ilişkin bakış açısı, onun çöküşünü ve Joker karakterine evrilmesini tetikler. Kendisine yöneltilen damgalama ve aşağılama, Arthur'u daha da marjinalize eder ve şiddet dolu bir çılgınlığa yönlendirir. Arthur, kimliğini kabul etmekte zorlandığı için, kendisini Joker olarak tanımlayan yeni bir kimlik oluşturur ve toplumun kendisine yüklediği damgalardan kurtulur.


Bu yönleriyle, Joker filmi, Goffman'ın damgalanma teorisi ile paralellik gösterir. Arthur karakteri, topluma göre damgalanmış bir karakter ve bu damgalama süreci, onun dönüşümünü ve Joker olarak tanımlanan yıkıcı kişilik özelliğiyle sonuçlanır.


Sonuç olarak, Joker filmindeki ana karakterin deneyimleri ve Goffman'ın damgalanma teorisi arasında güçlü bir ilişki bulunmaktadır. Bu ilişki, Arthur Fleck'in damgalanma sürecinin, onun Joker olarak bilinen karaktere dönüşümünde önemli bir rol oynadığını gösterir. Bu, film bireylerin sosyal etiketlemelerinin ve toplumun bu etiketlemelerin sonuçlarına olan tepkilerinin önemini vurgular.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ANTONY FLEW'İN YANILMIŞIM TANRI VARMIŞ KİTABININ ÖZETİ-1-

                Flew, bu kitabında çocukluğundan itibaren inanç  bakımından yaşadığı tecrübelere yer vererek kısaca ateizmden teizme geçişini anlatıyor. İçinde doğduğu ailenin  Hıristiyanlığa bağlı olduğunu,  babasının vaizlik yaptığını, ayin ve toplantılara katıldıklarını bununla birlikte kendisinin dini bir feyz ve zevke almadığını ifade ediyor. Kitapta ilk önce ateizmi savunan kendi yazdığı eserlere ve onların  temel görüşleriyle bunlara verilen cevaplara  yer veriyor. Yazar, kısaca okumaları ve çalışmalarının kendisini bilimsel olarak benimsediği (öne sürülen iddianın götürdüğü yere gitmek) ilkeyle tutarlı bir biçimde yaşadığı değişimi samimiyetle anlatıyor. Kitap ayrıca ateizm konusundaki temel yaklaşımlara ana hatları ile yer veriyor. Çocukluk ve gençlik yıllarındaki Hıristiyan temelli inançlardan ateizme evirilişinin ilk adımını kötülük probleminin oluşturduğunu söylüyor. O zamanlar ailes...

Şerif Mardin’in ‘Din ve İdeoloji’ Eseri Üzerine

     Din ve İdeoloji kitabı, çapı küçük fakat içerik olarak oldukça geniş ve derin olduğu rahatlıkla söylenebilir. Efradını cami ağyarını mani bir ifade ile alanında tam bir başvuru kaynağıdır.      Yazar, ilk önce ideoloji kavramını  iki ayrı kategoride ele alıyor: Sert ideoloji ve yumuşak ideoloji. “Sert” ideolojiyle, sistematik bir şekilde işlenmiş, temel teorik eserlere dayanan, seçkinlerin kültürüyle sınırlandırılmış, muhtevası kuvvetli bir yapı kastedilirken,  “yumuşak” ideoloji ile de, kitlelerin, çok daha şekilsiz inanç ve bilişsel (cognitive) sistemleri ifade ediliyor. Yazar, ideolojiyi ise kitle toplumunun belirmesiyle beraber önem kazanan inançlar ve idare edilen”lerin arasında yaygın, yönlü, fakat sınırlı, belirsiz fikir kümeleri olarak tanımlıyor. İdeolojiler, siyasi fikir tarihi açısından  uzun zaman, insanların aklını çelen kuraldışı etkenler olarak tanımlanmıştır. [1] Yazar, bilimsellik niteliğinin üç ana...

MEHMET EVKURAN’IN SÜNNİ PARADİGMAYI ANLAMAK ADLI ESERİNDEN

     (Mehmet Evkuran,Sünni Paradigmayı Anlamak, Ankara Okulu Yayınları,2015,3.Baskı) Evkuran, Sünni paradigmayı anlamak adlı çalışmasında Ehli sünnetin siyaset düşüncesinin yapısı ve sorunlarını konu edinmektedir. Bu yazıda daha çok kitaptan alıntılara yer verilecektir. Eser, son yüz elli iki yüz yıl içinde geri kalışımız bağlamında yapılan tartışmaların merkezinde yer alan Sünni düşünceyi konu edinmektedir. Daha önceki yapılan çalışmalarda geleneksel din anlayışı, geleneksel dini düşünce şeklinde eleştirilerin hedefinde olduysa da bu çalışmada zihniyet ve dünya görüşü oluşturucu yanıyla Sünni gelenek, Türkiye’de bir bütün olarak ilk defa derli toplu, eleştirel olarak bir çalışmaya konu edilmiştir. Yazara göre kendini bir hakikat ve dinin en doğru yorumu olarak temellendiren Ehl-i Sünnet söylemi, varlığını tehdit ettiğini düşündüğü yaklaşımlara karşı koyduğu gibi, onu bilimsel/ideolojik bir okumanın nesnesi/konusu yapan yaklaşımlara karşı da kendini savunmaktadır...