Ana içeriğe atla

Tolstoy ve Fromm'dan Yaşamın Anlamına Dair Dersler: İnsan Ne ile Yaşar ve Sahip Olmak ya da Olmak


Lev Tolstoy'un "İnsan Ne ile Yaşar" ve Erich Fromm'un "Sahip Olmak ya da Olmak" eserleri, farklı zamanlarda ve bağlamlarda yazılmış olsalar da, insanın varoluşunun özüne dair derin sorgulamalar içermeleri bakımından dikkat çekicidir. Her iki düşünür de insanın yaşamının anlamını, değerlerini ve kendini gerçekleştirme yolculuğunu mercek altına alır. Tolstoy, manevi değerlere odaklanırken, Fromm, modern toplumun tüketim odaklı yaşam tarzına eleştirel bir bakış sunar.

Tolstoy'un "İnsan Ne ile Yaşar" hikayesi, insanın varoluşunun özünü ve yaşamın gerçek anlamını sorgulayan derin bir felsefi eserdir. Hikaye, bir kunduracının hayatı üzerinden, maddi zenginliklerin geçiciliğini ve manevi değerlerin kalıcılığını vurgular.

Hikayenin ana karakteri olan kunduracı, zengin bir müşteriden aldığı büyük bir sipariş üzerine, hayatının şansının döndüğünü düşünür. Ancak, siparişi tamamlamak için geceli gündüzlü çalışırken, sağlığını kaybetmeye başlar. Bu süreçte, kunduracı, yaşamın anlamını ve gerçek değerleri sorgulamaya başlar.

Tolstoy, kunduracının iç yolculuğu aracılığıyla, insanın yaşamak için gerçekte neye ihtiyaç duyduğunu gösterir. Maddi zenginliklerin ve statünün peşinde koşarken, insanların sevgi, merhamet ve fedakarlık gibi manevi değerleri göz ardı ettiğini vurgular. Kunduracının, ölüm döşeğindeyken bile, sevdiklerine karşı duyduğu sevgi ve bağlılık, bu manevi değerlerin önemini ortaya koyar.

Tolstoy, hikayenin sonunda, kunduracının ağzından şu sözleri aktarır: "Anladım ki, insan sevgiyle yaşar. Sevgi, yaşamın özüdür. Sevgi olmadan, yaşamın bir anlamı yoktur." Bu sözler, Tolstoy'un insanın varoluşuna dair temel felsefesini yansıtır. Ona göre, sevgi, insan yaşamının merkezinde yer almalıdır. Sevgi, insanı diğer insanlarla bağlar, yaşama anlam katar ve manevi bir zenginlik sağlar.

Tolstoy, eserlerinde sıkça vurguladığı gibi, sevginin yanı sıra merhamet ve fedakarlığın da önemini belirtir. İnsanların birbirine karşı merhametli ve fedakar olması gerektiğini, ancak bu şekilde gerçek bir manevi bağ kurulabileceğini savunur. "İnsan Ne ile Yaşar" hikayesinde de kunduracının, müşterisine ve ailesine karşı gösterdiği merhamet ve fedakarlık, bu değerlerin altını çizer.

Tolstoy'un "İnsan Ne ile Yaşar" hikayesi, insanın maddi zenginliklerin peşinde koşarken, yaşamın gerçek anlamını ve değerlerini gözden kaçırabileceği mesajını verir. Sevgi, merhamet ve fedakarlık gibi manevi değerlerin, insan yaşamının özünü oluşturduğunu vurgular. Tolstoy'un dediği gibi, "Sevgi olmadan, yaşamın bir anlamı yoktur." Bu hikaye, okuyucuyu kendi yaşamını sorgulamaya ve manevi değerlere odaklanmaya teşvik eder.

Erich Fromm, "Sahip Olmak ya da Olmak" adlı eserinde, modern toplumun insanları sürekli olarak tüketime ve sahip olmaya teşvik ettiğini, bunun da insanların kendi özlerine yabancılaşmalarına neden olduğunu savunur. Fromm, insanların iki varoluş biçimi arasında seçim yapabileceğini ileri sürer: "Sahip olmak" ya da "olmak".

"Sahip olmak" modunda, insanlar kimliklerini ve benlik duygularını sahip oldukları şeyler üzerinden tanımlar. Daha fazla mala, paraya, statüye ve güce sahip olmak, bu modun temel motivasyonudur. Fromm'a göre, bu düşünce biçimi, insanları sürekli olarak daha fazlasını istemeye ve hiçbir zaman tatmin olmamaya yönlendirir. Sonuç olarak, insanlar gerçek benliklerinden uzaklaşır ve yabancılaşma hissederler.

Fromm, "Çağdaş toplum, insanları sahip olmaya yönlendiriyor; daha fazla mal, daha fazla başarı, daha fazla güç. Ancak bu, insanın özüne yabancılaşmasına neden oluyor" diye yazar. Modern toplumun tüketim odaklı yapısı, insanları sürekli olarak daha fazlasını arzulamaya teşvik eder. Reklamlar, medya ve sosyal normlar, insanlara sürekli olarak daha iyi, daha hızlı, daha güçlü ve daha zengin olmaları gerektiği mesajını verir. Ancak Fromm'a göre, bu sonsuz arzu döngüsü, insanları gerçek mutluluktan ve kendilerini gerçekleştirmekten alıkoyar.

Öte yandan, "olmak" modu, insanın kendi potansiyelini gerçekleştirmesine, yaratıcılığını ifade etmesine ve diğer insanlarla anlamlı bağlar kurmasına odaklanır. Bu modda, insanlar sahip oldukları şeyler yerine, kendi içsel değerlerine ve kişisel gelişimlerine önem verirler. Fromm, gerçek mutluluğun ve kendini gerçekleştirmenin ancak "olmak" modunu benimseyerek mümkün olduğunu savunur.

Fromm, "olmak" modunun önemini şu sözlerle vurgular: "Mutluluğun anahtarı, sahip olmaktan vazgeçmek ve olmaya odaklanmaktır. İnsan, ancak kendi potansiyelini gerçekleştirerek, yaratıcılığını ifade ederek ve sevgi dolu ilişkiler kurarak gerçek anlamda var olabilir."

"Sahip Olmak ya da Olmak" eseri, modern insanın varoluşsal krizine dikkat çeker ve alternatif bir yaşam felsefesi sunar. Fromm, insanların "sahip olmak" modundan vazgeçerek, "olmak" modunu benimsemelerini ve kendi özlerine odaklanmalarını teşvik eder. Ona göre, ancak bu şekilde insanlar gerçek mutluluğu ve kendini gerçekleştirmeyi bulabilirler.

Fromm'un düşünceleri, modern toplumun tüketim odaklı yapısına ve insanların yabancılaşma sorununa dikkat çekmesi bakımından oldukça önemlidir. "Sahip Olmak ya da Olmak" eseri, insanları kendi varoluşlarını sorgulamaya ve anlamlı bir yaşam sürmek için gerekli olan içsel dönüşümü gerçekleştirmeye davet eder.

Tolstoy ve Fromm, iki büyük düşünür. İki farklı çağın sesi. Tolstoy, 19. yüzyılın Rusya'sından seslenir bize. Fromm ise 20. yüzyılın modern insanına ayna tutar. Farklı zamanlarda, farklı mekanlarda yaşamış olsalar da aynı soruyu sorarlar: İnsan ne ile yaşar? Yaşamın anlamı nedir? İnsanın varoluşunun özü nedir?

Tolstoy, "İnsan Ne ile Yaşar" hikayesinde, manevi değerlere vurgu yapar. Sevgi, merhamet, fedakarlık... İnsanı insan yapan değerler bunlar. Maddi zenginliklerin geçici olduğunu, manevi değerlerin ise kalıcı olduğunu anlatır bize. Kunduracının hikayesi üzerinden, yaşamın gerçek anlamını sorgular. İnsanın sevgiyle yaşadığını, sevginin yaşamın özü olduğunu haykırır.

Fromm ise "Sahip Olmak ya da Olmak" eserinde, modern insanın varoluşsal krizine dikkat çeker. Tüketim toplumunun insanları nasıl esir aldığını, özümüzden nasıl uzaklaştırdığını anlatır. "Sahip olmak" modunun, insanları tatminsizliğe ve yabancılaşmaya sürüklediğini vurgular. "Olmak" modunu önerir, kendi potansiyelimizi gerçekleştirmeyi, yaratıcılığımızı ifade etmeyi, sevgi dolu ilişkiler kurmayı...

İki düşünür, iki eser, tek bir mesaj: Yaşamın anlamı, maddi değil, manevi değerlerde saklı. Sevgi, merhamet, fedakarlık, yaratıcılık, potansiyelimizi gerçekleştirmek... İşte yaşamın özü bunlarda yatıyor. Tolstoy'un dediği gibi, "Sevgi olmadan, yaşamın bir anlamı yok." Fromm'un vurguladığı gibi, "Mutluluğun anahtarı, sahip olmaktan vazgeçmek ve olmaya odaklanmak."

"İnsan Ne ile Yaşar" ve "Sahip Olmak ya da Olmak", bizi kendimizi keşfetmeye, yaşamın hakiki anlamını bulmaya davet ediyor. Tıpkı Küçük Prens'in dediği gibi, "Gözle görülmez olanı görmek gerek. Özü gözle göremezsin, ancak yüreğinle hissedebilirsin." Bu iki eser, yüreğimizle hissetmeyi, özümüzü bulmayı öğütlüyor.

Tolstoy ve Fromm'un sesi, zamanın ötesinden yankılanıyor. Bize çağrıda bulunuyor. Kendimizi keşfetmeye, sevgiyi ve manevi değerleri yaşamımızın merkezine koymaya çağırıyor. İnsan ne ile yaşar sorusuna yanıt arıyor. Cevabı ise yüreğimizde, özümüzde saklı. Tolstoy ve Fromm, o cevabı bulmamız için bize rehberlik ediyor.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ANTONY FLEW'İN YANILMIŞIM TANRI VARMIŞ KİTABININ ÖZETİ-1-

                Flew, bu kitabında çocukluğundan itibaren inanç  bakımından yaşadığı tecrübelere yer vererek kısaca ateizmden teizme geçişini anlatıyor. İçinde doğduğu ailenin  Hıristiyanlığa bağlı olduğunu,  babasının vaizlik yaptığını, ayin ve toplantılara katıldıklarını bununla birlikte kendisinin dini bir feyz ve zevke almadığını ifade ediyor. Kitapta ilk önce ateizmi savunan kendi yazdığı eserlere ve onların  temel görüşleriyle bunlara verilen cevaplara  yer veriyor. Yazar, kısaca okumaları ve çalışmalarının kendisini bilimsel olarak benimsediği (öne sürülen iddianın götürdüğü yere gitmek) ilkeyle tutarlı bir biçimde yaşadığı değişimi samimiyetle anlatıyor. Kitap ayrıca ateizm konusundaki temel yaklaşımlara ana hatları ile yer veriyor. Çocukluk ve gençlik yıllarındaki Hıristiyan temelli inançlardan ateizme evirilişinin ilk adımını kötülük probleminin oluşturduğunu söylüyor. O zamanlar ailes...

Şerif Mardin’in ‘Din ve İdeoloji’ Eseri Üzerine

     Din ve İdeoloji kitabı, çapı küçük fakat içerik olarak oldukça geniş ve derin olduğu rahatlıkla söylenebilir. Efradını cami ağyarını mani bir ifade ile alanında tam bir başvuru kaynağıdır.      Yazar, ilk önce ideoloji kavramını  iki ayrı kategoride ele alıyor: Sert ideoloji ve yumuşak ideoloji. “Sert” ideolojiyle, sistematik bir şekilde işlenmiş, temel teorik eserlere dayanan, seçkinlerin kültürüyle sınırlandırılmış, muhtevası kuvvetli bir yapı kastedilirken,  “yumuşak” ideoloji ile de, kitlelerin, çok daha şekilsiz inanç ve bilişsel (cognitive) sistemleri ifade ediliyor. Yazar, ideolojiyi ise kitle toplumunun belirmesiyle beraber önem kazanan inançlar ve idare edilen”lerin arasında yaygın, yönlü, fakat sınırlı, belirsiz fikir kümeleri olarak tanımlıyor. İdeolojiler, siyasi fikir tarihi açısından  uzun zaman, insanların aklını çelen kuraldışı etkenler olarak tanımlanmıştır. [1] Yazar, bilimsellik niteliğinin üç ana...

MEHMET EVKURAN’IN SÜNNİ PARADİGMAYI ANLAMAK ADLI ESERİNDEN

     (Mehmet Evkuran,Sünni Paradigmayı Anlamak, Ankara Okulu Yayınları,2015,3.Baskı) Evkuran, Sünni paradigmayı anlamak adlı çalışmasında Ehli sünnetin siyaset düşüncesinin yapısı ve sorunlarını konu edinmektedir. Bu yazıda daha çok kitaptan alıntılara yer verilecektir. Eser, son yüz elli iki yüz yıl içinde geri kalışımız bağlamında yapılan tartışmaların merkezinde yer alan Sünni düşünceyi konu edinmektedir. Daha önceki yapılan çalışmalarda geleneksel din anlayışı, geleneksel dini düşünce şeklinde eleştirilerin hedefinde olduysa da bu çalışmada zihniyet ve dünya görüşü oluşturucu yanıyla Sünni gelenek, Türkiye’de bir bütün olarak ilk defa derli toplu, eleştirel olarak bir çalışmaya konu edilmiştir. Yazara göre kendini bir hakikat ve dinin en doğru yorumu olarak temellendiren Ehl-i Sünnet söylemi, varlığını tehdit ettiğini düşündüğü yaklaşımlara karşı koyduğu gibi, onu bilimsel/ideolojik bir okumanın nesnesi/konusu yapan yaklaşımlara karşı da kendini savunmaktadır...