Ana içeriğe atla

Yuval Noah Harari'nin "Yapay Zekanın Oppenheimer Anı" Makalesi Üzerine

 Yuval Noah Harari'nin "Yapay Zekanın Oppenheimer Anı" makalesi, yapay zeka teknolojisinin günümüzdeki gelişimini atom bombasının geliştirildiği Manhattan Projesi ile paralel bir şekilde değerlendiriyor.

Manhattan Projesi, İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerika Birleşik Devletleri'nin öncülüğünde gerçekleştirilen, tarihte eşi benzeri görülmemiş büyüklükte bir bilimsel ve askeri girişimdir. 1942 yılında başlayan ve 1946'ya kadar devam eden bu dev proje, dönemin en parlak bilim insanlarını bir araya getirmiş ve atom bombasının geliştirilmesini hedeflemiştir. Projenin başında bulunan teorik fizikçi J. Robert Oppenheimer'ın liderliğinde, yaklaşık 130.000 kişi bu gizli projede görev almış ve çalışmalar için yaklaşık 2 milyar dolar (günümüz değeriyle 29 milyar dolar) harcanmıştır. Bu muazzam çaba sonucunda, insanlık tarihinin en yıkıcı silahlarından biri olan atom bombası geliştirilmiş ve 1945 yılında Japonya'nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine atılmıştır. Bu olay, sadece İkinci Dünya Savaşı'nın sonucunu belirlemekle kalmamış, aynı zamanda insanlık tarihinde yeni bir dönemin başlangıcını işaret etmiştir.

"Oppenheimer anı" olarak bilinen kavram, projenin bilimsel direktörü Robert Oppenheimer'ın atom bombasının korkunç yıkıcı gücünü gördükten sonra yaşadığı derin pişmanlık ve vicdan azabını ifade eder. İlk atom bombası denemesinin ardından Oppenheimer, Hindu kutsal metni Bhagavad Gita'dan alıntılayarak söylediği "Artık ben ölümün habercisi oldum, dünyaların yok edicisi" sözleriyle, bilim insanlarının yarattıkları teknolojinin insanlığa verebileceği zararlar karşısındaki çaresizliğini ve pişmanlığını dile getirmiştir. Bu an, bilimsel ilerlemenin sadece "yapabilir miyiz?" sorusuyla değil, aynı zamanda "yapmalı mıyız?" sorusuyla da yüzleşmesi gerektiğini gösteren tarihi bir moment olarak kayıtlara geçmiştir.

Günümüzde "Oppenheimer anı" kavramı, özellikle yapay zeka gibi potansiyel olarak çok güçlü ve dönüştürücü teknolojilerin geliştirilmesi sürecinde sıkça referans verilen bir terim haline gelmiştir. Bu kavram, bilim insanlarının ve teknoloji geliştiricilerinin, çalışmalarının olası sonuçlarını önceden değerlendirmeleri ve etik sorumluluklarını göz önünde bulundurmaları gerektiğini hatırlatan güçlü bir sembol olarak kullanılmaktadır. Yapay zekanın gelişimi sürecinde, araştırmacıların ve teknoloji şirketlerinin, Oppenheimer'ın yaşadığı türden bir pişmanlığı yaşamamak için, geliştirdikleri teknolojinin potansiyel tehlikelerini önceden değerlendirmeleri ve gerekli önlemleri almaları büyük önem taşımaktadır.

Bu tarihi ders, bilimsel ve teknolojik ilerlemenin her zaman çift yönlü bir süreç olduğunu göstermektedir. Bir yandan insanlığın refahını ve gelişimini sağlayabilecek büyük potansiyeller taşırken, diğer yandan kontrolden çıktığında veya yanlış ellerde kullanıldığında yıkıcı sonuçlara yol açabilecek tehlikeler barındırmaktadır. Bu nedenle, özellikle yapay zeka gibi güçlü teknolojilerin geliştirilmesi sürecinde, bilim insanlarının ve teknoloji geliştiricilerinin sadece teknik başarıya odaklanmak yerine, çalışmalarının etik boyutlarını ve olası toplumsal etkilerini de dikkatle değerlendirmeleri gerekmektedir. Manhattan Projesi ve Oppenheimer'ın yaşadığı vicdan azabı, bu değerlendirmenin ne kadar hayati olduğunu gösteren tarihi bir örnek olarak karşımızda durmaktadır.


Harari, makalesinde öncelikle Robert Oppenheimer'ın atom bombasını geliştirdikten sonra yaşadığı derin pişmanlığa ve ahlaki sorgulamalara dikkat çekiyor. Bilim insanlarının geliştirdikleri teknolojinin potansiyel tehlikeleri karşısındaki sorumluluklarını vurgulayan yazar, bugün yapay zeka alanında çalışan araştırmacıların da benzer bir "Oppenheimer anı" yaşayabileceği uyarısında bulunuyor. Manhattan Projesi'nin insanlık tarihindeki dönüm noktalarından biri olduğunu belirten Harari, yapay zekanın da benzer şekilde dünyayı geri dönülemez biçimde değiştirebilecek potansiyele sahip olduğunu vurguluyor.

Makalede yapay zekanın getirdiği tehditlerin atom bombasından daha karmaşık ve çok yönlü olduğu belirtiliyor. Nükleer silahların fiziksel yıkım potansiyeline karşın, yapay zekanın toplumsal yapıyı, ekonomiyi, demokrasiyi ve insan bilincini derinden etkileme kapasitesi olduğuna dikkat çekiliyor. Harari, yapay zekanın yalnızca fiziksel değil, zihinsel dünyamızı da şekillendirebilecek bir güç olduğunu vurguluyor. Örneğin, yapay zekanın insanların düşünce ve davranış kalıplarını manipüle etme, gerçeklik algısını değiştirme ve demokratik süreçleri etkileme potansiyeline sahip olduğunu belirtiyor.

Yazarın üzerinde önemle durduğu bir diğer nokta, yapay zeka teknolojisinin kontrolünün büyük teknoloji şirketlerinin elinde olması. Manhattan Projesi devlet kontrolünde gerçekleştirilirken, yapay zeka geliştirme sürecinin büyük ölçüde özel şirketler tarafından yürütülmesi, hesap verebilirlik ve şeffaflık açısından endişe verici bir durum olarak değerlendiriliyor. Harari, bu durumun demokratik denetimi zorlaştırdığını ve potansiyel riskleri artırdığını savunuyor.

Makalede yapay zekanın etik kullanımı ve düzenlenmesi konusunda acil adımlar atılması gerektiği vurgulanıyor. Harari, bilim insanları, teknoloji şirketleri, hükümetler ve toplumun tüm kesimlerinin bu konuda ortak sorumluluk alması gerektiğini belirtiyor. Yapay zekanın gelişiminin tamamen durdurulamayacağını kabul eden yazar, bu teknolojinin insanlık yararına kullanılmasını sağlayacak etik çerçevelerin ve yasal düzenlemelerin bir an önce oluşturulması gerektiğini savunuyor.

Harari, yapay zeka geliştiren şirketlerin ve araştırmacıların, Oppenheimer'ın yaşadığı türden bir pişmanlığı yaşamamak için şimdiden harekete geçmeleri gerektiğini vurguluyor. Teknolojinin potansiyel zararlarını öngörüp önlem almanın, sonradan pişman olmaktan daha iyi olduğunu belirtiyor. Ayrıca, yapay zekanın gelişiminin şeffaf ve demokratik bir süreç içinde gerçekleşmesi, toplumun tüm kesimlerinin bu sürece dahil edilmesi gerektiğini savunuyor.

Son olarak, Harari yapay zekanın geleceğimizi şekillendirme potansiyelinin farkında olarak, bu teknolojinin insanlığın yararına kullanılması için kolektif bir çaba gösterilmesi gerektiğini vurguluyor. İnsanlığın, atom bombasının geliştirilmesinden aldığı dersleri yapay zeka konusunda da uygulaması gerektiğini belirterek, gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmanın önemine dikkat çekiyor.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ANTONY FLEW'İN YANILMIŞIM TANRI VARMIŞ KİTABININ ÖZETİ-1-

                Flew, bu kitabında çocukluğundan itibaren inanç  bakımından yaşadığı tecrübelere yer vererek kısaca ateizmden teizme geçişini anlatıyor. İçinde doğduğu ailenin  Hıristiyanlığa bağlı olduğunu,  babasının vaizlik yaptığını, ayin ve toplantılara katıldıklarını bununla birlikte kendisinin dini bir feyz ve zevke almadığını ifade ediyor. Kitapta ilk önce ateizmi savunan kendi yazdığı eserlere ve onların  temel görüşleriyle bunlara verilen cevaplara  yer veriyor. Yazar, kısaca okumaları ve çalışmalarının kendisini bilimsel olarak benimsediği (öne sürülen iddianın götürdüğü yere gitmek) ilkeyle tutarlı bir biçimde yaşadığı değişimi samimiyetle anlatıyor. Kitap ayrıca ateizm konusundaki temel yaklaşımlara ana hatları ile yer veriyor. Çocukluk ve gençlik yıllarındaki Hıristiyan temelli inançlardan ateizme evirilişinin ilk adımını kötülük probleminin oluşturduğunu söylüyor. O zamanlar ailes...

Şerif Mardin’in ‘Din ve İdeoloji’ Eseri Üzerine

     Din ve İdeoloji kitabı, çapı küçük fakat içerik olarak oldukça geniş ve derin olduğu rahatlıkla söylenebilir. Efradını cami ağyarını mani bir ifade ile alanında tam bir başvuru kaynağıdır.      Yazar, ilk önce ideoloji kavramını  iki ayrı kategoride ele alıyor: Sert ideoloji ve yumuşak ideoloji. “Sert” ideolojiyle, sistematik bir şekilde işlenmiş, temel teorik eserlere dayanan, seçkinlerin kültürüyle sınırlandırılmış, muhtevası kuvvetli bir yapı kastedilirken,  “yumuşak” ideoloji ile de, kitlelerin, çok daha şekilsiz inanç ve bilişsel (cognitive) sistemleri ifade ediliyor. Yazar, ideolojiyi ise kitle toplumunun belirmesiyle beraber önem kazanan inançlar ve idare edilen”lerin arasında yaygın, yönlü, fakat sınırlı, belirsiz fikir kümeleri olarak tanımlıyor. İdeolojiler, siyasi fikir tarihi açısından  uzun zaman, insanların aklını çelen kuraldışı etkenler olarak tanımlanmıştır. [1] Yazar, bilimsellik niteliğinin üç ana...

MEHMET EVKURAN’IN SÜNNİ PARADİGMAYI ANLAMAK ADLI ESERİNDEN

     (Mehmet Evkuran,Sünni Paradigmayı Anlamak, Ankara Okulu Yayınları,2015,3.Baskı) Evkuran, Sünni paradigmayı anlamak adlı çalışmasında Ehli sünnetin siyaset düşüncesinin yapısı ve sorunlarını konu edinmektedir. Bu yazıda daha çok kitaptan alıntılara yer verilecektir. Eser, son yüz elli iki yüz yıl içinde geri kalışımız bağlamında yapılan tartışmaların merkezinde yer alan Sünni düşünceyi konu edinmektedir. Daha önceki yapılan çalışmalarda geleneksel din anlayışı, geleneksel dini düşünce şeklinde eleştirilerin hedefinde olduysa da bu çalışmada zihniyet ve dünya görüşü oluşturucu yanıyla Sünni gelenek, Türkiye’de bir bütün olarak ilk defa derli toplu, eleştirel olarak bir çalışmaya konu edilmiştir. Yazara göre kendini bir hakikat ve dinin en doğru yorumu olarak temellendiren Ehl-i Sünnet söylemi, varlığını tehdit ettiğini düşündüğü yaklaşımlara karşı koyduğu gibi, onu bilimsel/ideolojik bir okumanın nesnesi/konusu yapan yaklaşımlara karşı da kendini savunmaktadır...