Ana içeriğe atla

Arabeskin Aforizma Şarkıları-1- Haberimiz Yok (Müslüm Gürses)

 Arabeskin Aforizma Şarkıları-1- Haberimiz Yok (Müslüm Gürses)

Hayalle yaşarken gerçek dünyada

Zamanı içmişiz haberimiz yok

Ömürle yüzyüze geldik aynada

Harcanıp gitmişiz haberimiz yok

Hayalle yaşarken gerçek dünyada

Zamanı içmişiz haberimiz yok

Ömürle yüzyüze geldik aynada

Harcanıp gitmişiz haberimiz yok

Kötü bir söz gibi düştük dillere

Yanlış yol seçmişiz haberimiz yok

Ümitle bağlanıp acı günlere

Gözyaşı ekmişiz haberimiz yok

Gözyaşı ekmişiz haberimiz yok

Harcanıp gitmişiz haberimiz yok

Boş yere koşarken hayat yolunda

Ne dertler çekmişiz bilenimiz yok

Gözlerden dökülen gözyaşlarında

Eriyip gitmişiz haberimiz yok





"Müslüm Gürses'in harika yorumuyla hayat bulmuş 'Haberimiz Yok', sıradan bir şarkının ötesinde, varoluşsal bir ağıttır adeta. Halit Çelikoğlu'nun kaleminden dökülen sözler ve Yavuz Taner'in bestesi, modern insanın trajedisini ustalıkla resmeder. Bu şarkı, yaşamın hengâmesinde kaybolmuş ruhlara tutulan bir aynadır; her dizesi, harcanmış yılların, inkisarın ve acı tecrübelerin izlerini taşır. Tıpkı antik Yunan tragedyalarında olduğu gibi, insanın kendi yazgısıyla yüzleşmesinin hikâyesidir. Bozuk para gibi harcanan ömürlerin, farkında olmadan tükenen zamanın ve sessizce akan gözyaşlarının şarkısıdır. Bu öyle bir ayna ki, ona bakan herkes kendi hikâyesinden bir parça bulur; çünkü 'Haberimiz Yok', sadece bir şarkı değil, kolektif bilinçdışımızın seslenişidir. Bu şarkı, bilinçdışımızda yatan duyguları su yüzüne çıkarır. Bastırdığımız acıları, dile getirmediğimiz özlemleri, ifade edemediğimiz kırgınlıkları, hayal kırıklıklarını hatırlatır. Müslüm Gürses'in sesi, adeta bir psikanaliz seansı gibi, içimizdeki karanlık köşeleri aydınlatır, unuttuğumuz yaraları yeniden açar ve belki de bu sayede iyileşme sürecini başlatır.


İşte bu yüzden "Haberimiz Yok", basit bir şarkının ötesinde, kolektif bilinçdışımızın güçlü bir seslenişidir. O, toplumsal travmalarımızın, ortak acılarımızın ve paylaşılan kaderlerin şarkısıdır. Bu şarkıyı dinlerken, sadece kendi hikâyemizi değil, toplumun ortak hikâyesini de dinleriz. Ve belki de bu yüzden, her dinleyişte yeni bir anlam katmanı keşfeder, her seferinde kendimizden yeni bir parça buluruz.

Acı tecrübeler, inkisar, bozuk para gibi harcanmışlık duygusu ve  hüznün eşlik ettiği yıllara pürüzsüz bir aynadır bu şarkı.

Hayat, bazen bir rüya gibi akıp gider; gözlerimiz kapalı, zihnimizde dans eden binlerce renkli hayal, bizi gerçek dünyadan uzaklaştırır. "Hayalle yaşarken gerçek dünyada" diye başlayan bu şarkı sözleri, birçoğumuzun içinde yaşadığı çelişkiyi, hayatın içinde kaybolmuşluğunu ve zamanın nasıl bir hırsız gibi aniden çekip gittiğini anlatır. Sigmund Freud'un "hayal gücü, gerçekliğin bilinçaltına yansımasıdır" sözleri, bu durumu mükemmel bir şekilde özetler.Freud'un bu sözü, insan zihninin karmaşık doğasını ve hayal gücünün kökenlerini derinden kavramış bir tespittir. Özellikle "Haberimiz Yok" şarkısının ilk dizelerinde karşımıza çıkan "Hayalle yaşarken gerçek dünyada" ifadesi, bu Freudyen yaklaşımın adeta müzikal bir yansımasıdır.


Hayal gücümüz, sandığımız gibi tamamen özgür ve sınırsız değildir. Her hayal, yaşadığımız gerçekliğin izlerini taşır. Tıpkı bir nehrin yatağını kendi akışıyla şekillendirmesi gibi, gerçek yaşam deneyimlerimiz de hayal dünyamızı biçimlendirir. Örneğin, gecekonduda büyüyen bir çocuğun hayalleri ile rezidansta büyüyen bir çocuğun hayalleri farklıdır. Her ikisi de kendi gerçekliklerinin izlerini taşır.


Müslüm Gürses'in sesinde yankılanan bu hakikat, aslında hepimizin yaşadığı bir çelişkiyi anlatır: Gerçeklerden kaçmak için kurduğumuz hayaller, ironik bir şekilde yine o gerçeklerin ürünüdür. Bilinçaltımız, yaşadığımız acıları, hayal kırıklıklarını, özlemleri ve korkuları depolar. Sonra bu depolanan deneyimler, hayal gücümüz aracılığıyla farklı formlarda karşımıza çıkar. Bazen bir şarkının dizelerinde, bazen bir rüyada, bazen de geleceğe dair kurduğumuz hayallerde...


Bu yüzden "Haberimiz Yok" şarkısındaki hayaller, aslında toplumsal gerçekliğimizin bir aynasıdır. Şarkıdaki her hayal, her umut, her kaçış, yaşanan gerçeklerin bilinçaltımızda yeniden şekillenmiş halleridir. Freud'un dediği gibi, hayal gücümüz özgür değildir; o, gerçekliğin bilinçaltımızda yarattığı izlerin, acıların ve özlemlerin bir yansımasından ibarettir.

 Hayal dünyamızda zaman öyle hızlı akar ki, gerçek dünyada neler olduğunu fark etmeyiz bile. Bu, bir nevi, insanın kendini kaybettiği, zamanın ve gerçekliğin iç içe geçtiği bir bilinç hali, Carl Jung'un "kişisel bilinçdışı" kavramının bir yansımasıdır. Hayallerimiz, umutlarımız, arzularımız bizi gerçek dünyanın zorluklarından koruyan bir kalkan gibi işlev görürken, zamanın değerini ve akışını gözden kaçırırız.


Gözlerimizi açıp da aynaya baktığımızda, hayatımızın ne kadar hızlı geçtiğini, ne kadar harcanmış olduğumuzu görürüz. "Ömürle yüzyüze geldik aynada" dizesi, o anı tarif eder; ömrün kırışıklıkları, yüzümüzdeki izleriyle bize bakar. Her bir çizgi, her bir kırışıklık, geçen yılların bir anıtı gibi, bize yaşadığımızı hatırlatır. Bu, Jean-Paul Sartre'ın "varoluş özden önce gelir" felsefesiyle örtüşür; bizler, hayatımızı yaşarken, kim olduğumuzu ve ne olduğumuzu anlamaya çalışırız. Ama acaba gerçekten yaşadık mı? Yoksa sadece zamanın akışına kapılıp, hayatımızı mı harcadık? "Harcanıp gitmişiz haberimiz yok" diyen şarkıcı, bu sorunun cevabını verir: Evet, harcanmışız, ama bunun farkında bile değiliz. Zamanın ve hayatın akışı, bizi kendi varoluşumuzun farkında olmadan sürükler.Sartre'ın "varoluş özden önce gelir" düşüncesi, "Haberimiz Yok" şarkısının ruhunda derin bir karşılık bulur. Bu felsefi yaklaşım, insanın önce dünyaya geldiğini, sonra kim olduğunu keşfettiğini söyler. Tıpkı boş bir tuval gibi, hayat bizi adım adım boyar ve şekillendirir.


Müslüm Gürses'in yorumladığı "Ömürle yüzyüze geldik aynada" dizesi, tam da bu varoluşsal gerçeği anlatır. Biz önce varız, sonra kim olduğumuzu, ne olduğumuzu anlamaya çalışırız. Hayatın akışı içinde, bazen farkında olmadan, bazen bilinçli seçimlerle kendimizi inşa ederiz. Her yaşanmışlık, her tecrübe, her acı ve sevinç, bizi biz yapan özün bir parçası haline gelir.


"Harcanıp gitmişiz haberimiz yok" dizesi, bu varoluşsal yolculuğun belki de en acı veren yanını anlatır. Çünkü biz kim olduğumuzu anlamaya çalışırken, zaman da akıp gider. Bazen öyle anlar olur ki, aynaya baktığımızda karşımızda gördüğümüz kişiyi tanımakta zorlanırız. İşte bu an, Sartre'ın bahsettiği varoluşsal farkındalık anıdır. Bizi biz yapan şey, doğuştan gelen özelliklerimiz değil, yaşadıklarımız ve seçimlerimizdir.


Bu felsefi bakış, şarkının her dizesinde kendini gösterir. Nasıl ki insan özünü yaşayarak oluşturuyorsa, şarkının karakteri de hayatın akışı içinde kendini bulur - ya da kaybeder. "Kötü bir söz gibi düştük dillere" dizesi, bu varoluş sürecinin toplumsal boyutunu anlatır. Biz kendimizi ararken, toplum da bizi şekillendirir, etiketler, tanımlar.


Sartre'ın felsefesi ve "Haberimiz Yok" şarkısı, bize aynı gerçeği farklı dillerle anlatır: İnsan, yaşadıkça kendini bulur, kendini yeniden şekillendirir. Ama bu süreçte çoğu zaman "haberimiz yoktur". Ta ki bir gün aynaya bakıp, kim olduğumuzla yüzleşene kadar...



"Kötü bir söz gibi düştük dillere" dizesi, aslında modern toplumun birey üzerindeki derin etkisini anlatan çarpıcı bir ifadedir. Bu dize, sadece dedikodu edilmeyi değil, toplumun bizi nasıl şekillendirdiğini, nasıl yargıladığını ve nasıl yönlendirdiğini anlatır.


Durkheim'in teorisinde bahsettiği gibi, toplum sadece insanların bir araya gelmesinden ibaret değildir; o, bireyleri şekillendiren, onları belirli kalıplara sokan, davranışlarını yönlendiren güçlü bir mekanizmadır. Tıpkı şarkıdaki karakter gibi, hepimiz bu toplumsal baskının altında yaşarız. Bazen farkında olmadan, toplumun bizden beklediği rolleri oynarız.


Bourdieu'nun "habitus" kavramı, tam da bu noktada devreye girer. Nasıl ki bir balık, içinde yüzdüğü suyun farkında değilse, bizler de içinde yaşadığımız toplumsal yapının bizi nasıl şekillendirdiğinin çoğu zaman farkında olmayız. "Yanlış yol seçmişiz haberimiz yok" dizesi, işte bu bilinçsiz seçimlerin acı bir özetidir. Toplumsal çevre bize bazı yollar sunar; biz de çoğu zaman sorgulamadan bu yollarda yürürüz.


Bu yollar her zaman mutluluğa çıkmaz. Bazen bizi gerçek özümüzden, gerçek isteklerimizden uzaklaştırır. "Ümitle bağlanıp acı günlere" dizesi, bu yanılsamayı mükemmel bir şekilde anlatır. İçinde yaşanılan toplumsal çevrenin  vaat ettiği mutluluğun peşinde koşarken, kendi mutluluğumuzdan uzaklaşırız.


Erich Fromm'un dediği gibi, bazen özgürlükten kaçarız. Çünkü özgür olmak, sorumluluk almak demektir. Kendi yolumuzu çizmek, kendi kararlarımızı vermek zordur. Bu yüzden toplumun bize sunduğu hazır kalıplara sığınırız. "Harcanıp gitmişiz haberimiz yok" dizesi, işte bu kaçışın, bu farkında olmayışın en acı sonucudur.


Şarkıdaki gözyaşları, sadece kişisel acıların değil, toplumsal baskılar altında ezilen, kendi özünü kaybeden, yanlış yollarda harcanan hayatların gözyaşlarıdır. Bu gözyaşları, modern toplumun bireyler üzerindeki görünmez ama derinden hissedilen baskısının en somut göstergesidir.


Bu durumu en iyi anlatan şey, belki de şarkının kendisidir: Kalabalıkların  diline düşmüş, yanlış yollara sapmış, acı günlere ümitle bağlanmış ve en sonunda harcanıp gitmiş bir hayatın hikâyesi. Ama asıl trajedi, bunların hiçbirinin farkında olmamaktır. İşte "haberimiz yok" ifadesi, bu farkında olmayışın, bu bilinçsiz teslimiyet halinin en yalın ifadesidir.


"Boş yere koşarken hayat yolunda" dizesi, modern insanın en büyük trajedisini anlatır. Bu dize, sadece bir yorgunluğu değil, hayatın anlamsızlığıyla yüzleşen insanın dramını yansıtır. Tıpkı Müslüm Gürses'in sesindeki o derin hüzün gibi, bu koşuşturmanın boşunalığı da ruhumuzu sarar.


Camus'nün Sisyphus'u, her gün aynı kayayı tepeye taşır ve her seferinde kaya aşağı yuvarlanır. Bu anlamsız döngü, şarkıdaki "boş yere koşmak" ile aynı gerçeği anlatır. Hayat yolunda koşarken, çoğu zaman nereye koştuğumuzu, neden koştuğumuzu bilmeyiz. Tıpkı Sisyphus gibi, biz de tekrar tekrar aynı çabaları gösterir, aynı hayallerin peşinden koşarız.

 Gözlerimizden dökülen gözyaşları, sadece hüzün değil, aynı zamanda hayatın bize sunduğu yanılsamaların, hayallerin gerçekliğe dönüşemediği için eriyip gitmesidir. Bu, Friedrich Nietzsche'nin "nihilizm" kavramını hatırlatır; hayatın anlamını ve değerlerini kaybettiğimiz, boş yere çabaladığımız bir varoluş halidir.


"Haberimiz Yok" şarkısı, aslında hayatımıza tutulan bir aynadır. Bu aynada kendimizi görürüz; zamanın nasıl akıp gittiğini, hayatın nasıl harcandığını, toplumun bizi nasıl şekillendirdiğini... Müslüm Gürses'in sesiyle yankılanan her dize, bizi kendi gerçekliğimizle yüzleştirir.


"Ömürle yüzyüze geldik aynada" dizesi, bu yüzleşmenin en çarpıcı ifadesidir. Hayat akıp giderken, biz çoğu zaman bunun farkında olmayız. Bazen hayallere dalıp gerçek dünyayı unuturuz, bazen de gerçekliğin ağırlığı altında hayallerimizi kaybederiz. İşte şarkı, bize bu dengeyi hatırlatır: Hayallerin peşinden koşarken gerçekliği unutmamak, gerçekliğin içinde kaybolurken de hayalleri kaybetmemek gerekir.


Aristoteles'in "eudaimonia" kavramı, tam da bu noktada anlam kazanır. İyi yaşam, sadece mutlu olmak değil, anlamlı ve değerli bir hayat sürmektir. "Harcanıp gitmişiz haberimiz yok" dizesi, işte bu anlamlı yaşamın eksikliğini vurgular. Hayatı harcamak değil, onu değerli kılmak önemlidir.


Şarkı bize önemli bir ders verir: Zaman akıp giderken, her anın değerini bilmek, her yaşanmışlığın farkında olmak gerekir. "Haberimiz yok" dememek için, hayatı bilinçli yaşamak, seçimlerimizin sorumluluğunu almak ve zamanın kıymetini bilmek zorundayız.


Bu şarkı, sadece bir müzik eseri değil, hayata dair derin bir uyarıdır. Bize der ki: Uyan! Farkında ol! Zamanı boşa harcama! Çünkü hayat, farkında olmadan akıp giden bir rüya değil, her anı değerli olan gerçek bir yolculuktur. Ve bu yolculukta "haberimiz var" diyebilmek, belki de en büyük başarıdır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ANTONY FLEW'İN YANILMIŞIM TANRI VARMIŞ KİTABININ ÖZETİ-1-

                Flew, bu kitabında çocukluğundan itibaren inanç  bakımından yaşadığı tecrübelere yer vererek kısaca ateizmden teizme geçişini anlatıyor. İçinde doğduğu ailenin  Hıristiyanlığa bağlı olduğunu,  babasının vaizlik yaptığını, ayin ve toplantılara katıldıklarını bununla birlikte kendisinin dini bir feyz ve zevke almadığını ifade ediyor. Kitapta ilk önce ateizmi savunan kendi yazdığı eserlere ve onların  temel görüşleriyle bunlara verilen cevaplara  yer veriyor. Yazar, kısaca okumaları ve çalışmalarının kendisini bilimsel olarak benimsediği (öne sürülen iddianın götürdüğü yere gitmek) ilkeyle tutarlı bir biçimde yaşadığı değişimi samimiyetle anlatıyor. Kitap ayrıca ateizm konusundaki temel yaklaşımlara ana hatları ile yer veriyor. Çocukluk ve gençlik yıllarındaki Hıristiyan temelli inançlardan ateizme evirilişinin ilk adımını kötülük probleminin oluşturduğunu söylüyor. O zamanlar ailes...

Şerif Mardin’in ‘Din ve İdeoloji’ Eseri Üzerine

     Din ve İdeoloji kitabı, çapı küçük fakat içerik olarak oldukça geniş ve derin olduğu rahatlıkla söylenebilir. Efradını cami ağyarını mani bir ifade ile alanında tam bir başvuru kaynağıdır.      Yazar, ilk önce ideoloji kavramını  iki ayrı kategoride ele alıyor: Sert ideoloji ve yumuşak ideoloji. “Sert” ideolojiyle, sistematik bir şekilde işlenmiş, temel teorik eserlere dayanan, seçkinlerin kültürüyle sınırlandırılmış, muhtevası kuvvetli bir yapı kastedilirken,  “yumuşak” ideoloji ile de, kitlelerin, çok daha şekilsiz inanç ve bilişsel (cognitive) sistemleri ifade ediliyor. Yazar, ideolojiyi ise kitle toplumunun belirmesiyle beraber önem kazanan inançlar ve idare edilen”lerin arasında yaygın, yönlü, fakat sınırlı, belirsiz fikir kümeleri olarak tanımlıyor. İdeolojiler, siyasi fikir tarihi açısından  uzun zaman, insanların aklını çelen kuraldışı etkenler olarak tanımlanmıştır. [1] Yazar, bilimsellik niteliğinin üç ana...

MEHMET EVKURAN’IN SÜNNİ PARADİGMAYI ANLAMAK ADLI ESERİNDEN

     (Mehmet Evkuran,Sünni Paradigmayı Anlamak, Ankara Okulu Yayınları,2015,3.Baskı) Evkuran, Sünni paradigmayı anlamak adlı çalışmasında Ehli sünnetin siyaset düşüncesinin yapısı ve sorunlarını konu edinmektedir. Bu yazıda daha çok kitaptan alıntılara yer verilecektir. Eser, son yüz elli iki yüz yıl içinde geri kalışımız bağlamında yapılan tartışmaların merkezinde yer alan Sünni düşünceyi konu edinmektedir. Daha önceki yapılan çalışmalarda geleneksel din anlayışı, geleneksel dini düşünce şeklinde eleştirilerin hedefinde olduysa da bu çalışmada zihniyet ve dünya görüşü oluşturucu yanıyla Sünni gelenek, Türkiye’de bir bütün olarak ilk defa derli toplu, eleştirel olarak bir çalışmaya konu edilmiştir. Yazara göre kendini bir hakikat ve dinin en doğru yorumu olarak temellendiren Ehl-i Sünnet söylemi, varlığını tehdit ettiğini düşündüğü yaklaşımlara karşı koyduğu gibi, onu bilimsel/ideolojik bir okumanın nesnesi/konusu yapan yaklaşımlara karşı da kendini savunmaktadır...