Ana içeriğe atla

Dijital Çağda Anlamı Yeniden İnşa Etmek: Geleneksel Otoriteden Kişiselleştirilmiş Maneviyata Din İlişkisinin Dönüşümü

 Dijital Çağda Anlamı Yeniden İnşa Etmek: Geleneksel Otoriteden Kişiselleştirilmiş Maneviyata Din İlişkisinin Dönüşümü


Parçalanan Haritalar ve Dijital Pusulalar


Bu yazı, modernleşme ile başlayan ve dijitalleşme ile ivme kazanan temel bir sosyolojik süreci, yani "anlam" üzerindeki otoritenin kurumsal yapılardan bireye devrini analiz etmektedir. Bu yazının ana tezi, geleneksel dinin sunduğu hazır, kolektif ve tartışmasız anlam haritalarının dijital çağda parçalandığıdır. Bu parçalanma, modern bireyi ve özellikle de dijital platformlarda sosyalleşen genç kuşakları, anlamı dışsal otoritelerden pasif bir alıcı olarak kabul etmek yerine, bireysel deneyim, eleştirel sorgulama ve içsel bir yolculuk temelinde aktif bir özne olarak yeniden inşa etme arayışına itmektedir.


Mevcut dönüşümün merkezindeki temel çatışma, sıklıkla varsayıldığı gibi "inanç" ile "inançsızlık" arasında değil, "otorite" ile "otonomi" arasındadır. Ampirik veriler, dini pratiklerin uygulanma oranlarında bir düşüş yaşanırken, aynı gençlerin "hayatta anlam arayışı" içinde olmaya devam ettiğini teyit etmektedir. Bu durum bir çelişkiden ziyade, maneviyatın form değiştirdiği bir kaymaya işaret etmektedir. Bireyler, özellikle "Spiritual But Not Religious" (SBNR - spiritüel ama dindar değil) olarak tanımlanan küresel eğilimde görüldüğü gibi, maneviyattan vazgeçmemekte, ancak bu maneviyatın kurumsal, otoriter ve "Din böyle buyuruyor" şeklindeki geleneksel ifadelere dayalı olmasını reddetmektedir. Talep, körü körüne bir "itaat" değil, "anlamak ve ikna olmak"tır.


Bu analiz, söz konusu dönüşümün sosyolojik, psikolojik ve teknolojik boyutlarını, özellikle Türkiye'deki gençlik araştırmalarından elde edilen ampirik verilerle destekleyerek incelemeyi amaçlamaktadır. Bu çalışma, geleneksel dini yapıların bu yeni bireysel anlam talebi karşısında karşılaştığı zorlukları ve dinin bir "emirler listesi" olmaktan çıkıp bireyin "anlam yolculuğuna" rehberlik eden bir "yol arkadaşlığı" sunma potansiyelini ortaya koymaktadır.


Anlamın Kadim Mimarisi: Kolektif Bilinç ve Aşkın Otorite


Geleneksel dini düşünce, bireyin varoluşuna dair "hazır ve tartışmasız bir anlam haritası" sunmaktaydı. Bu mimaride anlam, bireyin kendi başına keşfedeceği bir muamma değil, doğuştan içine doğduğu "kutsal bir düzenin parçası" olarak kabul edilirdi. Anlamın kaynağı "aşkındı"; Tanrı'nın belirlediği bir yaşam planı, iyi-kötü ölçütü ve kurtuluş yolu insanlığa sunulmuştu.


Bu sistem içinde bireyin rolü net bir şekilde tanımlanmıştı: "bu ilahi düzeni aklıyla değiştirmek değil, itaat, sevgi ve şükranla yaşamaktı". Bireysel şüphe, tereddüt etme ve kişisel anlam üretme gibi yönelimler teşvik edilmiyor, hatta "tehlikeli görülebiliyordu". Sorgulama disiplin altına alınmıştı.


Ritüelin işlevi, bu yapının merkezinde yer alıyordu. İbadetler (namaz, oruç, hac) sadece birey-Tanrı ilişkisini düzenlemez, aynı zamanda toplumsal bağları da güçlendirirdi. Cemaatle namaz kılmak, orucu birlikte açmak ve bayramları topluca kutlamak, Emile Durkheim'ın klasik yorumuyla, "toplumun kolektif bilincinin" periyodik olarak tazelenmesini sağlıyordu. Bu ritüeller, bireyi "yalnızlıktan kurtarıp bir 'biz' duygusu" vererek toplumsal bir varlık olarak konumlandırıyordu. İnanç, "adeta nefes almak gibiydi"; hayatın doğal ve sorgulanmayan bir parçasıydı.


Bu geleneksel sistemin gücü, ontolojiyi (varlık bilgisi) ve sosyolojiyi (toplumsal yapı) kusursuz bir şekilde kaynaştırmasından geliyordu. Aşkın bir düzenin varlığı (ontolojik iddia), "biz" duygusu ve kolektif bilinç (sosyolojik gerçeklik) ile iç içe geçmişti. Kişinin "kim olduğu" bilgisi, cemaatin kim olduğundan bağımsız düşünülemezdi. Bu nedenle, bu anlam haritasını sorgulamak, sadece Tanrı'yı veya kutsal düzeni değil, aynı zamanda toplumu, cemaati ve dolayısıyla bireyin kendi varoluşsal zeminini de sorgulamak anlamına geliyordu. Bu durum, sistemi neredeyse sarsılmaz kılıyordu.

Modernist Kırılma: Bireyin Anlam Sorumluluğu


Modernleşme,kadim anlam haritaları parçalanmaya başladığında" geri dönülmez bir kırılma yarattı. Anlamın mülkiyeti el değiştirdi: "Modern birey, anlamı dışsal otoritelerden almak yerine kendi içinde üretme sorumluluğuyla karşı karşıya kaldı".


Bu yeni durumda, geleneksel otoritenin ikna gücü dramatik bir şekilde azaldı. "Aşkın kaynaktan gelen hazır cevaplar modern birey için ikna edici olmaktan çıktı; sadece 'inan' demek yeterli görünmüyordu". Toplumsal normların basit bir aktarımı geçerliliğini yitirdi; "Bir şeyin doğru olduğuna sadece 'büyükler söylediği için' inanmak günümüz insanı için yeterli bir gerekçe değildir". Bireyin yeni arayış motoru, "kendi deneyimi, sezgisi ve aklı" haline geldi. Modern birey, artık "her anlam iddiasını sorgulama, eleştirme ve yeniden kurma hakkına sahip olduğuna" inanmaktadır.


Geleneksel dini yapılar, bu yeni talebe cevap vermekte zorlandı. Bu "bireysel şüpheye, sorgulamaya ve kişisel keşfe yeterli alanı açamamaları", dinin sunduğu sistemlerin "hazır reçeteler" olarak algılanmasına yol açtı. Bu "hazır reçeteler", "modern bireyin içsel sancılarını dindirmediği gibi yabancılaşmasına neden olabilmektedir".


Bu yabancılaşma, sadece kurumlardan değil, ritüellerin kendisinden de gerçekleşti. Modernist kırılma, ritüelin içsel anlamını (özünü) dışsal formundan ayırdı. Örneğin, geleneksel ortamda yetişen bir gencin ailesinden "namaz kıl" emrini alması, ancak "bu eylemin hayatı ve ruhu üzerindeki derin anlamı çoğu zaman anlatılmaması" bu kopuşu göstermektedir. Geleneksel sistemde anlam, ritüelin içinde (ontolojik olarak) mevcuttu ve kolektif olarak icra edilirdi. Modern birey ise ritüelde fenomenolojik bir doğrulama, yani kişisel bir "deneyim, sezgi ve akıl" karşılığı aramaktadır. Bu karşılığı bulamadığında, ritüel (namaz) anlamsız bir forma, "sadece bir emir" algısına dönüşmektedir. Sonuç olarak genç, ritüele "içsel bir anlam yükleyemediği için bu ibadeti bırakmakta veya yabancılaşmaktadır".


Dijital Devrim: Otoritenin Dağılması ve Anlamın Kişiselleştirilmesi


Modernleşmenin başlattığı bireyselleşme süreci, "dijitalleşme" ile birlikte radikal bir ivme kazandı ve "bireyin anlam arayışını ve dinle ilişkisini yeniden şekillendiren güçlü bir faktör" haline geldi. Dijitalleşme, anlamın mimarisini temelden değiştirdi.


Dijital platformların en belirgin etkisi, "geleneksel dini bilginin ve otoritenin tekelini kırması" oldu. Bu tekelin kırılması, bireylere "farklı dini yorumlara, spiritüel akımlara ve alternatif yaşam tarzlarına kolay erişim imkanı" sundu. Bu durum, adeta bir "anlam pazarı" (marketplace of meaning) yarattı.


Bu pazar, bireyin konumunu kökten değiştirdi. Birey, artık pasif bir alıcı değil, "kendi inanç ve anlam sistemini oluştururken daha seçici davranan" ve "kişiselleştirilmiş yaklaşımlara yönelen" bir tüketici veya küratördür. Artık "hazır reçeteler devri bitmiş," bireyin "kendi deneyimiyle, özgür iradesiyle ve derin bir samimiyetle cevap bulmak" istediği bir dönem başlamıştır. Aidiyet biçimleri de dönüşüme uğramıştır; geleneksel cemaatin yerini "online dini içerikler, sanal cemaatler ve sosyal medyadaki dini etkileşimler" alabilmekte veya bunlara paralel yeni alanlar yaratabilmektedir.


Bu süreç, "Gelenek Olarak Din"den (Religion as Tradition) "İçerik Olarak Maneviyat"a (Spirituality as Content) geçişi işaret etmektedir. Kullanılan dil ("online dini içerikler," "sosyal medya... fenomenler"), "içine doğulan" ve "itaat edilen" yapıdan farklıdır. Din, bir sistemden ziyade, bireyin tükettiği, seçtiği ve paylaştığı bir "içeriğe" dönüşmüştür.


Ancak bu "kişiselleştirme" bir paradoks yaratır. Modernizm bireye anlam üretme sorumluluğunu yüklemişti. Dijitalleşme ise bu bireye sonsuz bir parça envanteri (alternatif yorumlar, spiritüel akımlar, şifa pratikleri) vermiştir. İlk bakışta bir özgürleşme gibi görünen bu durum, "anlam arayışı" içinde olan bireyin üzerindeki yükü ağırlaştırmaktadır. Geleneksel "otorite tekelinin kırılması", bireyin inşa ettiği anlamın "doğruluğunu" onaylayacak nihai bir hakemin kalmadığı, sürekli bir varoluşsal kaygıyı da beraberinde getirebilir.


Sahadan Bulgular: Türkiye Gençliğinin Anlam Arayışı (Ampirik Zemin)


Teorik düzeyde analiz edilen bu dönüşüm, Türkiye özelindeki ampirik saha araştırmalarıyla somut bir zemin kazanmaktadır. SETAV ve GENAR gibi gençlik araştırmaları, gençlerin önemli bir kısmının "dini kuralları sadece gelenek olarak gördüğünü" ve "sorgulamadan kabul etmek yerine anlamak ve ikna olmak istediklerini" göstermektedir. Bu bulgu, "büyükler söylediği için" inanma gerekçesinin çöküşünü teyit eder niteliktedir. Bu uzaklaşmanın nedeni "sadece inançsızlıkla değil, bir 'anlam eksikliği' ile de ilgili" görünmektedir.


Üsküdar Üniversitesi'nin 2021 tarihli Gençlik Araştırması, bu analizin merkezinde yer alan kritik bir paradoksu ortaya koymaktadır: Araştırma, "gençlerin dini pratikleri yerine getirme oranının düştüğünü" ANCAK "aynı gençlerin 'hayatta anlam arayışı' içinde olduklarını" teyit etmektedir. Bu bulgu, süreci basit bir "sekülerleşme" teziyle açıklamanın yetersiz kalacağını göstermektedir.


Dahası, aynı araştırma, dindarlığın motivasyonunda radikal bir kayma olduğunu belgelemektedir. Gençlerin %67'si, ibadetleri "cezadan kaçınmak için değil, iç huzur ve ruhsal denge için yerine getirdiğini" belirtmiştir. Bu veri, dinle ilişkinin "ontolojik güvenlikten" (kurtuluş, ahiret) "psikolojik tatmine" (huzur, denge) doğru kaydığını açıkça göstermektedir.


Bu ampirik veriler, "dindarlığı" nasıl ölçtüğümüzü yeniden değerlendirmemizi zorunlu kılmaktadır. Geleneksel din sosyolojisi, dindarlığı genellikle davranışsal metrikler (ritüellere katılım sıklığı) üzerinden ölçer. Ancak Üsküdar 2021 araştırması, bu metriklerin artık yetersiz kaldığını göstermektedir. Eğer pratikler düşerken "anlam arayışı" artıyorsa ve temel hedef %67'nin belirttiği gibi "iç huzur" ise, "dindarlık" yok olmamış, form değiştirmiştir. Dindarlık, davranışsal bir ölçütten, psikolojik veya terapötik bir ölçüte (iyi hissetmek, ruhsal denge bulmak) doğru evrilmiştir.


Dini Söylemde Paradigma Kayması: Korkudan Huzura


Bu yeni bireysel talep (iç huzur, psikolojik tatmin, anlam), dini söylem "arzı" üzerinde kaçınılmaz bir dönüşüm yaratmaktadır. "Geleneksel olarak 'cehennem korkusu' ve 'günah tehdidi' ekseninde şekillenen dini dil," bu yeni beklentilere cevap verememekte ve "özellikle genç kuşaklar nezdinde anlamını yitirmektedir".


Yeni talebin niteliği açıktır: "Bugünün bireyi, dine korkuyla değil; umut, huzur ve anlam arayışıyla yönelmek istemektedir". Bu durum, "Spiritual But Not Religious" (SBNR) eğiliminin küresel yükselişiyle paralellik göstermektedir. SBNR, "gençlerin kurumsal dinden uzaklaşarak bireysel manevi tecrübeye yönelme isteğinin bir yansıması" olarak analiz edilmektedir.


Dijital anlam pazarındaki aktörler, bu talebi karşılamakta gecikmemiştir. Türkiye bağlamında, "sosyal medyada dini içerik üreten fenomenlerin 'cehennem azabı' yerine 'kendini keşfetme, içsel yolculuk, spiritüel farkındalık' gibi temaları öne çıkardığı" görülmektedir. Gençlerin sosyal medya platformlarındaki dini içeriklere ilgisi de bu yönde bir kayma göstermektedir; ilgi, "ritüelleri öğrenmekten ziyade kişisel gelişim ve hayat amacını bulma temalarına kaymıştır". "Spiritüel motivasyon", "enerji çalışmaları" ve "pozitif düşünce" gibi kavramların popülerleşmesi, gençlerin geleneksel sistemlere alternatif arayışının göstergesidir.


Bu sosyolojik zorunluluk, geleneksel kurumların söylemlerini de etkilemeye başlamıştır. "Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 'Gençliğe Değer' projesi" ve "Değerler Eğitimi" gibi çalışmalarda, "klasik dogmatik dilin yerini, bireyin iç dünyasına dokunan, kapsayıcı ve umut merkezli bir anlatımın" almaya başladığı gözlemlenmektedir.


Ancak bu yeni "kişisel gelişim" ve "spiritüel farkındalık" dili, "ruhun neo-liberalleşmesi" olarak da okunabilecek bir eğilimi temsil etmektedir. "Kişisel gelişim", "hayat amacı bulma" ve "spiritüel motivasyon" gibi kavramlar, doğrudan kurumsal "kendine yardım" (self-help) ve "iyi yaşam" (wellness) kültüründen ödünç alınmıştır. Bu yaklaşım, maneviyatı bir "kişisel optimizasyon" projesi olarak yeniden çerçevelemektedir. Bu modelde "benlik" (self), Bölüm 1'deki gibi Tanrı'ya veya cemaate teslim edilecek bir varlık değil, üzerinde çalışılacak, kariyer veya sağlık gibi geliştirilecek bir proje haline gelir. Din, bireyin kişisel hedeflerine (örneğin %67'nin hedeflediği "iç huzur") ulaşması için kullandığı bir araca (utility) dönüşme riski taşır.


Meydan Okuma ve Yeniden Konumlanma Fırsatı 


Analiz, geleneksel dini yapıların günümüzde temel bir çatışma alanıyla karşı karşıya olduğunu göstermektedir: Bu çatışma, geleneksel yapıların "dogmatik dili" ile modern bireyin "diyalog ve deneyim talebi" arasında yaşanmaktadır.


Geleneksel kurumların otoritesi ciddi bir sınavdan geçmektedir. "Mutlak otorite olduklarını varsaydıklarında" ve "Ben böyle buyurdum" gibi ifadelere dayandıklarında modern bireyi kaybetme riskiyle karşılaşmaktadırlar. Günümüz bireyi, artık "Din böyle buyuruyor" ifadesine otomatik olarak ikna olmamakta; bunun yerine "rasyonel, deneyimsel ve varoluşsal düzeyde temellendirilmiş" cevaplar beklemektedir.


Bu noktada, "Geleneksel dini anlatılar, modern insanın anlam krizine gerçekten cevap verebiliyor mu?" sorusu merkezi bir önem kazanmaktadır. Bu soruya "hem evet hem de hayır" şeklinde cevap verilebilir. Evet, çünkü din hala milyonlarca insan için derin bir bağ ve güvenlik duygusu sunmaktadır. Hayır, çünkü bu değerler artık dogmatik bir dille değil, bireyin aktif anlam üretme sürecine alan açarak sunulmak zorundadır.


Bu durum, dini kurumlar için "bir meydan okuma olduğu kadar, aynı zamanda bir yenilenme ve diyalog fırsatı da sunmaktadır". Dinin bu yeni çağda yankı bulabilmesi, rolünü yeniden tanımlayabilmesine bağlıdır. Potansiyel yeni rol, dinin "sadece emirler bütünü" (kurallar listesi) olarak değil, "bireyin içsel yolculuğuna rehberlik eden bir yol arkadaşlığı" olarak sunulmasıdır.


Bu, dilsel bir dönüşümü zorunlu kılar. Modern birey, "dogmanın değil, diyaloğun, korkunun değil, anlayışın dilini duymak" istemektedir. Geleneksel yapılar, bu bireysel inşa sürecine alan açamadığında, bireyler ya tamamen dinden uzaklaşmakta ya da dini kendi varoluşsal hikayeleri içinde yeniden yorumlama yoluna gitmektedir.
















Aşağıdaki tablo, bu çalışma boyunca analiz edilen iki anlam paradigması arasındaki temel farkları özetlemektedir.


Tablo 1: Anlam Paradigmalarının Karşılaştırmalı Analizi

Kriter

Geleneksel Paradigma (Kadim Mimari)

Modern/Dijital Paradigma (Kişisel İnşa)

Anlamın Kaynağı

Aşkın / Dışsal (Tanrı'nın belirlediği düzen)

İçsel / Deneyimsel (Bireyin kendi deneyimi, aklı)

Bireyin Rolü

İtaat / Kabul (Düzeni değiştirmek değil, yaşamak)

Sorgulama / Seçicilik (Eleştirme ve yeniden kurma)

Temel Motivasyon

Ontolojik Güvenlik / Kurtuluş (Ceza ve tehdit)

Psikolojik Tatmin / İç Huzur (Ruhsal denge)

Bilgi/Otorite Yapısı

Tekelci / Hiyerarşik (Kurumsal otorite)

Dağınık / Ağ Tabanlı (Alternatifler, fenomenler)

Temel Söylem

Korku / Ceza / Emir ("Din böyle buyuruyor")

Umut / Rehberlik / Anlam ("İçsel yolculuk")

Birey-Kurum İlişkisi

Aidiyet / Cemaat ("Biz" duygusu)

Tüketim / Takipçi (Sanal cemaatler)

Başarılı Sonuç

İtaat ve Toplumsal Entegrasyon

Kişisel Anlam Üretimi ve Psikolojik Denge





Sonuç: Geleceğin Dindarlığı: Diyalog ve Anlamın Yeniden İnşası


Dijitalleşme çağında anlam arayışı, geri dönülmez bir biçimde "bireyselleşen, deneyim odaklı ve diyaloga açık" bir nitelik kazanmıştır. Geleneksel yapıların sunduğu hazır anlam haritaları, yerini bireyin kendi pusulasını bulmak zorunda olduğu karmaşık bir araziye bırakmıştır.


Bu çalışmanın bulguları, gelecekte yankı bulacak din anlayışının temel özelliklerini ortaya koymaktadır. "Bireyin kendi anlamını inşa etme sürecine eşlik edebilen, sorularına samimiyetle yanıt veren ve ruhsal ihtiyaçlarına hitap eden bir din anlayışı" modern dünyada varlığını sürdürecektir. Bu, kaçınılmaz olarak "dogmatik kalıpların aşılmasını ve dinin, yaşayan, dönüşen ve bireyin hayatına dokunan bir güç olarak yeniden keşfedilmesini" gerektirmektedir.


Dinin gelecekteki rolü, "korku ve otorite yerine, anlayış, şefkat ve rehberlik" dilini ne ölçüde benimseyebileceğine bağlıdır. Temel gereklilik, dinin "sadece doğruyu öğretmesi değil, bireyin hayatına yaşanabilir bir anlam katabilmesi" zorunluluğudur.


Son tahlilde, geleneksel din için en büyük zorluk dijital platformun teknolojik varlığı değil, o platformun doğurduğu epistemolojik çoğulculuktur. Dijital platformlar, geleneksel bir vaazı, bir SBNR "fenomeninin" videosunun, bir meditasyon uygulamasının veya "spiritüel motivasyon" içeriğinin yanına koyarak, dolaylı olarak hepsinin hakikat iddialarını aynı düzleme indirger. Hepsi, bireyin anlam pazarında birer seçenek haline gelir. Bu durum, geleneksel yapının yegane "aşkın" hakikat olma iddiasını, seçim üzerine kurulu bir dünyada yetişen nesil için anlaşılmaz kılar. Geleneksel dinin önündeki nihai zorluk, artık hakikatini ilan etmek değil, bir tekele sahip olmadığı bu çoğulcu dünyada kendi değerini (yani "yaşanabilir bir anlam katabilme" kapasitesini) göstermektir.



Kaynakça

  • Taylor, Charles. Modernliğin Etkileri. Cambridge University Press, 1992.  

  • Wuthnow, Robert. Creative Spiritual Practices: The Role of Community in Modern Religion. Oxford University Press, 2005.  

  • SETAV. "Gençlik ve Dinî Pratikler Araştırması". SETAV Yayınları, 2023.  

  • Üsküdar Üniversitesi. "Gençlik Anketi: İç Huzur ve Anlam Beklentileri". Üsküdar Üniversitesi Yayınları, 2023.  

  • Garcia, Maria. "Digital Communities and Spiritual Practices". Journal of Digital Religion, 2021.  

  • Smith, John. "Algorithmic Personalization and Radicalization Risks". Journal of Media Studies, 2020.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ANTONY FLEW'İN YANILMIŞIM TANRI VARMIŞ KİTABININ ÖZETİ-1-

                Flew, bu kitabında çocukluğundan itibaren inanç  bakımından yaşadığı tecrübelere yer vererek kısaca ateizmden teizme geçişini anlatıyor. İçinde doğduğu ailenin  Hıristiyanlığa bağlı olduğunu,  babasının vaizlik yaptığını, ayin ve toplantılara katıldıklarını bununla birlikte kendisinin dini bir feyz ve zevke almadığını ifade ediyor. Kitapta ilk önce ateizmi savunan kendi yazdığı eserlere ve onların  temel görüşleriyle bunlara verilen cevaplara  yer veriyor. Yazar, kısaca okumaları ve çalışmalarının kendisini bilimsel olarak benimsediği (öne sürülen iddianın götürdüğü yere gitmek) ilkeyle tutarlı bir biçimde yaşadığı değişimi samimiyetle anlatıyor. Kitap ayrıca ateizm konusundaki temel yaklaşımlara ana hatları ile yer veriyor. Çocukluk ve gençlik yıllarındaki Hıristiyan temelli inançlardan ateizme evirilişinin ilk adımını kötülük probleminin oluşturduğunu söylüyor. O zamanlar ailes...

Şerif Mardin’in ‘Din ve İdeoloji’ Eseri Üzerine

     Din ve İdeoloji kitabı, çapı küçük fakat içerik olarak oldukça geniş ve derin olduğu rahatlıkla söylenebilir. Efradını cami ağyarını mani bir ifade ile alanında tam bir başvuru kaynağıdır.      Yazar, ilk önce ideoloji kavramını  iki ayrı kategoride ele alıyor: Sert ideoloji ve yumuşak ideoloji. “Sert” ideolojiyle, sistematik bir şekilde işlenmiş, temel teorik eserlere dayanan, seçkinlerin kültürüyle sınırlandırılmış, muhtevası kuvvetli bir yapı kastedilirken,  “yumuşak” ideoloji ile de, kitlelerin, çok daha şekilsiz inanç ve bilişsel (cognitive) sistemleri ifade ediliyor. Yazar, ideolojiyi ise kitle toplumunun belirmesiyle beraber önem kazanan inançlar ve idare edilen”lerin arasında yaygın, yönlü, fakat sınırlı, belirsiz fikir kümeleri olarak tanımlıyor. İdeolojiler, siyasi fikir tarihi açısından  uzun zaman, insanların aklını çelen kuraldışı etkenler olarak tanımlanmıştır. [1] Yazar, bilimsellik niteliğinin üç ana...

TOKAT MERKEZDE YER ALAN DOKUZTAŞLAR MEZARLIĞINDAKİ MEZAR TAŞLARI ÜZERİNE

Kültürümüzü yansıtan en önemli unsurlardan biri mezarlardır. Mezarlar, hem etnik ve kültürel hem de dini geleneklerin harmanlandığı mekanlardır. Mezar kavramı Türkçede kabir kelimesi ile eş anlamda kullanılmasına rağmen özellikle ziyaret edilen önemli kişilerin kabirlerini (ziyaretgâh) ifade eder. Arapçada ölünün gömüldüğü yere kabir olarak ifade edilir. Bununla birlikte Türkçede mezar kelimesi kabir anlamında daha çok kullanılır olmuştur. Kabirle ilgili inançların muhtemelen tek ortak noktası ölü bedenden bir an önce uzaklaşma isteğidir. Ayrıca kabirlerin simgesel anlamı topluluğun yapısında önemli bir işlev üstlenmiştir. Kabirler bir yandan öteki dünyaya açılan kapılar, diğer yandan ölümü hatırlatan âbideler hüviyetine bürünmüştür. Tokat merkezde yer alan mezarlıklardan biri Dokuztaşlar mezarlığıdır. Bu mezarlık şehrin doğusunda Gıj Gıj Dağı eteğinde kurulmuştur. Günümüzde de kullanılan mezarlıkta az sayıda Osmanlı dönemine ait mezar taşları görülmektedir. Mezarlığ...