"Dijital Ümmet" mi, "Algoritmik Kabile" mi?: Online Cemaatler ve Fetva Otoritesinin Dönüşümü
Dini cemaatleşme ve otorite yapıları, tarihsel olarak somut, fiziksel ve hiyerarşik temellere dayanmaktaydı. Mahalle imamı, tarikat şeyhi veya kürsüdeki vaiz gibi figürler, otoritelerini "mekân" (cami, dergâh, medrese), "hiyerarşi" (şeyh-mürit, hoca-cemaat ilişkisi) ve "zaman" (Cuma vakti, haftalık sohbet günü) tarafından tanımlanan kontrol edilebilir bir yapı içinde icra ediyorlardı. Bu yapı, dini bilginin üretimini, yorumlanmasını ve aktarımını merkezi bir kontrol altında tutuyor, cemaatin bilgiye erişimini bu fiziksel ve karizmatik aracılar üzerinden sağlıyordu. Dijitalleşme ise, bilginin kendisi kadar, bu bilginin aktarıldığı yapıyı da kökten dönüştürerek, otoriteyi tanımlayan bu üç temel direği (mekânsızlık, hiyerarşisizlik ve eşzamansızlık) geri dönülmez bir şekilde sarstı.
İnternetin Web 1.0 olarak bilinen ilk dönemlerinde, bu sarsıntının "özgürleştirici" olacağına dair ütopik bir beklenti hâkimdi. "Siber uzam", coğrafi sınırları, mezhepsel ayrımları ve ulusal engelleri aşan, küresel bir "dijital ümmet" yaratma potansiyeline sahip yeni bir kamusal alan olarak görülüyordu. Bu iyimser bakış açısına göre, Müslümanlar dünyanın dört bir yanından farklı kültür ve inanç temsilcileriyle bir araya gelerek yeni sosyalleşme ortamları oluşturabilecekti. Bu idealizmin temelinde, "bilgiye sınırsız erişim" devrimi yatıyordu; sıradan bir dindarın, "kurumsallaşmış dinin" ve "din adamlarının" filtrelerine takılmadan, temel kaynaklara ve farklı yorumlara doğrudan ulaşabileceği varsayılıyordu. Bu doğrudan erişimin, "ezber dinsellikleri" kırarak daha sorgulayıcı ve bilinçli bir inancı teşvik edeceği ve Müslümanları ortak bir anlayış zemininde birleştireceği umuluyordu.
Ancak Web 2.0 (sosyal medya) ve Web 3.0 (içerik algoritmaları) çağında, bu birleştirici "ümmet" idealinin yerini, büyük ölçüde parçalanmış ve çatışmacı bir gerçeklik aldı. Bu analiz, internetin birleştirici bir kamusal alan yaratmaktan ziyade, "algoritmik filtre balonları" ve "kapalı grup" dinamikleri aracılığıyla, birbirini duymayan, anlamayan ve hatta birbirine düşman "algoritmik kabileler" yarattığı tezini incelemektedir. Algoritma, temel hedefi olan "platformda kalma süresini" maksimize etmek için, kullanıcıya "daha önce görüntülediğiniz benzer içeriği öne çıkaran" bir "yankı odası" inşa eder. Bu mekanizma, bireysel tercihleri tespit etmekte iyi değildir; daha ziyade, "az çok ilgili konular bulur ve en çok izlenenleri önerir." Bu durum, ılımlı bir dini arayışı, (tıpkı siyasi içeriklerde olduğu gibi) hızla daha "aşırı ve kışkırtıcı" içeriklerin bulunduğu bir tavşan deliğine sürükleme potansiyeline sahiptir.
Bu "kabileleşme" süreci, yalnızca YouTube, X (Twitter) veya TikTok gibi açık platformların algoritmik akışlarında yaşanmaz; aynı zamanda WhatsApp ve Telegram gibi "kapalı gruplar" eliyle de pekiştirilir ve derinleştirilir. Bu gruplar genellikle "dışarıdaki kullanıcılara kapalı" olup, "grup üyesi olmadan paylaşımların tamamını görmek" mümkün değildir. Bu "kapalılık" hali, sosyolojik açıdan kritik bir işleve sahiptir: grubu dış eleştiriden ve alternatif görüşlerden yalıtır, grup içi normların sorgulanmadan kabul edilmesini sağlar ve böylece bir "dijital kale" işlevi görür. Algoritma, bireyi bir "yankı odasına" çekerken, kapalı grup, o bireyi odanın "iç çemberine" dâhil ederek aidiyetini ve bağlılığını pekiştirir.
Türkiye özelindeki mevcut literatür, genellikle "dijital dindarlık" başlığı altında, Diyanet gibi kurumsal yapıların veya mevcut cemaatlerin interneti nasıl kullandığına odaklanmaktadır. Bu çalışmalarda teknoloji, mevcut dini pratikleri kolaylaştıran bir "araç" olarak ele alınır. Oysa bu analiz, konuya farklı bir noktadan yaklaşmaktadır: Bu metin, internetin ve algoritmaların bizzat yarattığı yeni cemaatleşme türlerine odaklanacaktır. Bu yeni sosyolojinin merkezinde, geleneksel bir sohbet ortamına veya cemaat yapısına hiç girmemiş, dini kimliğini ve bilgisini tamamen "siber uzamda" ve algoritmik yönlendirmelerle inşa eden "dijital yerlilerin" doğuşu bulunmaktadır.
Yaşanan bu dönüşüm, basit bir "kayma" (shift) değil, bir "parçalanma" (fragmentation) ve "sıvılaşma" (liquefaction) sürecidir. Dini otorite, Diyanet'in kurumsal yapısından bir YouTube hocasının kişisel kanalına basitçe "kaymamıştır"; bunun yerine adeta havaya saçılmış ve en çok "etkileşim" (engagement) toplayan, algoritmik olarak en görünür olan "dijital karizma" sahiplerinin üzerinde geçici olarak yoğunlaşmıştır. Otorite artık statik ve merkezi değil, dağınık ve geçicidir; meşruiyetini bir kurumdan değil, sürekli yenilenen bir "görünürlükten" alır.
Geleneksel otorite, "atanmış" (devlet tarafından atanan imam), "icazet almış" (bir alim silsilesinden gelen) veya "miras alınmış" (tarikat şeyhliği gibi) sarsılmaz bir statüye dayanıyordu. Meşruiyeti, hiyerarşik bir kurumdan veya manevi bir silsileden geliyordu. Oysa yeni dijital otorite, "performansa dayalı" ve "algoritmik" bir doğaya sahiptir. Bir YouTube hocasının otoritesi, Diyanet'in kurumsal gücünden farklı olarak, "izlenme sayısı", "takipçi sayısı" ve "algoritma tarafından önerilme" gibi somut ve anlık metriklerle ölçülür. Bu durum, otorite sahibinin ayakta kalabilmek için sürekli bir "gösteri" yapmasını, yani sürekli içerik üretmesini zorunlu kılar. Dinin "gösteri kültürünün bir parçası olması", otoritenin dijital dünyada var olabilmesinin temel şartı haline gelmiştir. Mahrem kabul edilen ibadetler, dualar veya manevi tecrübeler dahi "sıradan bir içerik biçimine" dönüşebilir. Dolayısıyla, sadece cemaatin yapısı değil, "otorite" kavramının kendisi de "akışkan" hale gelmiştir; çünkü meşruiyeti, "bağlama göre değişkenlik gösteren" platform algoritmalarının anlık başarısına endekslenmiştir.
2. BÖLÜM: YENİ BİR AKTÖRÜN DOĞUŞU: "DİJİTAL YERLİ" VE "AKIŞKAN DİNDARLIĞIN" SOSYOLOJİSİ
Bu yeni dijital cemaatleşme yapısını ve otorite parçalanmasını anlamak için, onun sosyolojik tabanını oluşturan yeni aktörü tanımak gerekir: "dijital yerli" (digital native). Prensky tarafından kavramsallaştırılan "dijital yerli" ve "dijital göçmen" ayrımı, dini sosyolojiye uyarlandığında, günümüz dindarlık biçimlerini ayrıştıran kritik bir farkı ortaya koyar. Bu ayrım, teknolojinin bir "araç" mı yoksa bir "yaşam alanı" mı olduğu sorusuyla doğrudan ilgilidir.
Bu sosyolojik ayrımın ilk kanadını "dijital göçmenler" (Digital Immigrants) oluşturur. X kuşağı ve öncesi kuşakları kapsayan bu grup, dini kimliklerini ve temel dini bilgilerini geleneksel yollardan (aile, mahalle, cemaat sohbeti, köy imamı) edinmiş kimselerdir. Onlar, teknoloji öncesi dünyanın "ezber dinselliği" ile sosyalleşmiş, sonradan dijital araçlara adapte olmuşlardır. Onlar için teknoloji, mevcut dini pratiklerini kolaylaştıran bir "araç"tır; örneğin Diyanet'in mobil uygulamasından namaz vakitlerine bakmak, online Kuran okumak veya Katolik bir rahibe mobil uygulama üzerinden günah çıkarmak, bu "araçsal" kullanımın örnekleridir. Diğer kanatta ise "dijital yerliler" (Digital Natives) yer alır. Z kuşağı ve sonrasını oluşturan bu "ağ nesli", teknolojiyle birlikte büyümüş, dijital dili ana dilleri gibi konuşan bir kuşaktır. Bu neslin önemli bir kısmı, geleneksel "sohbet" ortamlarına veya fiziksel bir cemaat yapısına hiç girmemiş olabilir. Onlar için dini bilgiye ulaşım, "tek bir referanstan" (cemaat lideri veya aile büyüğü) değil, "inanca dair enformasyon ve yorumların sınırsız olduğu bir uzamdan" sağlanır.
Bu temel fark, "dijital yerlilerin" dindarlık biçimini ve otoriteyle kurdukları ilişkiyi kökten değiştirmektedir. Geleneksel "ezber dinsellikler" yerini, çok daha bireysel, "akışkan ve sorgulayıcı dinsellikler"e bırakmaktadır. Bu "sorgulayıcı" doğa, kurumsallaşmış ve statükoya hizmet eden geleneksel dini yapılara (tarikat, cemaat veya Diyanet gibi merkezi kurumlar) olan ilgiyi ve bağlılığı azaltmaktadır. Bu nesil, kendini "inançlı" olarak tanımlasa dahi, bir dini kuruma, tarikat veya cemaate "bağlı olma" zorunluluğu hissetmemektedir. Genç kuşak, temel dini eserler ile kişisel inançları arasına "kurumsallaşmış dinin, din adamlarının, eğitim ve öğretimin girmediği" bir dijital kültürü benimsemekte, kendi dini anlayışlarını bu sınırsız uzamda bizzat inşa etmektedir.
Bu sosyoloji, Dereli'nin "Dini Kimliklerin Sosyal Medyada Akışkanlaşması" başlıklı teziyle birebir örtüşmektedir. Dereli'nin bulgularına göre, sosyal medyadaki dini kimlikler artık "sabit, bütüncül ve tekil" bir yapıya sahip değildir. Aksine, bu kimlikler "bağlama göre değişkenlik gösteren, çok katmanlı ve akışkan biçimde kurgulanan" bir yapı sergilemektedir. Bu durum, bireyin farklı sosyal mecralarda (örneğin X'te (Twitter) son derece polemikçi ve dışlayıcı, Instagram'da estetik ve kapsayıcı bir dindar, WhatsApp grubunda ise itaatkâr bir takipçi) farklı dini temsiller sunabilmesi anlamına gelir. Bu bir "çelişki" veya "riya" olarak değil, yeni kimlik yapısının ("akışkan") doğası olarak okunmalıdır. Dindarlık, bu yeni düzlemde "seçmeci ve pragmatik" bir hal almıştır; birey, farklı kaynaklardan ihtiyacına uygun olanı "seçer" ve kendi kimliğini bir mozaik gibi oluşturur.
Bu "akışkan kimliğin" kendini dijital uzamda "inşa" etme yolu ise "performans"tır. Geleneksel olarak mahrem kabul edilen dua, ibadet veya kutsal metinlerin okunması gibi manevi tecrübeler, çevrimiçi platformlarda sergilenerek "sıradan bir içerik biçimine" dönüşmektedir. İbadetler "bir gösteri aracı haline gelmekte" ve bireyin dini kimliğini "dijital görünürlük" ve aldığı "etkileşim" (beğeni, paylaşım) üzerinden inşa etmesine yol açmaktadır. Ancak bu durumun son derece paradoksal bir sonucu vardır: "Akışkan kimlik" ve "sorgulayıcı dinsellik", bireyi görünüşte geleneksel otoritenin "ezber" baskısından özgürleştirdiği kadar, onu "algoritmik manipülasyona" karşı savunmasız da bırakır. "Ezber" dindarlık, bireye (doğru veya yanlış) sabit bir kimlik ve bir "kalkan" sunar. Oysa "akışkan" ve "sorgulayıcı" dindar, sürekli bir kimlik arayışı ve "Acaba doğrusu ne?" sorusu içindedir. Bu arayış, onu kaçınılmaz olarak Google'a ("Bitcoin haram mı?") veya YouTube'a ("Hocam ne demiş?") yöneltir. Birey, bu "akışkan" kimliğindeki boşluğu doldurmak için algoritmaya sığındığı anda, bir sonraki bölümün konusu olan "yankı odasının" yakıtı haline gelir. Paradoks tam da budur: Akışkanlık ve sorgulama, ironik bir şekilde katı kabileleşmeye giden yolu açar.
3. BÖLÜM: YOUTUBE KÜRSÜSÜ: ALGORİTMA TARAFINDAN ATANAN YENİ OTORİTELER
Dini otoritenin parçalanması, en net ve en görünür şekilde YouTube platformunda gözlemlenmektedir. Dini otorite artık monolitik (tek parça) bir yapıdan uzaktır; kürsü tek bir yerde değil, her yerdedir. Bir uçta Nureddin Yıldız ve İhsan Şenocak gibi gelenekçi hocalar; diğer uçta ise Caner Taslaman ve Mustafa İslamoğlu gibi modernist, rasyonalist bir çizgiyi temsil eden isimler, aynı platform üzerinden, aynı araçları kullanarak kendi cemaatlerini inşa etmektedir. Bu durum, platformun kendisinin, yani YouTube'un, geleneksel cami veya dergâh mekânının yerini alarak yeni "dijital kürsü" haline geldiğini göstermektedir. Otoritenin kaynağı artık teolojik derinlik veya kurumsal bir atama değil, bu kürsüdeki görünürlüktür.
Buradaki kilit aktör, içerikten (gelenekçi veya modernist) ve teolojik doğruluktan bağımsız çalışan YouTube algoritmasıdır. Algoritmanın teolojik bir hedefi yoktur; tek ve mutlak hedefi, kullanıcının platformda geçirdiği süreyi, yani "izlenme süresini" maksimize etmektir. Bunu yapmanın en etkili ve kanıtlanmış yolu, kullanıcıyı bir "yankı odasına" hapsetmektir. Algoritma, daha önce görüntülediğiniz içeriğe benzer içerikleri metodik olarak öne çıkarır. Bu, kullanıcıyı bilgilendirmek veya ona dengeli bir bakış açısı sunmak için değil, halihazırda ilgi duyduğu konuda onu daha fazla tutmak için tasarlanmış bir mekanizmadır.
Ancak bu mekanizma masum bir "öneri sistemi" değildir. Sosyal medya kullanıcılarının da belirttiği gibi, algoritma "son derece kusurlu" (extremely flawed) ve "aptalca" (stupid) çalışabilmektedir. Algoritma, nüanslı, derinlikli veya akademik içerikleri değil, "en çok izlenenleri" veya "en çok tepki alanları" (polemikleri, çatışmaları) ödüllendirme eğilimindedir. Siyasi bir örnek vermek gerekirse, bir kullanıcının masum bir şekilde Ukrayna yanlısı bir haberi izlemesi, algoritmanın ona bir sonraki adımda "Rusya/Putin" (aşırı ve kışkırtıcı) içerikler önermesini tetikleyebilmektedir. Algoritma, ilgiyi "benzerlik" üzerinden değil, "çatışma" ve "etkileşim" üzerinden kurar.
Bu kusurlu mekanizma, dini içerikler için de birebir geçerlidir. Ilımlı veya akademik bir niyetle sorulan bir dini soru (örneğin, "Kader nedir?" veya "Tarihselcilik nedir?"), algoritmanın kullanıcıyı hızla aşırı veya radikal bir dini yoruma (her iki uç için de geçerli) sürüklemesine neden olabilir. Dahası, YouTube doğası gereği bir "eğlence" ve "gösteri" platformudur. Bu platformda başarılı olan dini figürler, sadece "alim" veya "hoca" değil, aynı zamanda iyi birer "içerik üreticisi" (content creator) ve "performer" (gösterici) olmak zorundadır. İyi bir stüdyo kalitesi, profesyonel ses kaydı, çarpıcı "thumbnail" (küçük resim) tasarımları ve "clickbait" (tıklama tuzağı) başlıklar, çoğu zaman fıkhi derinlikten veya teolojik yeterlilikten daha önemli bir otorite ölçütü haline gelebilmektedir.
Bu noktada, algoritmanın dini kutuplaşmanın sadece bir "yansıtıcısı" değil, aynı zamanda aktif bir "üreticisi" olduğu gerçeği ortaya çıkar. Algoritma, mevcut teolojik fay hatlarını sadece göstermekle kalmaz, onları "etkileşim" almak için aktif olarak kazar ve derinleştirir. Teolojik olarak birbiriyle ilgisiz olan görüşleri veya figürleri bile "düşman" olarak kodlar ve "algoritmik kabileleri" bu üretilmiş çatışma üzerinden tanımlar. Birey, bir görüşü değil, bir "tarafı" seçmeye zorlanır.
Bu sürecin nasıl işlediğini somut bir örnekle açıklayabiliriz: Bir "dijital yerli", teolojik bir merakla YouTube'a "Kader nedir?" diye sorar. Algoritma, ona o an popüler olan Caner Taslaman'ın rasyonalist bakış açısını sunar ve kullanıcıyı "Taslaman Grubu" olarak etiketler. Algoritmanın bir sonraki adımı, kullanıcıyı platformda tutmak için "daha fazla Taslaman" önermek değil, "daha fazla etkileşim" alacağı bir içerik sunmaktır. Bu içerik, genellikle, "Taslaman'a Reddiye" (gelenekçi bir Ehl-i Sünnet hocasından) veya "Kaderi İnkâr Edenler" (daha aşırı bir yorumcu) başlıklı polemik bir video olur. Kullanıcı, bu çatışmayı merak edip "reddiye" videosuna tıkladığı anda, algoritma "çatışmanın" (conflict) "ilgi çekici" (engaging) olduğunu öğrenir ve kullanıcıyı bu kutuplaşma döngüsüne kilitler.
Sonuç olarak YouTube, kullanıcıya "bilgi" vermek veya onu "irşad" etmek yerine, onu bir "taraf" olmaya zorlar. Algoritma, "dijital dindarı" kaçınılmaz olarak bir "algoritmik kabilenin" neferi haline getirir. Bir süre sonra, Nureddin Yıldız takipçisi olan bir genç, Caner Taslaman'ın argümanlarının ne olduğunu bilmez; sadece Taslaman'a yapılan "reddiyeleri" izler (veya tam tersi). Algoritma, "kabile" sınırlarını bu şekilde çizer ve "öteki" kabilenin içeriğine geçişi engelleyerek epistemik bir kapalılık yaratır.
4. BÖLÜM: FETVANIN PARÇALANMASI:
Otorite parçalanmasının en somut ve toplumsal açıdan en kritik örneği "fetva" alanında, yani dini-hukuki hüküm verme yetkisinde yaşanmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı gibi geleneksel, merkezi ve kurumsal otoriteler, bu "otorite parçalanmasının" ve meşruiyet kaybının farkındadır. Bu duruma karşı iki yönlü, ancak birbiriyle çelişen bir tepki geliştirmektedirler: Bir yandan, "Dijital Fetva Sistemi", "Yapay Zekâ Destekli Diyanet TV", "Kişiselleştirilmiş İrşad" ve hatta "Küçük Kalpler için Fetva Hattı" gibi projelerle teknolojik bir "taklit" stratejisi güderler. Bu, "dijital göçmen" bir kurumun, "dijital yerlilerin" dilini ve platformlarını kullanarak kaybettiği merkezi otoriteyi yeniden kurma çabasıdır. Ancak öte yandan, özellikle tamamen dijital ve "yerli" meseleler ortaya çıktığında, kurumun fıkıh metodolojisi "geleneksel" kalmakta ve bu yeni dil ile eski metodoloji arasında bir çatışma doğmaktadır.
"Bitcoin caiz mi?" sorusu, bu metodolojik çatışma ve otorite savaşı için mükemmel bir sınav alanı olmuştur. Kripto para gibi tamamen dijital, merkezi olmayan, "fiziki karşılığı olmayan" ve "dijital yerlilerin" hızla benimsediği yeni bir teknoloji, geleneksel fıkıh anlayışının temel direklerini (merkezi otorite, fiziksel karşılık, devlet güvencesi) zorlamıştır.
Diyanet ve Hayrettin Karaman gibi geleneksel otoriteler, kripto paraların genel olarak "caiz olmadığı" yönünde fetvalar vermişlerdir. Bu fetvaların gerekçeleri, fıkıh metodolojisindeki klasik kavramlara dayanmaktadır. Bu gerekçelerin başında, ciddi "belirsizlikler" (İslami finansta "garar" olarak bilinir) taşıması gelmektedir. Ayrıca, "aldanma ve aldatma riski"nin yüksek olması ve "haksız ve sebepsiz zenginleşme"ye (kumar ve spekülasyona benzerlik) yol açma potansiyeli de önemli gerekçeler arasındadır.
Bu geleneksel gerekçelere ek olarak, Diyanet ve benzeri kurumlar için en kritik sorun, "takip eden herhangi bir merkezi kuruluş" ve "güvence" (devlet onayı veya merkez bankası) bulunmamasıdır. Aynı zamanda, "fiziki bir karşılığının" olmaması (altın veya mal gibi) ve başlangıçta uyuşturucu, silah ticareti gibi "gayrimeşru işlerde" kullanılması da "caiz değil" hükmünün temel dayanakları olarak sunulmuştur. Bu bakış açısı, varlığı "devlet" ve "fiziksel" olana endeksli bir "dijital göçmen" metodolojisini yansıtmaktadır.
Ancak bu "dijital göçmen" bakış açısıyla verilen fetvalar, "dijital yerliler" ve konunun teknik uzmanları tarafından hızla ve güçlü bir şekilde eleştirilmiştir. Bu karşı argümanlar, iki farklı dünya görüşü arasındaki metodolojik kopuşu net bir şekilde göstermektedir. "Fiziki karşılık" eleştirisine karşı, "bugün dünyada hiçbir paranın (dolar dahil) fiziki bir karşılığı bulunmadığı" argümanı öne sürülmüştür. "Gayrimeşru kullanım" eleştirisine karşı ise, "tüm dünya paralarının (özellikle doların) gayrimeşru işlerde kullanıldığı" ve bunun paranın kendisini haram kılmayacağı savunulmuştur.
Daha da önemlisi, "garar" (belirsizlik) iddiasının, blockchain teknolojisinin şeffaf, denetlenebilir ve açık yapısı nedeniyle "çok zorlama bir yorum" olduğu iddia edilmiştir. Teknik uzmanlar, Diyanet'in fetvasını metodolojik olarak da eleştirmiştir. Fetvaların, aralarında ciddi teknolojik ve yapısal farklar olan binlerce kripto parayı tek bir "Bitcoin" olarak ele alıp, teknolojinin nüanslarını (madencilik, alım-satım, transfer, 'staking' gibi farklı eylemleri) anlamadan "yeknesak" (tek tip) bir hüküm vermesi, bu fetvaların "dijital yerliler" nezdindeki geçerliliğini zayıflatmıştır.
Bu "Bitcoin" vakası, "dijital fıkıh" (yeni teknolojiyi anlayan ve onun üzerinden hüküm geliştiren) ile "geleneksel fıkıh" (eski kalıpları yeni teknolojiye uygulayan) arasındaki metodoloji çatışmasını net bir şekilde göstermektedir. Diyanet'in son teknoloji "Dijital Fetva Sistemi" bile, "dijital-yerli" metodolojiyi (blockchain'i anlamak, merkeziyetsizliği kavramak, akıllı kontratları analiz etmek) benimsemedikçe, "dijital dindarlar" nezdinde otoritesini kaybetmektedir.
Bu süreçte "dijital yerli" bireyin izlediği yol şöyledir: Birey, Diyanet'in "caiz değil" fetvasını duyar. Ancak "sorgulayıcı" olduğu için hemen kabul etmez ve Google'a gider. Orada, Diyanet'in fetvasını "dijital-yerli" argümanlarla (teknik, finansal, felsefi) çürüten "uzman" görünümlü başka hocaları, ekonomistleri veya finans yorumcularını bulur. Diyanet'in "garar" gibi (onun için) soyut ve geleneksel gerekçesi, "blockchain şeffaftır" şeklindeki (onun için) somut, modern ve teknik veriye yenilir. Böylece otorite, "kurumsal" ve "atanmış" olandan (Diyanet) "teknik/rasyonel" (veya öyle görünen) ve "algoritmik" olana (Google/YouTube'da üste çıkan) kayar. Günün sonunda, "Hocam YouTube'da ne demiş?" sorusu, Diyanet'in kurumsal fetvasını o birey için fiilen geçersiz kılar.
5. BÖLÜM: "ALGORİTMİK KABİLE": WHATSAPP VE TELEGRAM GRUPLARININ KAPALI DÜNYASI
Cemaatleşmenin "kabile" formunu aldığı son ve en kapalı aşama, WhatsApp ve Telegram gibi kapalı mesajlaşma gruplarıdır. Sosyal medyanın kendisi, "aile grupları, okul grupları, aktivist gruplar, dini gruplar" gibi geleneksel sosyolojide yeri olmayan yeni örgütlenme ve sosyalleşme kategorileri yaratmıştır. Bu "dini gruplar", iki farklı biçimde ortaya çıkabilir: Bazıları, "sosyal yaşantı içerisinde örgütlenmiş" (yani geleneksel, fiziksel bir cemaatin dijital iletişim kolu) olabilirken, diğerleri "yalnızca sosyal medya üzerinden örgütlenmiş" (yani tamamen dijitalde doğmuş, fiziksel bir karşılığı olmayan, yeni nesil bir dijital cemaat) olabilirler.
Bu grupların "dışarıdaki kullanıcılara kapalı" olması, yüzeysel bir özellik değil, sosyolojik açıdan kritik bir öneme sahip bir yapıdır. Eğer Bölüm 3'te incelenen YouTube, "kabilenin" dışa dönük yüzü, "tebliğ" alanı, yeni üyeler devşirdiği "yankı odası" ve "propaganda" mecrası ise; kapalı WhatsApp veya Telegram grubu, "kabilenin" iç çemberi, "medresesi", "eğitim" alanı ve en önemlisi "norm üretim" alanıdır. Burası, dışarıdaki gürültünün filtrelendiği, aidiyetin pekiştirildiği ve kabilenin kendi "doğrularının" inşa edildiği yerdir.
Bu kapalı grupların doğası, yani "grup üyesi olmadan paylaşımların tamamını görmenin mümkün olmaması" ve gruba girişin "grup yöneticisinin iznine bağlı olma" durumu, bu alanları siber-etnografi (netnografi) gibi dijital araştırma yöntemleri için "araştırılması zor" hale getirmektedir. Ancak bu "araştırılamazlık" sadece metodolojik bir sorun değil, aynı zamanda "kabilenin" temel bir sosyolojik özelliğidir. Dışarıya kapalılık, grup içi normların dışarıdan bir sorgulamaya maruz kalmadan kabul edilmesini sağlar, kolektif kimliği güçlendirir ve "mikro-normların" (o gruba özgü kurallar) oluşmasını sağlar. İçerideki "dinamik yapı" nedeniyle, bu normlar da sabit değildir; sürekli olarak "akışkan" bir şekilde müzakere edilir ve yeniden üretilir.
Modern "Algoritmik Kabile", genellikle iki aşamalı bir yapıya sahiptir: İlk aşama "Seçilim ve Kutuplaşma"dır. Bu aşama, YouTube, X (Twitter) veya TikTok gibi açık algoritmik platformlarda gerçekleşir. "Dijital dindar", algoritmik bir yönlendirme veya aktif bir arayış sonucu bir "yankı odasına" çekilir ve belirli bir "hoca", "görüş" veya "dava" etrafında kümelenir. İkinci aşama ise "Eğitim ve Norm Üretimi"dir. Bu aşama, WhatsApp veya Telegram gibi kapalı platformlarda gerçekleşir. Birey, takip ettiği YouTube kanalının veya hocanın yönlendirmesiyle (örneğin videonun altındaki "Sohbet grubumuza katılın" linki aracılığıyla) bu görüşe adanmış "kapalı" gruba davet edilir ve "iç çember"e alınır.
Bu kapalı grup "dışarıya kapalı" olduğu için, içeride Diyanet'in, "öteki kabilenin" (örneğin Taslaman grubundaysa Nureddin Yıldız'ın) veya ana akım medyanın görüşleri aktif olarak filtrelenir. Grup yöneticisi (admin), "dijital şeyh", "grup imamı" veya "içerik moderatörü" rolünü üstlenir; bilgiyi filtreler, tartışma konularını belirler ve kabilenin normlarını korur. "Bitcoin haram mı?" gibi bir soru bu kapalı grupta sorulduğunda, cevap artık Google'daki gibi çeşitli değildir; kolektif olarak (ama grubun kendi normları, hocasının görüşleri ve kabul edilen "doğruları" dahilinde) üretilir. Bu cevap, o kabilenin "dijital fıkhı" haline gelir. Bu kapalı grup, gerçek dünyadan ve diğer kabilelerden kopuk, kendi kendini sürekli onaylayan bir "mikro-norm" ve "mikro-fıkıh" evreni yaratarak "Algoritmik Kabile"nin sosyolojik tanımını tamamlamış olur.
6. BÖLÜM: SONUÇ: ÜMMET HAYALİNDEN KABİLE GERÇEKLİĞİNE Mİ?
Makalenin başlığındaki temel soruya ("Dijital Ümmet" mi, "Algoritmik Kabile" mi?) verilecek yanıt, eldeki sosyolojik verilere ve dijital platformların mimarisine bakıldığında nettir. İnternetin ilk dönemlerinde vaat edilen "Dijital Ümmet" fikri (yani sınırları, mezhepleri ve coğrafyaları aşan küresel bir İslami dayanışma ve birlik) mevcut dijital mimariler (algoritmalar, filtre balonları, kapalı gruplar) altında başarısız olmuştur. Gözlemlenen gerçeklik, çok daha parçalı, çatışmacı ve yalıtılmış bir yapı olan "Algoritmik Kabile" yapısıdır.
Bu kabileler, geleneksel cemaatlerden dört temel noktada ayrılır. Birincisi, bu kabileler "Akışkandır". "Dijital yerlilerin" sabit olmayan, "akışkan" ve "seçmeci" kimlikleri üzerine kuruludur. Aidiyet, bir "biat" veya "intib" gibi kalıcı değil, bir "abonelik" gibi geçicidir; birey aynı anda birden fazla kabilenin çeperinde dolaşabilir. İkincisi, bu kabileler "Algoritmiktir". Sınırları, bir coğrafya veya bir dergâh tarafından değil, "algoritmik yankı odaları" tarafından çizilir. Bireyin aidiyeti, hangi içeriğin ona "önerildiğine" ve onun hangi içeriği "tükettiğine" bağlıdır; kabile, bir içerik kümesidir.
Üçüncüsü, bu kabileler "Otoriterdir (İçeride)". Dışarıdan bakıldığında merkeziyetsiz ve demokratik bir ağ gibi görünseler de, kabilenin "iç çemberi" (kapalı WhatsApp grupları) genellikle otoriter bir yapıya sahiptir. Otorite, geleneksel kurumlardan "dijital karizmatik" figürlere (YouTube hocaları) ve "kapalı grup" yöneticilerine (adminlere) kaymıştır. Dördüncüsü ve en önemlisi, bu kabileler "Parçalıdır". Her kabile, Diyanet gibi merkezi otoritelerin fetvalarını (örneğin Bitcoin meselesinde olduğu gibi) kendi "dijital fıkhı" ile fiilen geçersiz kılarak, dini otoriteyi merkezi bir yapıdan binlerce parçaya bölmektedirler.
Diyanet'in "dijitalleşme" ve "yapay zekâ" projeleri, bu "kabileleşme" ve "otorite parçalanması" karşısında büyük ölçüde yetersiz kalmaktadır. Zira Diyanet, sorunu teknolojik bir "araç" kullanma sorunu olarak görmektedir. Oysa asıl sorun, teknolojik bir arayüz sorunu değil, bilginin, otoritenin ve kimliğin doğasındaki köklü bir değişim sorunudur. Diyanet, sadece "dijital göçmen" bir kurum olduğu için değil, aynı zamanda metodolojisi de "dijital göçmen" olduğu için "dijital yerlilerin" dünyasında otorite kurmakta zorlanmaktadır.
Geleneksel cemaat, bireyi "ümmet"in bir parçası yapmak için "mahalle"ye (fiziksel mekâna) çağırıyordu. Yeni "algoritmik kabile" ise, bireyi "kabile"nin bir parçası yapmak için kendi "yankı odasına" hapsediyor. İlkinde nihai amaç (teoride) kolektif birliğe ve manevi rehberliğe (irşad) ulaşmaktı; ikincisinde ise nihai amaç (pratikte) algoritmik etkileşimi (engagement) sürdürmektir. Mahalle imamı, cemaati "irşad" etmeye çalışıyordu; YouTube algoritması ise sadece "izletmeye" çalışıyor. Ve bu süreçte, bir zamanlar hayali kurulan dijital ümmet, birbiriyle konuşmayan, birbirinin dilini anlamayan ve birbirinin fetvasını tanımayan yüzlerce algoritmik kabilenin dijital gürültüsünde boğuluyor.
KAYNAKÇA
Reddit. (2023). Youtube ve vahşi komplo teorilerine ne oluyor?
https://www.reddit.com/r/OutOfTheLoop/comments/167f003/whats_going_on_with_youtube_and_wild_conspiracy/?tl=tr
Tüketime Övgü (YouTube Kanalı). (2023). Sosyal Medya Algoritmalarının Yarattığı Yankı Odaları.
https://www.youtube.com/watch?v=rg28U0VFUPg
Afyon Kocatepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. (2019). Sosyolojik Araştırma Tekniklerinin Sosyal Medya Ortamlarında Uygulanabilirliği. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi).
https://acikerisim.aku.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11630/5059/10199694.pdf
Menekşe, Ö. (2022). Dijital Dini Pratikler ve Dini Bilinç.
https://www.omermenekse.com.tr/wp-content/uploads/2022/09/dijital-dini-pratikler.pdf
Koçak, T. (2024). Yapay Zekâ ile Diyanet'in Dijital Dirilişi: YZ Diyaneti Nasıl Yönetirdi?
https://taskinkocak.com/blog/yapay-zeka-ile-diyanetin-dijital-dirilisi-yz-diyaneti-nasil-yonetirdi/
Dereli, M. D. (2018). Dini Kimliklerin Sosyal Medyada Akışkanlaşması: Siber-Etnografik Bir Araştırma. (Yayınlanmamış Doktora Tezi, Balıkesir Üniversitesi).
https://acikerisim.balikesir.edu.tr/bitstreams/59593d2a-745d-4618-9aa7-223222ad2da3/download
Balcı, M. (2021). Dijital Din Teorisi: Dijital Din.
https://www.muharrembalci.com/hukukdunyasi/transhumanizm/1541.pdf
YouTube Video. (2022). Kötülük Problemi | Mustafa İslamoğlu & Prof.Dr.Caner Taslaman.
https://www.youtube.com/watch?v=nt6S1zCzowc
İGİAD (İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği). (2018). İş Ahlakı Sekülerleşiyor. (Bülten).
https://igiad.org.tr/images/IGIAD_Bulten_44.pdf
Yorumlar
Yorum Gönder